Bugun...


YAZAR : AV.LEVENT BİLGİN

facebook-paylas
KEMAL HOCANIN ARDINDAN
Tarih: 08-06-2024 12:04:00 Güncelleme: 08-06-2024 12:38:00


KEMAL HOCANIN ARDINDAN


Anlar vardır; bellek durur, sözler susar, kalem yazmaz, zorlarsın kendini bir şeyler yazmaya gözyaşların engel olur bu kez. Keban Çınarından düşen son yaprak Kemal ÖZMEN Ağabeyim oldu. Kimseye yük olmadan tam da arzuladığı gibi ansızın aramızdan ayrıldı, bizlere ardından nemli gözlerle bakmayı reva gördü sonsuzluğa uçarken. Keban Paşa Pınarı Mezarlığında çok sevdiği ilçenin toprağına emanet ederken son hizmetinde bulunabilmenin tesellisi kaldı sadece elimde, oysa yapacak çok işimiz, yaşama geçirmek istediğimiz nice düşüncevardı. Düşündüklerimizi yaşama geçirmeye ömrü yetmedi bundan sonra kendi çabalarım ve sevenlerinin katkılarıyla devam etmekten başka çaremiz yok ne yazık ki. 
Kemal Hocam 1950 yılında Tapukatibigillerden Ahmet Amca ile Safiye Annemin üçüncü erkek evlatları olarak dünyaya gelmişti. Benimle hem anne hem de babam tarafından üç değişik noktadan kan hısımlığı vardı. 1971 yılında ben henüz 6 yaşında iken Ankara Hacettepe Üniversitesi'ne kaydolduğundan benim dünyamda çok çalışkan, prensipli, okumaktan bıkmayan, son derece titiz bir rol modeldi. Elimden geldiğince istifade etmeye çalıştım son ana kadar. 
Elazığ'ın küçük bir ilçesinden çıkıp Başkent Ankara'ya gitmek, o devirlerde henüz öğrenci barınmasına yönelik yurt olgusunun olmadığı bir dönemde kısıtlı olanaklarla okumanın zorluğunu bugün anlamak oldukça zor. Ancak Kemal Abim bu zorlukların üstesinden gelerek bitirdiği fakülte de öğretim elemanı oldu. Geçtiği yolun meşakkatini hiç unutmamıştı ki bizlerin Ankara'da yüksek tahsilde olduğumuz 1980'li yıllarda eli hep üzerimizde oldu. Bu elinin üzerimizde oluşunu hep hissettik. Ankara'da kendimizi hiç yalnız hissetmedik arkamızda koca bir dağ gibi Kemal Abimiz vardı. Bu özelliği yaşamının sonuna kadar var oldu. Tanıyanların aktardığına göre okulda ders verirken tespit edebildiği ihtiyaç sahibi öğrencilerinin ihtiyaçlarını kaynağını kendilerine hissettirmeden karşılayan biriydi. Hani inanışımıza göre de sağ elin verdiğinden sol elin haberi olmamalı demiyor muyuz, Kemal Hocanın yaptığı da aynen bu imiş. Gücünün yettiği oranda tüm darda olanın yanına koştu yaşamı boyunca, reklamsız ve sade bir şekilde.  
Cumhuriyetin neredeyse yarım yüzyılını tamamladığı bir dönemde lisans eğitimini almış, Anadolu'nun ücra bir kazasından o devrin tüm yurttaşlara sunduğu fırsat eşitliğinden yararlanarak okuduğu, belleğinin bir tarafında dururdu. Yılmaz bir cumhuriyet savunucusu idi. Müspet bilimlerin önemini, sosyal bilimlerde ezberin yerine özgün yorumlamayı yaşamının sonuna dek savundu. Ülkemizin ciddi basın yayın organlarında çıkan yazılarının ana teması Cumhuriyet kazanımları ve hümanizma idi. Kendine özgü üslubuyla kaleme aldığı yazılarının yayınlandığı gün mutlaka haberdar edilir ve eleştirilerimizi büyük bir titizlikle dinlerdi. Karşısında fikir beyan eden kişileri çözümün bir parametresini bulabilme umuduyla sabırla dinleme alışkanlığını hep takdir etmişimdir. Rahmetli Uğur MUMCU'nun "Bilgisiz fikir olmaz" sözüne değer verir, yaşamda en büyük kötülüklerin cehaletten geldiğine inanırdı.
Akademik yaşamında tüm basamakları bileğinin hakkıyla çıkmıştı. 12 Eylül sonrası zannediyorum 1985-86 yılları ve kendisi de yardımcı doçentti. Bir hafta sonu iznimde uğradığımda YÖK'ün doğu bölgelerindeki üniversitelere gönüllü giden akademisyenlere bir akademik unvan veriliyordu. Ben de bu hakkı kullanıp kullanmayacağını sormak gafletinde bulundum. Bana kızdığını anlamıştım ama bir kez söz ağzımdan çıkmıştı. "Ben ulufe istemem, doğudaki bir üniversitede de Fransızca öğretmenliği mi yapacağım? Ben bu dili 11 aksanıyla konuşan biriyim. Bu şekilde bir akademik unvan kazanmayı zül addederim. Kendime olan saygımı yitiririm."sözleriyle karşılık verdi. Önemli bir ders almıştım kendi hesabıma. Bu ulufe sisteminden yararlanan birçok akademisyenden yıllar sonra Profesörlük unvanına ulaştı onurlu ve başı dik bir şekilde. Her akademik unvanı alışının sonucunda literatürümüze(alıntısı oldukça az) birer kitap kazandırmıştı. 
Ülke sorunlarına duyarlı bir aydın olarak cumhuriyetimizin kurucu değerlerine sahip çıkmayı ve bu amaçla yapılan faaliyetlere katkıda bulunmayı bir görev edinmişti. Bu özelliğine verilebilecek örneklerin başlıcası, asılsız Ermeni Soykırımı iddialarına karşı Genelkurmay Askeri Tarih ve Stratejik Etütler Başkanlığınca yayınlanan "Arşiv Belgeleriyle Ermeni Faaliyetleri" adlı dört ciltlik eserin Fransızca'ya çevirisini yaklaşık 1,5 yıllık bir zaman dilimi içerisinde büyük bir titizlikle yapmasıydı.
"Doğana beşik, ölene tabut" şeklindeElazığ'da bir özdeyiş vardır.Kemal Abim bizim sülale ve Ankara'ya işi düşen Kebanlılar için tam da bu özdeyişin tarif ettiği bir kişiydi. Yaşamının yaklaşık 10-15 yılı hasta olan yakınlarımızın sorunlarını çözmeklegeçti. Bu süre içinde bir gün yüksündüğüne veya umutsuzluğa kapıldığına tanık olmadık. Her zaman pozitif enerjisiyle bizleri aydınlatmaya ve müspet bilimlerin gereğine inandırmaya çalıştı. Aidiyet duygusu oldukça yüksek bir karakter olduğundan Hacettepe Tıp Fakültesi'ne inancı sonsuzdu. Bu inancına zaman zaman getirdiğim eleştirilere içten içe kızmasına rağmen yine de " Burası Türk tıbbının yüz akı bir kurum" şeklinde karşılık verirdi. 
Doğa sevgisi yüksek bir kişiydi. Çiçek yetiştirebilmek maksadıyla evi her zaman geniş balkonlu veya teraslı olurdu. Son Ankara ziyaretimde büyük bir özenle baktığı çiçeklerinin yer aldığı terasında otururken çok beğendiğimi söyleyince; "Leventciğim, yaşamım boyunca yaratılmış cennetlerden hep uzak durdum. Bildiğim şey cennetini kendin yaratacaksın. Ben de bunlarla uğraşıyorum. Bir ünlü Fransız şairinin sözüdür; ' Bardağım küçük ama kendi bardağımla içiyorum'." demişti. Şimdi yarattığı cennet bahçesini süsleyen çiçekler yetim, bardağı da maalesef boş kaldı.
Benim Keban Gazetesi'nde ilçenin sözlü kültürünü yazılı hale getirmek maksadıyla yaptığım çalışmalara çok değer veriyordu. Vefatından birkaç hafta önce yazılarımı kitap haline getirmeye başladığımı söylemiştim. Çok mutlu olmuştu. Aramızda editörlük konusunda mutabakata varmıştık. Kitabı bitirdiğimde sunuş yazısını yazmasını isteğimi bildirmiştim. Yaşamın acı gerçeği olan ölüm buna izin vermedi. Beni hep teşvik ettiği bu kitabın sunuş yazarı olmak yerine oldukça zorlanarak yazdığım bu yazıyla kitabın öznesi oldu. Yüce tanrı sevdiği kullarını yanına erken alırmış şeklindeki kabullenmeye sığındık. Hocaların ölümü de ders verir, yeni değerler katarmış insana. Bunu Kemal Ağabeyimin vefatında öğrendim. Lütfedip cenazesine katılan iki akademisyen dostu Prof Dr. Hilmi UYSAL ve Dr. Türkan SOMAN ÇELİK hocalarımla tanışıp, ufuk açıcı sohbetlerine nail oldum. Hilmi Hocam Keban'dan döndükten sonra Kemal Ağabeyime hitabeniçinden geldiği gibi bir dost sıcaklığıyla;
"Çatılmış kaşlarınla
gülüşün müydü 
Keban'a bu ani gelişim? 
Dut ağaçlı gül bahçesinde 
suyun ezgisi miydi mırıldandığın?
Yere çakılmış yeşil yuvarlak demir masanın başında 
şaşırtmak için miydi
kelebeklerin uçuşu
bülbülün şakıması?
Ölmeden de çağırabilirdin beni
bu cennet bahçesine..." dizelerini yazmış. Bu dizelerin üzerine "Kaleminize sağlık" demekten başkane söylenebilir.
Yazımın başlığını "Kemal Hoca'ya Veda" koymuştum. Türkan Hocamla paylaştım. Yazıma; "Sadece başlık 'Veda' olmamalı, çünkü insan ilişkilerinde 'yaşanılanların anlamı ölümünde saklı', içselleştirilen 'ölüm olgusu' dostluğu, sevgiyi, aşkı... 'ölümsüz' kılar, bu yüzden 'veda' değil derim." uyarısında bulundu. Hocamın baktığı pencereden bakmamıştım. Onun için başlığı "Kemal Hocanın Ardından" şeklinde değiştirdim. Bundan sonra bu dostlarımızla her görüşmemde Kemal Abimi görmüş gibi olacağım. 
Yazacak çok şey var ancak haleti ruhiyem bu kadarına elveriyor. Bu âlemde bir hoş sada bırakarak çıktığı yolculukta makamı ali, menzili mübarek olsun. Gittiği âlemdeki tüm Kebanlılara bizlerden selam götürsün. Işıklar içinde uyusun. Kemal Abimi kendisinin çok sevdiği Edip CANSEVER'in "Ne kalır benden geriye" adlı şiiriyle yad edelim. 

"Ne kalır benden geriye, benden sonrası kalır / Asıl bu kalır
Ne kalır, ne kalır
Tuz gibi susayan, nane gibi yayılan
Dokuzu unutulmuş on yüz mü kalır
Onu da unutulmuş bir şiir belki kalır
On çizik, on çizik, on dudak izi
Bir çay bardağında on dudak izi
Aşklardan, sevgilerden
Suya indirilmiş bir kayık gibi
Akıp geçmişsem, gidip gelmişsem
Bir de bu kalır... "
 



Bu yazı 1791 defa okunmuştur.

FACEBOOK YORUM
Yorum

YAZARIN DİĞER YAZILARI

HAVA DURUMU
YAZARLAR
ÇOK OKUNAN HABERLER
  • BUGÜN
  • BU HAFTA
  • BU AY
2494 Okunma
1931 Okunma
1611 Okunma
1362 Okunma
1001 Okunma
862 Okunma
763 Okunma
682 Okunma
641 Okunma
621 Okunma
570 Okunma
502 Okunma
493 Okunma
477 Okunma
445 Okunma
433 Okunma
420 Okunma
390 Okunma
3969 Okunma
3615 Okunma
3526 Okunma
3254 Okunma
2971 Okunma
2494 Okunma
2146 Okunma
2052 Okunma
1931 Okunma
1930 Okunma
1827 Okunma
1611 Okunma
1468 Okunma
1362 Okunma
1250 Okunma
1185 Okunma
1064 Okunma
1053 Okunma
SON YORUMLANANLAR
  • HABERLER
  • VİDEOLAR
HABER ARŞİVİ

Web sitemize nasıl ulaştınız?


HABER ARA
YUKARI