“ŞEYTAN DÜRTTÜ”
Yaşanmış gerçek bir öykü. Yazıda gerçek mekan ve isimler kullanılmamıştır.
Veysel, uzun yıllar Anadolu’nun farklı illerinde görev yaptıktan sonra Ankara’ya tayin olmuştu. Ankara’ya gelir gelmez çocuklarının okullarına yakın semtlerde kiralık ev aramaya başladı. Bir kaç günlük arayıştan sonra uygun bir semtte bulduğu evi kiralayarak hemen evinin eksiklerini eşiyle birlikte tamamlamaya, evi temizlemeye başladılar. Onlar karı koca ev temizliğiyle uğraşırlarken açık bırakılan giriş kapısından içeriye giren 65-70 yaşlarında bir bayan; “Hoş geldiniz, bir şeye ihtiyacınız var mı?” diyerek içeriye girmişti. Veysel elindeki işi bitirmeye çalışırken eşi Esin onu karşılayarak ayak üstü kim olduğunu, ne istediğini sordu.
Gelen yaşlı kadın:
“Ben karşı dairede oturuyorum ismim Hatice. Sesler duyunca kapıya çıkıp bakayım dedim. Kapınızı açık görünce tanışmak istedim.”
Esin:
“Hatice abla ayakta kaldın kusura bakma, şu anda evde oturulacak tek sandalyemiz dahi yok. Temizlik yapıp, evin eksiklerini tamamlar tamamlamaz hemen taşınacağız.”
Yaşlı kadın:
“Kızım siz işinize bakın ben yeni gelen komşularıma hoş geldiniz demeye gelmiştim.”
Ayak üstü bir süre apartmanın sorunlarından, komşulardan söz ettikten sonra Hatice hanım “Kolay gelsin” diyerek çıkıp gitti. Yaklaşık yarım saat sonra “Kolay gelsin” diyerek tekrar geldiğinde; elindeki kocaman tepside yeni demlenmiş bir çaydanlık çay, bardaklar ve dilimlenmiş bir kek vardı. “Sabahtan beri çalışıyorsunuz, biraz ara verip çayınızı için” diyerek tepsiyi bırakıp döndü evine. Veysel ve karısı işlerine ara vererek bırakılan çaydan içip, getirilen kekten yediler ve akşama doğru işlerini bitirdiklerinde getirilen tepsiyi komşularına bırakarak teşekkür edip ayrıldılar.
Birkaç gün sonra kiraladıkları eve taşındılar. Veysel, hanımıyla birlikte gelen eşyaları yerleştirirken yanlarına gelen kızları Esra:
“Anne bir kadın geldi seni soruyor bakar mısın?” Esin elindeki işi bırakarak kapıya yöneldiğinde gelen hanımın karşı komşusu olduğunu gördü. Yine çay demlemiş ve tepsiye bir paket te bisküvi koyup getirmişti. Esin bu yaşlı kadının yaptıkları karşısında mahcup olmuştu.
“Ablacığım neden zahmetlere girdin, biz öncelikle mutfağı yerleştirdik, çocuklar acıkıncaya kadar boş durmayıp yatacağımız yatakları yerleştirelim dedik.”
Hatice hanım:
“Aşk olsun bir çayın lafı mı olur, yemek işi hazır oluncaya kadar çocuklar aç beklemesin.” Esin ona teşekkür ederken o komşuları işlerine devam etsin diye elindeki tepsiyi mutfağa bırakarak sessizce evine geçmişti bile... Ev tamamen yerleştirildikten sonra Veysel, mehil müddeti bitmeden kızı Esra ve oğlu Efe’nin gidebilecekleri okulları ayarladı, çocukların ihtiyaçlarını tamaladı ve izini bittikten sonra da kamu kuruluşundaki işine başladı. Hanımı Esin de yakında işe başlayacaktı. Yeni geldikleri muhitte alışma, ev ihtiyaçları derken birkaç kez karşı komşularıyla karşılaşıp ancak hal hatır sorabilmişlerdi. Yaklaşık bir ay süren yoğun telaş bitince karşı komşularını ziyaret etmeye karar verdiler.
O gün küçük bir hediye alarak karşı komşularının kapısını çaldıklarında Hatice hanım onları güler yüzle karşıladı. İçeriye geçtiklerinde evin orta kesim bir ailenin zevklerine göre döşendiğini; koltukların, halıların ve yerlerin ter temiz olduğunu gördüler.
Hal hatır sorduktan sonra Veysel:
“Teyze sen burada tek başına mı yaşıyorsun?” diye sorduğunda Hatice hanım:
“Evet. Koca ölmüşse ve çoluk çocuk evlenip yuvadan uçmuşsa, kimsenin başını ağrıtmamak için kendi başının çaresine bakacaksın.”
Esin araya girerek, “Abla kaç çocuğun var?” Hatice hanım çayı koymak üzere yerinden kalkarken, “Sekiz çocuk, üçü rahmetlinin ilk hanımından, beşi de benden!” Hatice hanım mutfaktan çayı koyduktan sonra dönerken, “Çocukları neden getirmediniz?” diye sorunca Veysel:
“Oturup derslerine çalışsınlar, gittikleri yerlerde rahat durmuyorlar.” Hatice hanım otururken
“Keşke çocukları bir başlarına bırakmayıp getirseydiniz” dedi. Veysel ona başka bir soruyla karşılık verdi.
“Teyze çocukların Ankara’da mı, gelip seni ziyaret ediyorlar mı?” diye sordu. O: “Çocuklarım sık sık geliyorlardı, her biri Ankara’nın ayrı semtinde. Geliş gidiş dünyanın parası, ayrıca elleri boş gelmiyorlar. Ben onlara sık gelmeyin, benim durumumu öğrenmek istiyorsanız evde telefon var ararsınız dedim. Şimdi haftada bir, on beşte bir geliyorlar ama her gün biri ikisi telefon edip hatırımı soruyor” dedikten sonra ayağa kalkarak mutfağa yöneldi ve çayları doldurup geri döndü. Çaylar içilirken konudan konuya geçerek sohbet ettiler ve evlerine döndüler.
Bu görüşmeden yaklaşık bir hafta sonra Veysel görevi nedeniyle il dışına gitti. Veysel'in gittiği günün akşamı Esin, iş dönüşü karşı komşusunun kapısını çalarak
“Abla Veysel il dışına çıktı akşam buyur bize gel” dedi. Hatice hanım gelen teklifi geri çevirmedi “Tamam gelirim” dedi. O akşam sohbet sırasında komşulardan söz açıldığında Hatice hanım,
“Sizden başka kimselere gitmiyorum, üstelik üstümde oturan komşumla kavgalıyım” dedi. Esin nedenini sorduğunda o:
“Evde ne bulursa balkondan benim balkonuma silkeliyor, hatta kap kacaktan kalan pislikleri de balkondan aşağılara savuruyor, defalarca ikaz ettim, atıştık ama huylu huyundan vaz geçmiyor.”
Esin:
“Ablacığım ona bulaşıp sinirlerini bozma” dediyse de Hatice hanımı sakinleştiremedi. Onu sakinleştirmek için konuyu değiştirerek,
“Onu bunu boş ver abla sen nerelisin?”
“Annem babam Yozgat’lı ama ben Ankara’da doğdum, hiç Yozgat’ı görmedim.”
“Baban ne iş yapıyordu?”
“Babam Ankara’ya geldikten sonra Yenimahalle’de bir okula hademe olarak girmiş, işine yakın olsun diye Demetevler’de bir oda gecekondu tutmuş, önce iki abim peşinden ben ve benden sonra üç kardeş daha doğurmuş annem. Babamın maaşı yetmediği için annem bizi baş başa bırakıp Yenimahalle’de evlere temizliğe giderken biz çıkıp sokakta oynuyorduk. Annem kazandığı paralarla yün alıp bize geceyarılarına kadar çorap, kazak örüyordu. Biz o kadar insan bir odanın içinde büyümeye çalıştık. Mahallenin çocuklar hep problemliydi, iki abim okula gidip bitiremeyince ben de üçe geçtiğimde babam beni okula göndermedi.”
“Ablacığım kiminle, nasıl evlendin?” Hatice derin bir iç çekişten sonra,
“On altı yaşıma girdiğimde bir akşam babam: ‘Bu gece seni istemeye gelecekler, kendine çeki düzen ver” dedi. O akşam gelip beni istediler, beni istiyen adam memurmuş hiç itiraz etmeden verdiler. İki gün sonra nikah yapıldı ve evlendik. Evlenir evlenmez kocamın ilk karısından üç çocuğunu kucağımda buldum. Ben onların yemeğini yapıp, üst başlarını yıkayıp temizlerken peş peşe benimkiler geldi. Oldular tamı tamına sekiz çocuk, adam/kocam maaşını yetiremeyince emekli oldu. Hiç olmazsa kiradan kurtulalım diye bu evi aldık ve buraya taşındık. Kocam emekli olduktan sonra da bulduğu işlere gidip geliyordu, artık çocuklar da büyümüştü onlar da iyi kötü iş peşinede koşturup duruyorlardı. Kocam emekli olduktan iki yıl sonra hastalandı, hasta hasta iş peşinde koşuşturuyordu. Kendisine otur dinlen dedikçe o: ‘Gidip bir çorba parası kazansam kötü mü olur’ diyordu. Bir gün aldığı işi bırakıp dönerken yolda öldüğünü söylediler. Çocuklar bir süre kazandıklarını getirip birlikte yediler, sonra: birer birer evlenip ayrıldılar evden. Koca evde ben yapayalnız kalmıştım.”
Hatice hanım her insanın yüklenemeyeceği zor koşullarda hayata tutunmaya çalışmıştı, buna rağmen yaşama bağlıydı. Çektiği sıkıntılar onu bir hayli yıpratmasına rağmen gelenek ve göreneklerinden bir şey kaybetmemişti. Konuşurken karşısındakini kırıp incitirim kaygısıyla sözlerini özenle seçiyor, gün görmüş aydın bir hanımefendiydi. Her gün beş vakit namazını kılıyor, bu yaşına rağmen evinin temizliğini, yemeğini yapıyor, çamaşır ve bulaşıklarını yıkıyordu. Arada bir uğrayan çocuklarına kocasından kalan emekli maaşından vererek ihtiyaçlarını temin etiriyordu.Yeni komşusu dışında kimselere gidip gelmiyordu. O yıl kış ve ilkbahar aylarında birkaç kez karşı komşusuyla akşam sobbetleri dışında evinde sade bir yaşam sürdü. Yaz aylarında karşı komşusu çocuklarını alarak tatile çıkarken Esin: “Hatice abla biz on beş yirmi gün yokuz ev sana emanet” diyerek çıkıp gittiler. Hatice hanımın karşı komşularının tatile çıkışının üzerinde henüz bir hafta geçmişti ki olanlar oldu...
Bir sabah kalkıp namazını kıldıktan sonra tekrar yatağına uzandı. Vakit geç olmuştu, kalkıp bir süre evin içinde dolaştı ve ardından mutfağa geçerek kendine kahvaltılık bir şeyler hazırladı. Tam kahvaltıya oturuyordu ki üst komşusunun önce yatak örtülerini, ardından halılarını ve yoluklarını silkelemeye başladığını gördü. Kahvaltı yapmadan balkona çıkarak üst komşusuna ağzına geleni saydı. Üst komşusu cevap vermeden girmişti içeriye. Canı sıkkın söylene söylene kahvaltısını yaptı, çıkan kapları yıkadı ve koltuğun birine oturdu. Aradan ne kadar zaman geçmişti bilmiyordu, tam ayağa kalktığında Ezan okunuyordu. Gidip abdestini aldı ve gelip salonun ortasında öğlen namazına durdu. Namaz kıldığı sırada secdeden başını kaldırırken üst komşusunun halılarının balkondan sarktığına gözü takıldı. Namazı yarıda bırakarak kalkıp mutfağa gitti, ocağı yaktı ve elinde büktüğü gazeteyi tutuşturarak balkona çıkıp sarkan halıları tutuşturdu. Halılar yanarken tekrar salona dönüp yarım bıraktığı namazını kılmaya devam etti. O namaz kılarken tutuşan halıları fark eden üst komşu kıyametleri koparıyordu. Müdahale etmez ise evin tutaşacağını gören üst komşu, kovalarla su taşıyıp yanan halılarını söndürmeye çalıştı. Üst komşu yanan halılarına su dökerken o bir şey olmamış gibi namazını kılmayı sürdürüyordu. Namazı bittiğinde dışarıya çıkmadan balkonuna baktığında; üst komşusunun halılarını söndürmek için döktüğü sular ve yanık halı parçalarının balkonuna döküldüğünü, balkon ve camlarının tamamen battığını gördü. Odanın içinde söylenip gezinirken kapının zili çalmaya başladı, gidip kapıyı açtı kapıda iki polis duruyordu.
Bir süre bakıştılar, polisler:
“Teyzeciğim seni götürmeye geldik, üst komşunun halılarını yakmışsın!” dediklerinde, Hatice hanım “Benim haberim yok” dedi ama söz dinletemedi. Polisler kolundan tutup götürdüler karakola...
Karakola getirildiğinde ifadesi alınırken o ısrarla
“Benim haberim yok, ben yapmadım” diyordu ama söz dinletemiyordu. Sonunda polisin biri:
“Teyze senin kimin kimsen yok mu? İsimlerini ver de çağıralım, yoksa seni gözaltına alacağız.”
Hatice hanım:
“Benim hiç kimsem yok” dedikçe,
Polis:
“Güvendiğin bir komşun, akraban veya arkadaşın da mı yok?” o ısrarla Yok” diyordu. Polis önce bağırıp çağırdı olmadı, ardından da:
“Teyze elini ayağını öpeyim, mutlaka bir tanıdığın vardır söyle de çağıralım!” Polisler Hatice hanımdan cevap alamayınca onu o gece gözetim altına aldılar. Ertesi gün de ifadesini değiştirmeyince şikayetçi komşulara gittiler;
“Kadın kimsem yok diyor, şikayetinizden vaz geçin ve barışıp dönün evinize.”
Şikayetçi komşu:
“O ne cindir o! Onun bir sürü çocuğu var size yalan söylüyor. Oğlunun biri buraya yakın bir kamu kuruluşunda çalışıyor, telefon ederseniz hemen gelir."
Polisin biri telefonla Hatice hanımın oğlunu bulup karakola çağırdı. Karakola gelen kısa sürede diğer kardeşlerine haber verdi ve halıları yanan komşuya iki yeni halı alınarak sorun çözüldü. Olaydan sonra çocuklardan duyup karakola gelemeyenler de annelerinin evinde toplandılar. Çocuklar birer birer sorguladılar annelerini:
“Anne komşunun halılarını neden yaktın?” Çocuklar annelerinin yaptıklarına anlam veremiyorlardı, bu nedenle sorgulamanın dozunu artırıyorlardı, Hatice hanım ise sessizliğini sürdürüyordu. Çocuklar akıl almaz böyle bir davranışa cevap almakta ısrar edince Hatice Hanım başını önüne eğerek:
“Kadın evinde ne varsa balkonuma silkeleyince çıkıp kendisine ‘Yapma’ diye bağırdım. Ben öğlen namazını kılarken halılarını balkonuma sarkıttığını görünce o anda Şeytan dürttü, namazı yarım bırakıp ocakta yaktığım gazeteyi alıp dışarı çıktım. Bir daha yapmasın diye aşağıdan halılarını tutuşturdum. İnşallah dersini almıştır...”