KAPILAR ANLATIR, HALİMİZİ AHVALİMİZİ
Her kapı açıldığında kiminin iç dünyasına, kimilerinin dış dünyasına ayak basarız. Demek ki iç ve dış dünyamızın arasına bir perde koymak gerekiyor ki, herkes öyle yapmış zaten. Perdeler zamanla belki eskimiş, belki modası geçmiş, belki de yanmış. Fakat iç ve dış dünyamızın arasına giren perdenin görünümü, hep ayrı renklerde olmuş. Peki neden aramıza illa da bir perde çekme ihtiyacı duymuşuz? Sanırım ilk akla gelen cevap, bence sadece mahremiyet için diyenler çoğunlukta olur. Sözü daha fazla dolaştırmadan anlatmak istediğim konuya giriş yapmak, en doğrusu olur inancındayım.
İnsanoğlu ilk çağlardan bu yana her canlı gibi, kendi sınırlarını belirleyen bir çizgi çizme gereği duymuştur. Bu çizgiler diğer insanlarla arasında sınır belirleyici olsa da, diğer canlılar için çizgilerin şekli şemali değişmiştir. Çünkü yaşam alanı olarak seçilen kalıcı mekanların güvenliğini de sağlamak gerekiyormuş. Günümüze kadar şekil olarak belirgin sayıda gelmese de, yakın tarihten bize ulaşanlar fazlasıyla geçmiş yılları anlatıyor.
İnsanoğlu çizdiği sınırların tamamının üzerini mevsimsel değişimlere göre kapatma imkanı olmadığı için, geceyi ve uyku hallerinde geçen zamanlarını güvence altına almışlar. Yaşam alanı olarak seçtikleri bazı yerlerin giriş çıkışlarına çeşitli çareler düşünüp bulmuşlar. Günümüzde biz bunun adına kapı diyoruz. Evet şu anda iki saniye gibi bir zamanda tırak diye kapadığımız kapılar, eskiden öyle kısa zamanda olmuyordu. İnsanlık aleminin olmazsa olmazı ve hala günümüze kadar, gerek evinin veya bağ bahçesinin duvarlarını ören '''taş''' o yıllarda kapı işlevinde de kullanılmış. Kapının adı dahi konmadığı çağlarda evlerimiz, öyle dört duvar üzerine kurulu falanda değilmiş. Çünkü ev olarak mağara veya mağara benzeri kayaların içlerini diplerini, kendilerine göre düzenleyip yaşamışlar. Ev olarak kullandığı mekanın giriş yerine, bir insanın geçeceği kadar, yani kapı görevi gören küçük bir delik bırakırlarmış. Gece yattıkları zaman da büyük boy taşlardan bir kaç tanesiyle kapatırlarmış ki, yabani hayvan vs girmesin.
Aradan yıllar asırlar geçtikçe, insanlar bir birlerinden etkilenip her alanda örnek alırlar, ve evlerini de dört duvar şeklinde inşa ederler. Her gelen asır evlerin şeklini şemalini olumlu yönde etkilemiştir. Evlerle birlikte kapılar içinde farklı çözümler bulunmuş. Kimi tek parça taş kullanmış, kimi iki, kimi de 3, 5 parça taşla kapısını tehlikeye karşı kapatmış. Zaman ilerledikçe fikir fikri, düşünce başka düşünceyi üreterek, ağaçlardan yararlanıp o günün şartlarına göre kapılar yapmışlar. Teknik geliştikçe, ilkelde olsa tahta kapılar yapılmaya başlanır. Hal böyle olunca ağacı mücevher gibi işleyip muhteşem kapılar yapmışlar. Gerek Müslümanların gerek Gayri Müslimlerin ibadet yerlerinde ve tarihi eserlerinde, ahşap işçiliğin örneklerini görebiliyoruz. Sonra kapılara kulplar mandallar ve kilitler takmayı öğrenmişler. Günümüze kadar gelen ve hala devam eden, evlerimizin içinde ve dışında egemen olan ahşap kapılar, daha nice yüzyıllar varlığını sürdürecek gibime geliyor.
Dünyanın gerçek olduğu, asıl bizlerin yalan olduğu şu coğrafyada yaşayan insanlar, her geçen günü yeniliklerle kapatmışlar. Ahşap’ın yanında metal kapılar yapılmaya başlanır. Uzunca yıllar demirden kapılar özellikle ana girişlerde egemen olmuştur. Daha sonra kimine göre sağlamlığı, kimine göre model ve renkleriyle moda haline gelen çelik kapılar çıktı. Şehir hayatında apartman katlarındaki daire kapıları, çelik olmazsa olmaz düşüncesine egemen olmuştur. Bura da ilginç olan her dairenin kapısı adeta kale gibi sağlam. Peki neden bu kadar sağlam kapılara ihtiyaç duymuşuz acaba? Apartman kapıları neyse, sonuçta onlarca daireyi güvence altına almak için diyebiliriz. Ama her katta her dairenin kapısına birer çelikten kale konmuş desek yalan olmaz. Konuyu şöyle toparlarsak eğer, hem ne demek istediğimi daha iyi anlatmış olurum, hem de biz insanların nerelerden nereye geldiğimize dikkat çekmiş olurum.
Eski çağlarda atalarımız kapı işlevi gören yerleri, yabani hayvanlardan korunmak için taşla kayayla örerlermiş. Çünkü o tarihlerde cana ve mala, tek tehlike sadece yaban hayvanlarından gelirmiş. Şu son asırda, hatta son yarım asırdan beri kapılarımıza sağlam kilitler taktık. Yetmedi asma kilitleri üst üste vurduk. Şeytan yanımızda yakınımızda ya, her apartman kapısını her daire kapısını çelik kapılarla güvence altına aldık. Ne acı ne vahim zamana gelmişiz, hatta ölmüşüz de üzerimize toprak atan olmadığı için, kokmaya başlamışız. İnsanoğlu et obur ve yırtıcı yabani hayvanları bertaraf edince, kendisi tehlikeli hale gelmiş. Çünkü kale gibi sağlam kapılar yabani hayvanlar için yapılmamış ve bu kapılar maalesef biz insanlardan gelecek tehlikeler için yapılmış.
Buna bir çare yok mu diyenler için, şu an aklıma gelen şahsi fikrimi söylemek isterim, yarın daha güzel bir fikir üreten olsun umudumla. Önce komşuluk ilişkilerimizi gözden geçirmemiz lazım, tabii ki büyüklerimizin anlattığı o eski komşulukları düşünerek. Sonra akraba ilişkilerimizi masaya yatırmamız gerek, aramızda varsa bir hata, önce o hatayı kendimizde aramak şartıyla. Niyetler iyi olduğu zaman, iyi komşu oluruz iyi akraba oluruz, hatta iyi insanların yaşadığı iyi bir ülke oluruz. Yarın daha güzel bir günün gelmesi dileklerimle.
Selahattin YALÇINER.