GENÇLERDEN SAYGIYI GÖREMEDİĞİM İÇİN ÜZÜLÜYORUM
Köyümüzle ilgili bir kitap yazmaya başladığımda köyün geçmişini, örf ve adetlerini, komşuluk ilişkilerini öğrenmek için köyde bulunan büyüklerimizle defalarca konuştum ve onlarla konuşurken yazılı veya sözlü olarak notlar almaya çalıştım. Eylül 2014 yılında köyümüzün kıymetli öğretmenlerinden Talip Gür’le de defalarca bir araya gelerek sohbet ettik, görüşlerinden istifade etmeye çalıştım. Talip öğretmen yaşadığı çocukluk yılarlarında çektiği sıkıntıları, ilkokul ve öğretmen okulu yaşamını, o günleri yaşarcasına samimiyetle anlatmaya çalıştı. O yaşamını anlatırken kendi çocukluğum, çektiğim sıkıntılar ve okuyup ekmek sahibi olmak için verdiğim mücadelenin birbirimizden farklı olmadığını gördüm. Bu durum bize has bir olgu değildi, 1970’li yıllara kadar köyde doğup büyüyen çocukların çoğunun yaşam koşulları zaten bu düzeydeydi.
Talip öğretmenin 23 haziran 2025 günü kalp krizi sonucu vefat ettiğini öğrendiğimde çok üzüldüm. Değerli bir büyüğümüz, kıymetli bir öğretmenimizdi; kendisine Allahtan rahmet, sevdiklerine sabırlar diliyorum.
Bu değerli öğretmenimize saygı ve rahmetler dilerken sohbetlerimiz sırasında bana anlattığı yaşamından kısa bir bölümü sizlere aktarmak istedim.
“Değerli emekli asker kardeşimiz Ali Oğuz’un ricasıyla aklıma gelen bazı anıları anlatmaya çalışacağım” diye başladı ve yaşamının resmini önüme serdi.
“1939 yılının 12 Mart’ında Mişelli köyünde dünyaya gelmişim. Çocukluğumun ilk altı yılını hatırlamıyorum. Altı yaşımda Taş Mahalle’de yapılan bir düğünde kaybolmuştum. Hatırladığım kadarıyla düğün, bahar ayında ve dağın yamacındaki bir evde yapılıyordu ve ben navrez(1) toplamak üzere düğünden ayrılarak dağın yamaçlarına doğru gittim ve dönüş yolunu bulamadım. Herkes beni aramaya çıkmış, Mahmut Tuncer beni Mandere yolunda bularak getirip anneme teslim ettiler.
O gün yapılmakta olan düğün, sonradan kayınpederim olacak Cuma Özkan’ın düğünüydü.
Köyümüzde herkes toprak dam evlerde oturuyor, yaz aylarında yataklarını damlara taşır ve yaz boyu damlarda yatılırdı. Herkes gibi biz de damlarda yatıyorduk. Ben annemle birlikte yatıyordum. Bir gece uykudan uyandığımda annemi yanımda göremeyince panikleyip gözlerim kapalı sağa sola koşuştururken yaklaşık üç metrelik damdan aşağıya düştüm. Başıma toplananlar benim ölümlerden döndüğümü söylüyorlardı.
Yedi yaşımda ilkokula başlayacağım zaman komşumuz Mütevali, soğuk havalarda giymem için bana öküz derisinden yapılmış bir çift çarık verdiğinde çok mutlu olmuştum. Birkaç yıl sonra babamın bana aldığı ayakkabıyı günlerce yastığımın altına koyarak uyuduğumu hiç unutamam. Okula başladığımda sanki burası “Kortik(2) Üniversitesi” idi. Okulun kooperatifi bile vardı. Sınıfın bir penceresinin içine yerleştirilen dolaba kalem, defter, silgi ve kalem açacağı konmuştu ve buraya kooperatif diyorlardı. Para bulamadığımız zaman evden getirdiğimiz yumurtalarla buradan alışveriş yapıyorduk. Aldığımız defterler 10 sayfaydı, varlıklı olanlar daha büyük defterler alabiliyorlardı.
Okula başladığımızda hiçbirimiz Türkçe bilmiyorduk. Okulda Kürtçe konuşmak yasaktı, Kürtçe konuşanlardan iki buçuk kuruş ceza alınıyordu. Bir gün arkadaşın biri Kerim Akpoyraz’ın Kürtçe konuştuğunu söyleyince öğretmen onu oda cezasına çarptırmak isteyince o, “Öğretmenim ben Kürtçe konuşmadım, güldüm!” diyerek kendini savunmaya çalıştı.
Evde anne ve babalarımızla konuştuğumuz dili okulda konuşamadığımız için okula gitmek istemiyorduk ama babalarımız bizi zorla gönderiyorlardı. Öğretmenin çabasıyla zor da olsa okuma yazmayı öğrendik. Türkçeyi öğrendikten sonra da ders çalışmakta zorlandık çünkü o yıllarda köylülerimizin hemen hepsi bir göz odada yaşamlarını sürdürüyorlardı, evlerimizde gaz lambası bile yoktu. Çıra(3) denilen idare lambasıyla odada oturanları dahi görmekte zorlanıyorduk. Bu zorlukları hemen aşmamız mümkün değildi. Öğretmenler de bunun farkındaydılar, bu nedenle okuduğumuz dersleri bize ezberletiyorlardı.
Üçüncü sınıfa kadar tek kitaptan oluşan dersimizi ben, Mehmet Ali Ercan, Arzuman Dinçer, Şamil Turgut ve Mustafa Kaya birlikte okuduk. Dördüncü sınıfta Tarih, Coğrafya, Yurttaşlık Bilgisi derslerine geçtiğimizde tamamen zor bir sürece girmiştik. Bu zorlukları aşacağımızı ummuyorduk ve Arzuman Dinçer ile Şamil Turgut tek çareyi firar etmekte buldular. Beşinci sınıfa sadece ben, Mehmet Ali Ercan ve Mustafa Kaya gelmeyi başarabilmiştik. Beşinci sınıfta dersler daha da zordu ama buraya kadar gelmiştik ve bitirmek zorundaydık. Bitirdiğimizde tek hayalimiz vardı, o da köy enstitülerine girmek. Ali Turgut, Niyazi Çelik, Hasan Özkan, İhsan Turan ağabeylerimiz Dicle Köy Enstitüsü’ne sınavsız girmişlerdi, bizim de tek ümidimiz buraya girmekti. Bizi de buraya götürdüklerinde köy enstitülerinin varlığından rahatsız olanlar buraları öğretmen okullarına dönüştürmüştü ve bu okullara sınavla öğrenci alınıyordu. Sınavlarda dayısı olan kazandığından dört yıl üst üste girdiğim sınavlardan başarı kazanamadım. Artık yaşım 17’ye gelmişti, beşinci ve son kez başvuruda bulunarak şansımı denemek istedim. Sınav günü gelip çattı ama biz Sınağpır’da(4) ekin biçiyorduk, eve gelip gitme zahmetinden kurtulmak için tarlada yatıyorduk. Benim Keban’a gidip imtihana girmeme babam müsaade etmiyor. İmtihan günü sabah erkenden kalktım ve kirim pasımla Keban’ın yoluna düştüm ve sınava yetiştim. Son şansım yüzüme gülmüştü ve ben yedekten kazanmıştım. Fakat okuldan gelen yazıda benim evraklarımın eksik olduğu yazıyordu. Tek şansım değerli Mehmet ağabeyimdi, hemen elimden tutarak beni Akçadağ Öğretmen Okulu’na götürdü. Gerekli evrakları tamamladık ama okula iki ay sonra başlamak zorunda kaldım.
Akçadağ’a gitmek için yol parası, üst baş alımı için para gerekiyordu ve borç alacağımız kimse yoktu. Mehmet ağabeyim bana her türlü desteği veriyordu ama onun da durumu belliydi. Bana bitpazarında az kullanılmış elbise ve ayakkabı aldığını görünce dünyalar benim olmuştu. Nihayet okula başlamıştım ama ben koca bir delikanlıydım ve benimle başlayanlar birer çocuk, hepsinin yaşları on bir-on iki. Günlerce okula intibak edemedim. Aydın Köymen yeni okulu bitirmiş ve öğrencilerin psikolojik sorunlarını anlayan değerli bir öğretmendi ve onun sayesinde altı yılımı tamamladım, kendisine minnettarım.
Fen Bilgisi öğretmenlerimiz Osman Nuri Çağlar, sürekli bize kırık not verdiği için onu protesto etmeye karar verdik. İlk yaptığı imtihan için soruları kara tahtaya yazdığı halde hiçbirimiz kâğıt çıkarıp soruları cevaplamadık, o bu davranışımızı okul idaresine şikayet edince günlerce alınan savunmalarımız sonucunda bizi haklı bulan okul idaresi, o öğretmeni bir daha bizim sınıfa göndermedi.
Okul idaresi 27 Mayıs 1962’de bayram kutlamaları için bizi on kilometre uzaktaki ilçeye yürüterek götürmek isteyince araba çıkmadığı takdirde topluca gitmeme kararı aldık. Uzun tartışmalar sonucunda biz kazanmıştık ve ilçeye gidiş iptal edilmişti.
Ben dördüncü sınıftan itibaren okuldaki her sosyal faaliyetin içinde bulundum. 19 Mayıs kutlamalarında müzik ekibinde mandolin çaldım, folklor ekibini çalıştırdım, okul temsillerinde görev aldım ve “Duvarların Ötesi” piyesinde rol aldım. Mezun olduktan sonra da bu faaliyetlerin bir bölümünü köyümüzde uygulamaya çalıştım. Köyde yapılan düğünlerde en samimi ekip nerede ise ben oraya kurulurdum. En samimi bulduğum ekip: Bayram Güngör, Arif Özkan, Hüseyin Özdemir gibi yaşamın çilesini ve zevkini birlikte yaşamış büyüklerimdi. Birlikte içip sohbet ettiğim bu kişilerle aramda en az 40 yaş olmasına rağmen sohbetlerine doymazdım.
Bugün gençleri izliyorum ve o günlerdeki samimiyeti, saygıyı göremediğim için üzülüyorum. O günden bugüne ne değişti diye düşünmekten kendimi alamıyorum. Yıl 1957, öğretmen okulu karne tatili nedeniyle köydeyim. Ben Şamil Turgut, Mehmet Ercan ve Arzuman Dinçer, Ziya Boyraz arkadaşımızın evinde buluştuk ve kendi aramızda eğleniyoruz. Biraz gürültünün dozunu arttırmışız ki Ziya’nın Sabriye ninesi fırça atarak bizi evden kovdu. Bizler hiç kırılmadık ve ona saygımızı göstererek evi terk ettik. Bizden sonra Sabriye teyzenin oğlu Mehmet amca, annesine kızmış, bunu duyduğumda üzüldüm. Şimdi düşünüyorum da öğretmen okulunda bize verilen eğitimin önemini daha iyi anlıyorum.” Ali Oğuz/26.06.2025
(1) Nevrez/Navrez :İlkbaharda açan nazlı bir çiçek
(2) Kortik : Çukur. Köylülerimiz bu alanda kireç çıkardıkları için oluşan boşluk. Köyümüz ilkokulu bu alandaydı.
(3) Çıra : Huni şeklinde bir alet, idare lambası.
(4) Sınağpır : Köyümüze yaklaşık 10 km. Dışındaki bir bölge adı.