Merkezi seçme sınav sisteminin uygulandığı ilk üniversite gençleriydik. ÖSS sonuçlarını öğrenmek için ne bir duyuru ne bir internet ne de bir başka iletişim aracı vardı. Sınav sonuçlarında aldığı puana göre bir tercih sistemi de yoktu, öyle şeyler zaten bilinmezdi ama sınav sonuçlarını gece ajansından öğrenir öğrenmez ön kayıt için üniversitelere akın ederdi gece otobüsleriyle öğrenciler… Radyodan puanlarını öğrenen öğrenci önceliği kapmak için en erkenden yola çıkardı. Ön kayıt için şehirden şehre koşma yarışı olurdu adeta, öğrencilere eziyet çektirmek adına… Fikri zikri ne olursa olsun, konumu ne olursa olsun ülkesini ölesiye seven gençlerdik. Anlayacağınız çok farklı bir nesildi o kuşak...
***
Bizim kuşağın kıyafetleri de çok özeldi. Her şeyden önce olabildiğince takım elbise giyerdik. Boynunda kravatı çıkmayan, ütüsüz pantolon giymeyen son derece “şık” gezen bir nesildik. Erkeklerde “İspanyol paça” pantolonlar, geniş kravatlar, deri ceketler, omuzda imperteks yağmurluklar ya da kaşkolle paltolar… Modaya uygun olsun herkeste olmasa da dikkat çeken uzun saç ve favoriler, siyasi görüşe uygun, yukarı-aşağı, kalın bıyıklar, deri çizmeler…
Sol görüşlülerin en çok rağbet ettikleri asker postalları, parkalar, kalın kemerler, palaskalar, kalpaklar… Arka cepte ince dişli taraklar, yuvarlak aynalar, gömlek ceplerinde Gelincik, Bafra sigaraları…
Kızlarda genellikle etekli giysiler, lüleli saçlar, allıklar, küpeler, mini etekler, özel eğlence gecelerinde parlayan makyajlar… İnce belli mantolar, yüksek topuklu rugan ayakkabılar, döpiyesler, jarseler, koyu kırmızı rujlar, kalın kemerler ve tabii ki doğal güzellikler, vazgeçilmez güzel kokular, her özgünlüğü kendinde saklı olan masumane bakışlar, kınalı eller ve o ince bedenler... Tüm bunlar 68 ve 78 kuşağı genç kızların belirgin özellikleriydi.
Radyolarda sık tekrarlanan “Her genç kızın rüyası, Zetina dikiş makinesi” spot reklamlar kulağa çok hoş geliyordu. Zira hazır giyim henüz gelişiyordu, çoğunlukla terzilerin işi yoğun olurdu. Haliyle evlenecek genç kızların da dikiş-nakış için potansiyel üretkenlik için önerilen dikiş makinesinin özelliği bilinmeliydi.
***
Peki, bu işe anne ve babalar ne der diye soran olursa dönemin gençleri mutlak derecede anne-baba sözü de dinlerlerdi çünkü aldıkları eğitimle edindikleri terbiye ve alışkanlıklar onu gerektiriyordu. Evlilik çağına geldiklerinde, anne ve babanın sözünün geçerli olduğu bir dönemin bireyleri olsalar da, bu kuşağın özgürce karar verme özellikleri vardı. Anne ve babaların çoğu Anadolu’da yüzyıllardan beri var olan “görücü usulü” ile evlilik yapmış olmaları son derece doğaldı. Fakat bu gençlerin özgür kararlarına anne ve babaların onaylı destekleri öncelikli tercihti.
Bu evliliklerin dayandığı temel aile birliği, karşılıklı saygı ve sevginin bütünleştiği bir anlayışın egemen olmasına dayanıyordu. Bu neslin evlilikleri sade ve öz güvene dayalı uzun soluklu evliliklerdi. Çok ender olan aykırılıklar genel kaideyi bozmazdı.
50 yılı aşan evliliklerin aileye verdiği huzur ve özgünlüğü, zır-zop ilişkilerin anlaması mümkün değildi. Sevmesini de sevilmesini de iyi bilirlerdi. Onlar hem Leylâ'yı bilir hem de Mecnun'u... Uzaktan sevmenin inceliğini, sevilenin seveni bilmediği sır sevdalar yüreklere mahkûm edilmişliği bilenlerdi onlar. Onların ne unutulmaz sevdaları vardı ki adına ciltler dolusu yazılar yazılabilirdi. Aşkın da sevdanın da yaşamın bir parçası olduğunu bildiler o genç anne ve babalar şimdinin dede ve nineleri...
Duygusallıklar mevsimler gibi değişkendi. Bizim kuşağın içinde bulunduğu dönemin özelliğinin gereği olarak mevsimsel yaşadı duygularını, bunu ifade etmek için şarkılarda sevgisini belirtirken keza şarkılarda ayrılıklar olurdu. Sevgiliye yazılan mektuplar renkli kâğıtlara yazılırdı hem de kendi el yazılarıyla. Şimdikiler gibi ne mesaj ne cep telefonu ne pc ne internet vardı. Her şey orijinaldi. Bazen sevgiliye olan özlem ve hasretin belirtileri üzerine gözyaşı dökülmüş izlerle aşk mektupları, hasret dolu asker mektupları ya lavanta ya da gül kokulu olurdu, duygu dolu, gözyaşlarıyla ıslanmış, içinde bir tutam saç, bir küçük el izi, dudak izi taşıyan mektuplar... Bunlar antik tarih oldu, kalmadı hiç örneği…
***
Bu satırlarda anlatılacak o kadar çok şey vardı ki biri çıkıp ‘benim kuşağım neydi ne değildi’ diye ucu açık bir soru da sorabilir. Bunun için çok şey yazılabilir. Her zaman anılacak, konuşulacak, anlatılacak, romanlara konu olacak çok renkli hayatların sahibiydiler. Onlar çok özel gençlerdi. Övünmek gibi olmasın ama söylemeliyim ki o yıllarda efsane olan bizim kuşak iyi ki vardı. Bütün yoksulluğa, fukaralığa, imkânsızlığa, olumsuzluklara rağmen çok başarılı bir nesildi. Onlar her şart ve durumda az ya da çok mutlu bir çocukluk, sevda yükü ağır duygulu gençlik yaşadılar.
Bu efsane kuşak hiç eğilmedi, kırıldı ama hep dik durdu, umutsuzluğa kapılıp tükenmedi, her dönemde var oldular. Onlar 40-50’lı yıllarda çocuktu, 60-70’li yıllarda gençti, 80’li yıllarda darbeleri, 90'lı yıllarda ağır ekonomik krizleri yaşadılar. 2000'li yıllarda yine varlar ve bugün tekrar bir kez daha ekonomik krizi yaşıyorlar. Onların hayatlarında yaşanmış üç asır vardır. En zor dönemleri, örgütlü cehaletin, örgütlü kötülüğün egemen olduğu anki zaman dilimi oldu, onun için çok üzgünler şimdi!
***
Bizim kuşak, üç asrı bir ömre sığdırarak birlikte yaşadı; ortaçağın yokluk ve yoksulluğunu çocukluklarında, gençlik yıllarında yeniçağı, olgun yaşlarında bilgi ve ileri teknoloji çağını yaşadılar. Hiç kimseye yani hiçbir kuşağa nasip olmayan bir ayrıcalıktır bu durum. Şimdi artık uzay çağının da ötesinde 22. Asrı yaşıyorlar. Bu bilgi çağında herkesin cebinde taşıdığı kredi kartı, bilgisayar, internet, cep telefonu, süper market, mp 3 çalar, dizüstüler, tabletler, plâzmalar var. Süper kişilik ve üstün zekâlarıyla bu yeniliklere de ayak uydurdular. Örneğin moda bir haberle; 65 yaş üstü yaş almış ihtiyar delikanlılar ve genç kızlar “internet kurdu oldular” manşetle gazete haberlerine konu oldular.
***
Hiçbir insan sevgilisine o kokulu, duygu dolu uzun mektuplar yazmıyor artık! Aslında öyle aşklar da yok! Yontulmuş duygular, sembollere yüklenmiş sevgiler önden gidiyor. Günümüz gençlerinin iletilerinde çok farklı bir “dil” kullanılıyor artık! Öne çıkan, sembolleşen kısaltmalar kelimeleri temsil ediyor, bazen de cümleleri hatta sayfalar dolusu mektupların yerine kullanıldığı bile oluyor bu semboller. Örneğin; ''nbr'', ''by'', "slm'' kısaltmalarında olduğu gibi... Bu yeni iletişim dili özellikle mobil telefonlarında kısa mesaj olarak öne çıkıyor.
Son olarak; nasıl anımsanmaz şimdi; nerede o güzelim bahçelerde taze ve doğal ermiş meyveleri elimizle topladığımız günler?
Mahallede ve köyde korkusuzca oyunlar oynadığımız sokaklar, harmanlar, meydanlar nerde?
Nerede mahallenin, köyün sözünün eri bıçkın delikanlıları, mahallenin efeleri gençler nerede?
‘Komşunun, komşu külüne muhtaç olduğu’ dostluk kokan komşuluklar, arkadaşlıklar, iyi günde değil zor günde yanı başımızda duran vefalı dostluklar, ölesiye arkadaşlıklar nerde?
Bunların yanında yanakları al al olmuş utangaç kızları gören var mı şimdilerde?
Özgün ve özel değer olarak bilinen saflık, doğallık, bağlılıktan eser kaldı mı ki şimdi?
Tüm bunları düşündükçe o yokluk içinde kıvranan ama mutlu olan çocukluk yıllarını, doğanın koynunda doğayla bütünleşen birey olmanın çocuğu olarak özlüyoruz.
Farklı olan çocukluğumuzun el yapımı oyuncaklar, kuyruklu uçurtmanın peşinde koşarken düşüp yaralanan diz kapaklarını anımsayan benim kuşağım hep geçmişi geleceğe taşıdı.
Her biri bir hikâye olan anılarımızı yazarken ya da zamanı geniş kişilere anlatırken yaşanan duygu yüklü haller, işin süsü sayılır. Haliyle geçmişe takılıp anılarında yaşayan ak saçlı biz gençleri de hoş karşılamak gerekir zira başka sermayemiz kalmadı hatıralarımızdan başka…
***
Peki, şimdiki çocuklar ne yapıyor?
Sosyal medya denilen bir felaketin girdabında çocuğu, genci, yaşlısı bu sektörün esiri olmuş. Ya bilgisayarın başında ya da akıllı telefonun karşısında internette “fast-food” atıştırmalarla beslenerek, yabancı müziği indirip dinliyor. Onları bu çıkmaza doğru sürükleyen değişim ve gelişim anlatılıyor artık.
Genel görünümlerine bakıldığında bu çocukların çoğunluğu kilolu (obez) ve soluk renkli, çarpık dişlerle size tebessüm değil yüksek sesle konuşan ve gülen çocuklar! Evet, bu çocuklar da gençler de sınırsız vahşi bir teknoloji çağını yaşıyorlar.
Bizim kuşağın yaşadığı asırlar gerilerde kaldı; bir zamanlar çocuktular genç oldular, baba oldular, dede oldular. Çok zorlu aşamalardan geçtiler, yıkılmadılar, ayaktalar.
Yolun sonuna geldiler; artık yaşadıkları kadar yine yaşayamayacaklarına göre devri-daimi tamamlamak üzereler. En genci 70’e merdiven dayadı! Bir bu kadar daha ömürlerinin olmadığını biliyorlar.
***
Bu satırları yazarken konu edilen olaylar, bir hayıflanma değildir, yaş almanın hayfı hiç değildir. Sonuçta yaşamın döngüsü durmuyor. Huzurla ifade edelim ki o yılları görüp o hayatları yaşadık, asla pişmanlık duymadan!..
Bir gerçeği de itiraf etmeliyim ki o fırtınalı yılları, yarış atı misali hayata doludizgin koşan o yıllar asla unutulmuyor, özlüyoruz. Mümkün olsaydı aynı hayatı yeni baştan ama bu aklımızla büyük heyecanla daha planlı, daha verimli yaşamak isterdim!.. Tabii ki mümkün değil, istemek demek, yaşamak demek değil! Bizim kuşak iz bırakarak görevini yaptı, bundan sonrası görevler yeni teknoloji çağının yeni kuşakların olacaktır.
Burada bizim kuşağının hikâyesi bitiyor.
Esen kalınız
R.Demir