Bugun...


YAZAR : ALİ OĞUZ

facebook-paylas
ADI MURAT OLSUN”
Tarih: 14-07-2024 10:14:00 Güncelleme: 14-07-2024 10:14:00


Gerçek bir yaşam hikayesi... yazıda gerçek isimler kullanılmamıştır.

İsmail askerden döndükten sonra Fatma ile evlenmiş, birlikte sırt sırta vererek ellerindeki bir kaç parça tarlalarını ekip biçerek sorunsuz geçinmeye başlamışlardı. Yine kendilerine ait olan bahçelerinin ve bağlarının da bakımlarını ihmal etmiyorlardı. İsmail ailesine bağlı ve çalışkan biriydi. Tarlalarını sürüp ekiyor, bağ ve bahçenin işlerini hep o yapıyordu. Evlendikten bir yıl sonra doğan oğlu Ziya, ve peş peşe doğan iki kız ve bir erkek çocuklarıyla nüfusları altıya çıkmasına rağmen İsmail, giderek kalabalıklaşan ailesini iyi koşullarda geçindirmek için daha fazla çalışıp durdu. Sürekli çalışmasına karşın çocuklarına ve eşine karşı sevgisini esirgemedi. Oğlu Ziya okul çağına geldiğinde elinden tutarak okula götürüp kaydını yaptırırken; “Kendim okuyamadım çocuklarımın okuyup adam olmaları için ne gerekiyorsa yapacağım” diyordu. Çocukları onun umudu, geleceğiydi, yeter ki çocukları okusun, onları sonuna kadar destekleyecekti.

Ziya çalışkan bir öğrenciydi, babasının umutlarını boşa çıkarmayarak dönem sonunda ikinci sınıfa geçmişti, bir yıl sonra kız kardeşi Elif de okula başlayacaktı. Yaz geldiğinde ekinler biçildi, harmanlara taşınarak harmanlar kaldırıldı ve İsmail; ununu, bulgurunu hazırlayarak değirmenlere götürüp öğütüp getirerek evine yerleştirdi. Sıra bahçedeki cevizleri çırpma ve bağdaki üzümleri toplayıp eve taşıma işine gelmişti. Eylül ayının ilk haftasında eşi ve çocuklarını da alarak birlikte bahçeye giderek bahçedeki asırlık ceviz ağacına tırmandı ve elindeki sırıkla çırpmaya başladı. Cevizin her bir dalı yerden onlarca metre yükseğe ulaşmıştı. Üzerine çıktığı dalı çırptıktan sonra diğer dala tırmandı, elindeki sırıkla daldaki cevizleri çırparken tutunduğu yerden dengesini kaybederek yere düştü. Eşi ve çocukları bağrışarak onun düştüğü yere koştular, İsmail düştüğü yerde bir kaç kez şuursuzca çırpındı ve olduğu yerde öylece hareketsiz kaldı. Eşinin ve çocuklarının ağlamaları, haykırmaları fayda etmemişti, İsmail düştüğü yerde kalkamayarak ölmüştü. İsmail’in ölümünden sonra beş kişilik aile kalakalmışlardı bir dam evinin içinde. Çocukların en büyüğü olan Ziya daha sekiz yaşındaydı. Fatma, kocasının cenazesi kaldırıldıktan sonraki bir kaç gün ağlamış ve dövünmüş, ardından acısını yüreğine gömerek bundan sonra ailesini nasıl geçindireceğinin telaşına düşmüştü.

Ziya, babasının vefatından sonra köy ilkokulu açıldığında annesine, “Artık okla gitmeyeceğim” dedi. Annesi: “Ziya kendini toparla ve takıl arkadaşlarının peşine okuluna git” diyerek oğlunu azarlayınca, Ziya: “Anne ben evde kalıp sana yardım etmek istiyorum.” Annesi: “Oğlum baban senin bu durumunu görse kahrolurdu, toparlan yarından itibaren okuluna gideceksin. Kardeşlerinin de bana yükü kalmadı, Elif artık bir çok işin ucundan tutuyor, onun küçüğü Esma da ablasına destek olmaya çalışıyor sen rahat ol!” Ziya, annesinin söylediklerinden güç alarak okuluna devam etti. Okuldan eve döndüğünde ve hafta sonları annesi ve kardeşlerine yardım etmeye çalıştı.

Kış geçip havalar ısınmaya başladığı sırada çocukların annesi Fatma, aileyi geçindirmek için çareler ararken, “Kara sabanımız ve öküzlerimiz var, ona buna yalvarıp tarlaları sürdürmektense ben bu işi yaparım” dedi. Tarlalar sürülmeye başlandığı sırada oğlu Ziya’yı yanına alarak en yakında bulunan tarlaya gidip çift sürmeye başladı, bu işin acemisiydi ama başarmak zorundaydı. Ziya okul tatil oluncaya kadar hafta sonları, okullar tatil olduktan sonra da var gücüyle annesine yardımcı olmaya başladı. Elif, ev işlerini aksatmadan yapmaya çalışırken onun küçüğü Esma da ablasına yardım ediyordu.

Ekinler biçilirken, saplar harmana taşınırken Ziya ve Elif annelerine yardım etmeye çalıştılar, Esma ve ailenin en küçüğü Ahmet evde kalıyorlardı. Zor da olsa ekinler biçilip harmana taşındıktan sonra harmandan tahıl ve saman ayrıştırıldı. Elde ettikleri ürünlerden kendi ihtiyaçları olan un ve bulguru hazırlayarak değirmenlere götürüp öğütüp getirdiler ana oğul. Kışlık ihtiyaçları tamamlanmıştı ve kimseye muhtaç olmadan kendi işlerini başarıyla tamamlamışlardı. Okullar açıldığında Elif de okula başlayınca ağabeyi Ziya ile birlikte okula gidip gelmeye başladılar. Anneleri Fatma evin tüm yükünü taşımasına rağmen kızının okula gitmesine destek olmuştu. Ziya beşinci sınıfa geçtiği yıl kız kardeşi Esma da okul çağına gelmişti ama anneleri tek başına işleri yürütmeye gücünün yetmediğini söyleyerek onu okula göndermek istemiyordu. Okullar açıldığı sırada eve gelen öğretmen çocukların annesi Fatma’yı ikna ederek onun da okula gitmesini sağladı. Şimdi üç kardeş birlikte okula gidip geliyor, okul sonrası ve hafta sonları annelerine yardımcı olmaya çalışıyorlardı.

Ziya köy ilkokulunu bitirdiğinde öğretmeninin de desteğiyle yatılı öğretmen okuluna girmeyi başarınca anne ve kardeşlerinden ilk kez ayrılmak zorunda kaldı. Yatılı okulda okuduğu altı yılın yaz tatillerinde köyüne dönerek annesi ve kardeşlerine yardım etmeye çalıştı. Bu süre zarfında küçük kardeşi Ahmet dışında iki kız kardeşi de ilkokulu bitirmiş, fakat annesinin “Okutamam” demesi sonucu evde annelerine yardım etmeye başlamışlardı. Ziya, okulu bitirdiğinde Muş’un Bulanık ilçesinin Şirazlar (Akçakaynak) köyüne tayini çıkınca gidip göreve başladı. Okulların açılmasına yakın tayin olduğu köye gittiğinde okulun lojmanının olmadığını görerek köy muhtarından kalacak bir yer bulması için yardımcı olmasını istedi. Muhtar ona ahırdan dönüştürülmüş bir dam evi dışında yer olmadığını söyleyince çar naçar kabul etti. Verilen damı okullar açılıncaya kadar çamur kararak tabanını ve duvarlarını sıvayarak oturacak duruma getirdi ve evden getirdiği yatağını ve yiyeceklerini yerleştirdi. Okullar açıldıktan sonra ay başlarında ilçeye giderek maaşını alıp zorunlu ihtiyaçlarını temin etmeye çalıştı. Kış bastırıncaya kadar yağan yağmurlarda damın akmaması için sürekli loğlayarak yağmur sularının içeriye sızmasını önlemeye çalıştı. Okul sonrası evine gelerek yemek hazırlayıp karnını doyuruyor, ardından gaz lambasının ışığında bir süre kitap okuduktan sonra yatağına girerek yorganın altında ısınmaya çalışıyordu. Havalar giderek soğuyordu, çevrede topladığı çalı çırpıyı ocakta yakarak ısınmaya çalışıyordu. Aradan çok zaman geçmeden bastıran kar yağışları günlerce devam etti. Bir sabah uyandığında gece buyunca yağan karların damın seviyesine kadar evi kapattığını gördü. Pencere ve kapının önlerini tamamen kar kapatmıştı. Kapı içeriye doğru açılıyordu kendine doğru çekince kapının önünü kapatan karların bir bölümü içeriye doldu. Dışarıya çıkmak için elleriyle kar yığınını yarmaya çalıştı, ama o karlarla boğuşurken içerisi karla doluyordu. Zor durumdaydı, bu evden dışarıya nasıl çıkacaktı? Bir yandan elleriyle karı yarmaya çalışırken bir yandan da var gücüyle bağırarak, “Beni duyan yok mu? Duyuyorsanız yardım edin” diye bağırıyordu. Saatler sonra küreklerini kapıp gelen bir kaç kişi uzun uğraşlar sonunda yolun kapıya kadar olan bölümünde dışarıya rahatlıkla çıkacak bir geçiş yolu açtılar. Ziya evinden dışarıya çıkmıştı ama her kar yağışı ve rüzgarlı günler sonrası aynı sorunlarla boğuşmak zorundaydı. Kar yağışından sonra oluşan dondurucu soğuklar onun iliklerine kadar işliyordu, yaşamı boyu böyle bir karakış görmemişti.

Okullar tatil olur olmaz annesi ve kardeşlerine destek olmak üzere hemen köyüne döndü. Sonraki yıllarda da aynı koşullarda öğretmenlik yaptı ve okullar tatil olur olmaz köyüne koştu. Maaşlarında artırdıklarıyla ailesine destek olmaya çalışıyordu ama annesi halen kara sabanla çift sürüp ekin ekiyordu, kız kardeşleri Elif ve Esma annelerinin en büyük yardımcıları olmuşlardı fakat her biri koca kız olmuştu. Bir kaç yıla kadar nasipleri çıkarsa evlenirlerken onlara babalık yapmak zorundaydı. Küçük kardeşi Ahmet köy ilkokulunu bitirmiş, yatılı bir okula giremeyince ilçede ev tutarak ortaokula başlayacaktı. Yaz boyu durmadan ekin biçmeye, harman işlerine koşturup durdular. Kendisine “Ziya artık ekmeğini kazandın ne zaman evleneceksin?” diye soranlara, “Annem ve kardeşlerim bu durumdayken nasıl evlenirim” diyerek geçiştiriyordu. Yaz boyu köyde ailesine yardım etti. Okulların açılmasına bir hafta kala görev yaptığı köyüne gitmeden kardeşi Ahmet’ti yanına alarak ilçeye götürdü ortaokula kaydını yaptırdı, kalacağı evi kiraladı ve iki aylık kirasını ödedikten sonra, “Ahmet, iki aylık kiranı ödedim, bundan böyle evinin kirasını ve okul harçlığını her ay postaneye göndereceğim, gidip oradan alırsın. Anneme sakın yük olma, ihtiyacın olduğunda yaz hemen göndereyim.” İlçede işleri bitince evin eksiklerini tamamlayarak birlikte tekrar köye döndüler. İki gün sonra Ziya görev yaptığı köyüne hareket etmeden önce annesine de bir miktar harçlık bırakarak herkesle vedalaşıp ayrıldı köyden.

Kardeşi Ahmet ortaokulu bitirdiğinde, yıllarca köyde çok zor şartlarda çalışan Ziya’nın da şehir sırası gelmiş Bulanık’ta bir ilkokula tayin olmuştu. Okulu tatil olur olmaz hemen köye döndü, kardeşi Ahmet ile birlikte ekin ve harman işlerine yardımcı oldular. Kız kardeşi Elif’in talibi çıkmıştı harmanlardan sonra yapılan düğün ile evlendi. Ziya, okulların açılmasına yakın aileyi toplayarak, “Anne Ahmet bu yıl liseye başlıyor, ben yanıma götüreceğim, sen köyde Esma ile kalacaksınız. Artık tarlaları sürme, hayvanları da azalt seneye hep birlikte otururuz.” Annesi: “Oğlum, sen mesleğe başlayalı kaç yıl oldu artık evlenme çağın geçiyor, sen bizi düşüneceğine bir an önce evlenip ev bark sahibi ol.” “Ziya: “Anne şimdi evlenmenin sırası mı? Sen bizim için ömrünü çürüttün ben önce senin çift çubuktan elini çekmeni hal etmeden evlenmem.” “Yavrum senin maaşın hangi birimize yetecek biz burada rahatız, gönlünde kim varsa gitmeden adını koyalım. Sen şimdilik kardeşini al götür okula kaydet ve ona sahip çık. Yazın geldiğinizde de düğününüzü yapalım,” dediyse de söz dinletemedi. Okulların açılmasına yakın kardeşini de alarak döndü görev yerine. Önce kardeşinin kaydını yaptırdı, ardından kiralık tuttuğu eve bir kaç yeni eşya aldı ve birlikte yapıp, pişirip geçinmeye çalıştılar.

Zaman hızla geçip gidiyordu, her yaz tatilinde iki kardeş köye dönüp anneleri ve kız kardeşleri Esmaya yardımcı olmaya çalıştılar. Köye geldikleri bir yaz tatilinde Esma’nın da talibi çıkınca o da evlenip ayrıldı baba ocağından. Anneyi köyde tek başına bırakamazlardı, kalan hayvanları da satarak anneleriyle birlikte döndüler Bulanık’a. Ahmet liseyi bitirinceye kadar her yaz köye giderek tatillerini köyde geçirdiler, okullar açılınca döndüler. Ahmet liseyi bitirdiği yıl Ankara’da bir üniversiteyi kazanınca onun okul kitapları ücreti, harçlık derken giderek geçim zorlaşmaya başladı, yaz tatilinde annesiyle her köye gidişinde annesi bir yandan, kız kardeşleri bir yandan Ziya’nın evlenmesi için alternatifler sundular ama o her seferinde “El alemin kızını bu parayla geçindiremem,” diyerek reddetti.

Kardeşi Ahmet üniversiteyi bitirdikten sonra Ankara’da işe girince biraz rahatlamıştı, artık köye yaz tatillerinde annesiyle birlikte gidiyor, tatil bitince birlikte dönüyorlardı. Kardeşleri iş güç, evlenip çocuk sahibi olmuşlardı. Her köye gidişlerinde köyde evlenecek bir kaç kız adayı gösterilse de o, “Düşüneyim, kısmetse olur” diyordu. Böyle söylüyordu ama geçen bunca sene farklı bahaneler göstererek evlenmemişti. Annesi de kız kardeşleri de biliyorlardı ki ağabeyleri ailenin geçimiyle uğraştığından bu güne kadar evlenememişti. Köyde bulunduğu sırada kız kardeşi Elif onu evine çağırarak, “Bak abi, Allah razı olsun sen bizim yüzümüzden evlenemedin. Bizim çocuklarımız kocaman oldu. Bayroların kızı Meryem ortaokulu bitirmiş güzel de bir kız, sor soruştur gidip sana isteyelim.” “Kız kaç yaşında?” “On sekiz, bilemedin on dokuz yaşında.” “Elif bacım ben kırk altı yaşıma girdim, bana o kızı verirler mi?” “Abi sen git kızı gör sor soruştur, biz o işi hal ederiz...”

Ziya iki gün sonra Elif’e uğrayarak, “Eğer kızı verirlerse hemen evlenirim” dedi. Elif önce gidip kızla görüştü, ardından kızın anne ve babasıyla. Biraz ayak dirediler ama sonunda olur verilince gidip kızı istediler. Hemen köyde düğün kuruldu ve Ziya ile Meryem evleniverdiler. Ziya köye annesiyle birlikte gelmişti ama Düğünden sonra annesi ve eşi Meryem’le birlikte görev yerine dönüyorlardı.

Ziya çok mutluydu karısı Meryem’i çok seviyordu fakat evliliklerinin üzerinden bir kaç yıl geçmesine rağmen Meryem ona bir çocuk verememişti. Annesi iki de bir “Oğlum kaç yıl geçti yoksa karın kısır mı?” diye diye gözleri açık ölmüştü. Annesinin vefatından sonra da bir yaz tatilinde kardeşi Ahmet’i ziyaret ettikten sonra bir kaç doktora uğrayıp muayene oldular. Doktorlar sorun yok diyorlardı. Bir süre sonra onlar da artık ümitlerini keserek çocuk sevgilerini yeğenlerinde yoğunlaştırdılar. Ziya emekli olduktan sonra Ankara’nın dış semtlerinin birinde bir sobalı ev aldı ve kış aylarını Ankara’da yaz aylarını da köyde geçirmeye başladılar. O yıl köye geldiklerinde Ziya altmış dört yaşına, Meryem de otuz yedi yaşına girdiklerinden artık çocuk bekleme hayalleri kalmamıştı. Sonbaharda köyden Ankara’ya dönerlerken Meryem Ziya’nın kulağına eğilerek “Galiba ben hamileyim!” dediğinde Ziya’nın kalbi duracak gibi oldu, kısık bir sesle: “Emin misin?” diyebildi. Meryem: “İki aydır adet görmüyorum, sürekli kusuyorum. Anneme sorduğumda kesinlikle hamilesin dedi.” Meryem yol boyunca da otobüste sürekli kusup durdu. Ankara’ya geldikten bir hafta sonra gittikleri doktor “Eşiniz hamile fakat otuz yedi yaşında olduğu için sürekli kontrol altında tutulması gerekiyor,” dedi.

Onlar da öyle yaptılar, kontrollerini aksatmadan sürdürdüler. Buna rağmen Meryem’in beşinci aydan itibaren başlayan sancıları giderek artınca hastaneye götürülerek müşahede altına alındı. Hastanede bir gece yarısı aniden şiddetlenen sancılar sonrası doğum yapan Meryem, beş buçuk aylık bir erkek çocuk doğurdu. Dışarda bekleyen Ziya’nın uzun yıllardır hayalini kurdukları çocukları beklemedikleri bir anda doğmuş, mutluluktan dünyalar onun olmuştu. Odaya çıkarılan hanımı Meryem’e sarılarak “Oğlum nerede?” diye sorduğunda odada bulunan hemşire “Eşiniz prematüre doğum yaptığı için oğlunuz bir müddet kuvöz ’de duracak.” Ziya heyecanını yenemeyerek “O da ne demek?” “Beyefendi eşiniz erken doğum yaptı.” Ziya söylenenleri anlayamamıştı şaşkın şaşkın hemşireye bakarak, “Oğlumun adı Murat olsun, Murat'ımı ne zaman kucağıma alacağım, onu ne zaman göreceğim?” Hemşire: “Ben sizi kuvöz odasının girişine götürüp oğlunuzu size göstereceğim, beni takip edin.” Hemşirenin peşi sıra odadan çıktılar, hemşire Ziya’yı cam bölmenin önünde bırakarak içeriye girdi ve bir cam kuvözün önünde durarak “Oğlunuz bu!” dedi. Ziya gördüğü manzara karşısında hayal kırıklığına uğramıştı. Bir kedi yavrusu büyüklüğündeki çocuk, üzerine bağlı bir kaç ince hortumla hareketsiz yatıyordu.

Ziya ona bakarak göz yaşlarını tutamadı ve kendi kendine söylendi: “Ya Rabbim Murat'ımı tez elden kucağıma almama yardım et!” Ellerini havaya kaldırarak dualar ediyor, gözünü ayırmadan cam fanus olarak nitelediği kuvöze bakıp duruyordu. Meryem hastaneden taburcu olduğunda günlerce kocasıyla birlikte oğullarının bir an önce kucaklarına verilmesi için kuvöz odasının önünde nöbet tuttular ama Muratları bir türlü kucaklarına ulaşamadı. Günler sonra yanlarına gelen doktor, “Başınız sağ olsun, erken doğan çocukların yaşama şansları bir hayli az. Biz onu yaşatabilmek için elimizden geleni yaptık” dediğinde dünyaları başlarına yıkıldı. Onu ancak on iki gün yaşatabilmişlerdi ve annesiyle babasının kucağına ulaşmadan yaşamını yitirmişti. Uzun yıllar hasretini çektikleri çocuklarının vefatıyla çocuk sahibi olma hayalleri sona ermişti.

 



Bu yazı 558 defa okunmuştur.

FACEBOOK YORUM
Yorum

YAZARIN DİĞER YAZILARI

HAVA DURUMU
YAZARLAR
ÇOK OKUNAN HABERLER
  • BUGÜN
  • BU HAFTA
  • BU AY
2496 Okunma
1932 Okunma
1615 Okunma
1363 Okunma
1008 Okunma
862 Okunma
763 Okunma
682 Okunma
644 Okunma
621 Okunma
572 Okunma
502 Okunma
493 Okunma
477 Okunma
445 Okunma
433 Okunma
420 Okunma
394 Okunma
3969 Okunma
3615 Okunma
3526 Okunma
3254 Okunma
2971 Okunma
2496 Okunma
2147 Okunma
2052 Okunma
1932 Okunma
1930 Okunma
1827 Okunma
1615 Okunma
1470 Okunma
1363 Okunma
1250 Okunma
1185 Okunma
1064 Okunma
1053 Okunma
SON YORUMLANANLAR
  • HABERLER
  • VİDEOLAR
HABER ARŞİVİ

Web sitemize nasıl ulaştınız?


HABER ARA
YUKARI