HARPUT’TA RAMAZAN HAZIRLIKLARI
Bu sayıda İshak Sunguroğlu’nun çok değerli Harput Yollarında adlı kitabından bir bölümü sunmak istiyorum. Bu yapıt her Elazığlının edinmesi gereken büyük bir kültür mirası olup, bugüne değin bir benzeri yazılamamış eşsizliktedir.
“HARPUT’TA RAMAZAN HAZIRLIKLARI
Ramazan yaklaşınca da 15 gün evvel şehirde Ramazan hazırlıkları başlar, bütün camiler, halıları silkinmek, süprülmek temizlendikten sonra kandilleri silinir ve yağları konulurdu. Hangi camilerde, hangi hafızların mukabele okuyacakları teravih namazı kıldıracak imam ve hafızların, vaizlerin adları büyükler ve ilgililer tarafından tespit edilir, listeleri cami methallerine asılırdı.
Camilerden başka evlerinde mukabele okutturacak ve teravih namazı kıldırtacak kimseler de hafızlarını ve imamlarını evvelden seçerler ve bunlarla mutabık kalırlardı.
Ramazana Hazırlık
Yukarıda Ramazanların eski Harputlularca manevî bakımdan nasıl karşılandığını anlatmıştım. Bunun yanında bir de maddeye dayanan bir hazırlık vardı ki, bu da kayda değer. Her aile bütçesine göre yağını, balını, bulgurunu, pirincini ve çorbalıklarını Ramazandan evvel tedarik etmek kaygısındaydı. Bunlar tamamlandıktan sonra da memlekette bulunmayan zeytin, limon, hurma, tahin helvası gibi şeyleri de Antep, Halep gibi uzak illerden getirmeğe veya yerli esnaftan satın almaya mecburdu.
Mevsiminde hazırlanmış vişne, koruk ve kızılcık gibi şurupların şişeleri ve birçok nefis reçellerle bal ve pekmez ve peynir gibi şeyleri içlerinde saklayan yeşil sırlı ufak çiniler ortaya çıkardı. Erişteler, şaryeler kesilir, her evin tandırı yanar, Ramazan için taze yağlı ekmekler pişirilir, fırınlarda ise tepsi tepsi yağlı çörekler yaptırılırdı.
Yazılarından daima zevk ve ilham aldığım ve üslubuna hayran kaldığım rahmetli Ercüment Ekrem Talu (Eski Ramazan Günleri) diye bu konuyu ne kadar samimi ve içten gelen bir hasret ve iştiyakla tasvir etmiş ve canlandırmıştır: “Eski Türk evinde, Ramazan bir yıldır hasreti çekilen canan gibi59 karşılanırdı. Ramazan yalnız dinî olmakla kalmayan, Aynı zamanda içtimaî hayatla da yakın alâkası bulunan bir hâdiseydi.”
Din; On bir ayın bir sultanı yüzü suyu hürmetine mabetlere çeki düzen vererek hazırlarken, aile reisi ise evinde daha ziyade maddeye taallûk eden hazırlıklarda bulunurdu. Böylece insanlığın ruhanî ve cismanî hüviyeti Ramazana yakın günlerden itibaren daha çok birleşirdi. Eh! O zamanlar imkânlar da ziyadeydi. İnsanlar büyük emeller ve ihtiraslar peşinde koşmayı bugünkü kadar azıtmamış olduklarından nispi bir huzur ve refah içinde yaşıyorlardı.
O devrin zenginlerine, Ağniyayi Şâkirin, fukarasına da Fukara-yi Sabirin denirdi. Zengin şükranını: Zekât, fitre ve sadaka ile; fukara da sabrını tanrısına tevekkül ile ifade ederlerdi. Her aile Ramazanı dört gözle bekler; çünkü o aydan manen mağfiret, maddeten de bereket umardı. Ona göre de Ramazanı, şanına layık surette karşılamak elbette lâzımdı.
Ramazan ve Bayram Ayları. (Rüyet-i Hilâl)
Muharrem ayının iptidasından başlayarak Zilhicce ayının sonuna kadar devam eden, Ramazan ve onu takip eden Bayram-Şevval aylarını da içine alan aylara, bir zamanlar Hicrî veya Arabî ayları denilirdi. Bu tarih, Hazret-i Peygamberin Mekke’den Medine’ye hicreti başlangıç olarak düzenlenmiş ve bütün İslâm âlemi bu tarihi kullanmaya başlamıştı. Bu aylara aynı zamanda “Şuhur-i Kameriye” de denilirdi.
Hesapları kamerî takvimle yapıldığından bir ay 29, ikinci ay 30 gün olması yüzünden Ramazanlar her sene on gün ileri gelir ve 30 senede bir tam yerini alarak devreder, bu münasebetle de Ramazan, senenin her mevsimine tesadüf edebilir. Bahar, yaz aylarına tesadüf ettiği günler en uzun, son bahar ve kış aylarına tesadüf ettiği zaman da en kısa günlerde oruç tutulur.
Sonra eskiden mutlaka Ramazan ayını gökte görmekle ertesi gün Ramazan olur, Şevval ayını görmekle de bayram yapılırdı. Hava açık bulunduğuna göre Arabî aylarından Ramazanın gayrısı Şevval ayı da dahil herhangi bir ay olursa olsun iki şahidin ve ancak Ramazan ayının hilâlini görmekte Akil, baliğ bir tek şahidin görüp haber vermesi kâfi gelirdi; çünkü Ramazan orucu bir emr-i dinî olduğundan buna bir ân evvel kavuşmak için istical gösterilirdi. Buna da Rüyeti hilâl denilirdi.
Hava bulutlu veya sisli olarak kapalı olup da gökteki ayı görme şartları mümkün olamazsa, ondan evvelki ayın günlerini otuza iblâğ etmekle Ramazan ve bayram yapılırdı. Bunlardan başka Ramazan ve bayramlar bazen günün ortalarında bile ilân edilebilirdi. Bu da yukarıda izah ettiğim civar vilayetlerde tahakkuku ile Ramazan ve bayramın, o illerde yapıldığını duyulunca olurdu. Buna dair Mamûretü’l-Aziz mahkemesinden sadır olan bir ilâmı örnek olarak aşağıya kaydediyorum.
Şimdi gelelim Harput’ta Rüyet-i Hilâl bahsine
Ramazan ve bayramlardan bir gün evvel memleketin kadısı veya müftüsü tarafından mutemet ve Müslüman birisi seçilir. Kendisine bir hayvan kira edilerek bindirilir ve maiyetine de iki zaptiye (Jandarma) terfik olunarak Harput’un batısında şehre takribi 15-18 km. mesafedeki (Nuralı) köyüne gönderilirdi; çünkü güneş batar batmaz, ufukta husule gelen beyazlık arasında hilâlin gözükmesine bu köyün tabiî vaziyet ve manzarası çok müsaitti de ondan!..
Şehirden bilhassa memur gönderilmesinin sebebi de: Çok eski devirlerde bu köyün halkı birkaç sene birbiri ardınca Ramazan aylarına değil de bütün Müslümanlara 29 gün oruç tutturmak için Bayram aylarını gördük diye Harput’a koşarlar, Hilâli gördüklerini Kadıya söyler ve bayram yaptırırlarmış...
Bu hal birbiri üstüne nazari dikkati çekmiş olacak ki, memur gönderilmeğe karar verilmiş ve üzerinde durulduğu zaman hakikaten ayı görmedikleri halde gördük diye yalancı şehadette bulundukları anlaşılmış, bunun üzerine bu usul ihdas edilerek zamanımıza kadar uzayıp gelmiştir. Bu yüzden bu köy halkının sözlerine hiçbir yerde itimat edilmezdi. Köye giden memur, vakit geldiği zaman köyün bir tepeciği üzerinden batı ufkunu tetkike ve gözetlemeye başlardı. Ay görüldüğü takdirde hemen atlarına binerek dolu dizgin 3-3,5 saatlik mesafeyi bir saatte kestirerek Harput’a gelir, Müftü veya Kadı huzurunda rüyeti ispat ederler yarının Ramazan veya Bayram olduğuna hükmedilir... Toplar atılır, top seslerini duyan şehir halkı neşe içerisinde kaynaşarak sokaklara dökülürlerdi.
Bunlardan başka bütün kasaba halkı büyüklü küçüklü Ramazan ve Bayram aylarının arifesinde ayı görmek için birbirleriyle yarışa çıkarlar ve bazen Nuralı köyünden haber gelmeden evvel kasabada yeni ayı görenler olur ve ispat edilirdi.
Böyle bir olay da benim başımdan geçmişti.
Yılını pek hatırlayamıyorum. Bizim ev, şehrin batısında... Guruba karşı yüksek bir mevkide olduğu ve önünde de hiçbir mani bulunmadığı cihetle ben de güneş batar batmaz evimizin bir penceresinden ufku tetkik ediyordum. Bu bakışımda yeni ayı hilâl şeklinde görmeyim mi? Bu görüşümü yanımda bulunan ev halkına da gösterdim. Onlar da gördüler. Hemen Hacı Kerim Efendi’nin selâmlığına geçtim. Beyzade Hacı Mehmet Nuri Efendi de orada misafirdi.
Yeni ayı gördüğümü söyleyince ispat için beni Kadıya gönderdiler, hükümet konağına gittim, polisler kadının evine haber götürdüler, kadı Saracınoğlu Şevki Efendi de biraz sonra oraya geldi ve bana birçok sualler sordu ve benden bunlara muvafık cevaplar alınca ertesi gün Ramazan olduğuna hüküm ile ilânı yaptırdı. Nuralı köyüne gidenler Harput’a döndükleri zaman top seslerini yolda duymuşlar ve hızlı gelişlerini terk etmişlerdi. Fakat bu hareketimden dolayı küçük, büyük birçok kimselerin ve beni seven birçok dostlarımın serzenişlerine maruz kaldım, aradan yıllar geçtiği halde karşıma çıkan bazı dostlar bana hâlâ sitem ederler, benden bir gün evvel tuttukları orucun hesabım sorar dururlardı.”
Harput Yollarında, İshak Sunguroğlu, Cilt 3-4, İşaret Yay. 2013, s. 442-448