BİR KELLE PAÇA HİKAYESİ
Nimri köyümüzün o fakir fukaralık yıllarından hikaye değerinde yine bir anı. Zaman kimine göre daha dün gibi, kimine göre tarihin tozlanmış sayfalarında kalmış bırakın uyusun gibi. Bana göre bu anılar adeta dumanı üstünde tap taze.
Nimri köyümüzden Kemal Deniz anlatımı, kendi ailesinde yaşanan ilginç bir anı, zaman 1940 lı yıllar. Fakirliğin kol gezdiği ve o günler giysilerindeki yamaya bile şükretmiş yıllar yaşanıyormuş. Bu yazının konusunu oluşturan ve yaşanan günlere gelince, ya ikinci cihan harbinden önce, ya da ikinci cihan harbinden sonraki günler. Kısacası paranın adının olduğu ama, kendisinin olmadığı yıllar. Şu bir gerçek o yıllarda fakir fukaralık sadece Nimri köyümüze ve çevre köylerimizde yaşanmıyor, yurdumuzun her karış toprağında yaşanıyor. Kurtuluş savaşı 1922 yılında son bulsa da, 1923 yılından sonra, 70 in üzerinde ayaklanma ve buna benzer olaylar olmuş. Öyle kargaşalıklar sadece bizde değil, dünyanın birçok bölgesinde alabildiğince yaşanıyormuş. En sonunda Alman harbi patlak verip dünyanın çehresini değiştirdi. Tabii ki dünya o krizleri yaşarken Türkiye'de kendi meseleleri yetmezmiş gibi, olumsuz yönde fazlasıyla nasibini almış oldu. İşte o yıllarda fakirliğin yoksulluğun zirve yaptığı bir kış günü, Kemal Deniz'in içine dert olan bir konuyu, annesine sorar ve cevabını çok ilginç bir şekilde alır. Bakalım Kemal ağabeyin içine hangi dert toplanmışta, annesi Hemide halaya sorma gereği duymuş.
Kemal Deniz diyor ki henüz çocuk yaştayım, kış mevsimi gelip kendini iyice belli ettiği zaman, herkes evinde otururdu. Hatta davarları dahi komlarda ahırlarda yem verip beslerdik. Sadece günde bir kez Kendöğü ve ona yakın olan Pinti'nin suyu dediğimiz kurnalı çeşmelere, büyük baş hayvanları ve davarları sulamaya götürürdük. Yemini samanını da zaten evlerin içindeki mereklerden tavlalarına dökerdik. Durum böyle olunca köylülerimiz bağ bahçe işi olmayınca, komşularına gider gelirlerdi. Kar kış yaklaşık üç ay falan sürünce, Nimri köylülerimiz genelde bir yere gitmezlerdi. Kış aylarında kasaplık yapan bazı köylülerimiz, kalabalığı görünce orta boy bir sığır kesip satarlardı. Herkes bütçesine ve evin nüfusuna göre belli miktarda et satın alırdı. O zamanlar çevrede ne arabaların benzin mazot kokusu, ne de sanayi artığı her hangi bir şeyin kokusu vardı. Hava tertemiz olduğu için, birinin evinde et pişse köyün tamamına yayılır mis gibi kokardı.
Kemal deniz'in annesi Hemide hala ara sıra et alsa da, çoğu kez kesilen sığırın kelle ve ayaklarını alırmış. Kadın ne yapsın nüfus çok, et alsa da çok fazla alamaz, herkese birer parça verse et ya yeter ya yetmez. Fakat kelle paça öyle bir yemekte bitecek gibi değil, neredeyse bir hafta boyunca çoluk çocuğun midesine bolca et girer. Fakat daha önceden etin tadını çok iyi aldığı için, annesinin hep kelle alması Kemal deniz'in pek hoşuna gitmez. Annesine derki niye hep kelle alıyorsun et daha güzel, sacın üzerinde pişirdiğin zaman tadına doyum olmuyor. Hemide hala ne yapsın, çocukta olsa etin lezzetini biliyor. Derki oğluna, bak gülüm kellesini ayağını aldığımız zaman, bir gün paçasını yapıyorum, bir gün tirit yapıyorum, başka gün daha başka yemeğini yapıyorum, yani bir hafta boyunca evimiz kelle paça yüzünden ağzı gözü düzgün yemek yüzü görüyor. Bunun tiridi paçası yetmezmiş gibi, (iki çift bir de tek, Çarık çıkarıyorum der.)
Çarık deyince orta yaşların şehirde doğan çocukları bunun ne olduğunu bilmezler. Bundan 50, 60 yıl öncesine kadar, ülkemizde fakir köylünün vazgeçilmezi Çarık hakkında biraz bilgi vermek gerekir. Çarık yarım asırdan geriye doğru, yüz yıllarca Anadolu insanının ayağına giydiği ayakkabı görevi yapmış. Sığır derisi kalın olduğundan, köylü iki ayak büyüklüğündeki derinin orasından burasından delik delip, yine deriden yapılmış iple bağlayıp, ayak tabanını taştan topraktan koruyan ilkel bir ayakkabı gibi giyermiş. Benim 1960 lı yıllarda aklım erdiği zaman, sadece çift sürerken giyildiğini biliyorum. Çünkü babamın o yıllarda bir çift Çarığı olduğunu hatırlıyorum. Daha sonraki yollarda ucuz olduğu için, Çarığın yerini kara lastik aldığından, çift sürmeye gidenler kara lastik giyerlerdi. Aşağı yukarı köyümüzde kadın erkek büyüklerimizden herkesin illa ki Arapgir kundurası dedikleri ayakkabıları vardı. Ama bu kunduralar çift sürerken hem çabuk boyası gidermiş hem de çabuk eskirmiş, bu yüzden önceleri Çarık daha sonraları da kara lastik giyerek işi hallederlermiş. İnsanlarımız köylüde olsa fakirde olsa, gün olur şehire veya başka bir yere gidecekleri zaman, bir tane temiz ayakkabı bulundururlardı. Konuyu toparlayacak olursak eğer, köylünün bir sığır kellesinden karnını hem bol bol doyurduğunu, hem de neler neler icat ettiğini dilim döndüğünce sanırım anlattım.
Bu vesile ile yazıda adı geçip Hakka yürüyen büyüklerimize Allah rahmet eylesin mekanları cennet olsun. Ayrıca bu kelle paça konusunu bana heyecanla anlatan, Kemal Deniz ağabeyime Allah sağlıklı uzun ömürler versin...
Selahattin YALÇINER.