DİŞİ KEKLİĞİN YAŞAM ÖYKÜSÜ
Dağlara her mevsim sesiyle renk katarak süsleyen, kınalı Kekliklerin var olma hikayesi. Keklikler üzerine Anadolu insanımızın nice şarkılara türkülere konu olan anıları hikayeleri vardır. Ben bu yazımda sadece dişi keklikleri ele alacağım. Neden dişi Keklik diye belki soru işareti oluşabilir kafalarda. Köy hayatımda keklik yavrularına sevgiden oluşan ilgimden kaynaklanıyor. Maksadım konuyu el verdiğince bire bir doğru anlatmaya çalışmak içindir. Şu da bir gerçek, doğuştan 14 yaşıma kadar köy yaşantım boyunca, dişi keklikler ve yavruları hakkında gördüklerimi yazacağım.
Keban yöremizde ee tabii ki Nimri köyümüzün dağlarında, kar kış yol alıp gidince, güneşi görmeye başlayan doğa yavaş yavaş uyanmaya yüz tutardı. Bahçelerde ağaçların çiçekleri ve yaprakları, dağların enginlerinden başlayan kır çiçekleri ağır ağır çevreyi süslerdi. Yüksek dağlar zirvelerinde kar barındırsa da, eteklerinde barınan kuşlar böcekler olanca gücüyle, baharın geldiğini müjdelerdi şarkılarıyla.
Bizim kınalı Keklikler baharın gelişini kendilerine özel bir ses tonuyla, dağların zirvelerinden enginlerine doğru akarlardı. Genelde dişili erkekli birer çift oluşturup, Şubat ayının ılıman günlerinden itibaren, önce kendilerine bir bölge seçerlerdi. Buralar özellikle taşlık kayalık ve bol otluk yerler olurdu. Arazi yapısı olarak genelde yamaç yerleri tercih ederlerdi. Büyük bir ihtimal buralarda yuva kuracakları için, illa ki yakınlarda dere veya göze gibi bir su kaynağı olmazsa olmazlarıydı. Dişi Keklikler zaman tamam olunca, önceden hazırladığı ya bir kayanın dibi, ya da şafır dediğimiz geniş kütleli bir otun dibindeki yuvasına yumurtlardı. Ay olarak sanırım Mart ortasından itibaren Kekliklerin yumurtlama zamanı başlardı. Tabii ki her canlı gibi Kekliklerinde kendi aralarında, erken veya geç yumurta yapanı olurdu. Ayrıca Keklikler genelde her gün değil, gün aşırı yumurtladıklarını biliyorum. Hatta iki günde bir yumurtlayanda olurdu. Çok ilginç bir yuvaya İki Kekliğin yumurta yaptığını büyüklerimiz söylerdi. Keklik genelde 12, ila 16 tane arası yumurta yaptığını bilirim. Ama 22, 24 tane olduğu zaman iki analı yuva derdi büyüklerimiz. Fakat ben genelde yuvasında gurka (kuluçka) yatan tek keklik görürdüm. Bir yuvada birlikte yatan iki Keklik hiç görmedim. Yine de büyüklerimizin tek yuvada 20 den fazla yumurta olursa eğer, çift analı derlerdi. Dişi Keklikler yumurtlama zamanı bitince kuluçkaya yatarlardı. Zaman olarak tam bilmiyorum ama, sanırım 21 gün sonunda civcivleri yavaş yavaş yumurtadan çıkarlardı. Mübarek hayvan kuluçka döneminde yağmur yaş günleri yuvasından çıkmazdı. Analık budur zaten. Analar olmasa yavruları nasıl korunup kollanıp büyürler ki. Kınalı Keklik kuluçka döneminde türlü tehlikelere de göğüs gerip mücadele ederdi. Yuvalarını ekseriyetle yamaçlarda bulunan geniş kütleli otların dibine yaptıklarından, özellikle yılanlar anne Keklik için çok büyük bir tehlikeydi. Yavruları yumurtadan çıktıktan sonrada tehlike hız kesmeden devam ederdi. Yılanların alıcı kuşların ilgi alanına girerdi yavrular. Bu tehlikeli hayvanlar özellikle su gözelerinde adeta pusuya yatarlardı. Sadece hayvanlar tehlikeli değillerdi, ana Keklikler için aslında insanlar daha tehlikeliydi. Yavruları ilk günlerde anneleri ağzıyla beslerdi. Tehlike anında kendi aralarında, annenin çeşitli ses komutlarıyla bir den dağılıp saklanırlardı. Tehlike geçince yine ses komutlarıyla annelerinin çevresinde toplanırlardı. İlk günlerde anne kendi kanatlarının altına toplardı. Her geçen gün yavrular daha kolay beslenme, tehlike anında daha seri kaçıp saklanma becerilerini geliştirmiş olurlardı. Çok çok 10 gün sonra benim diyen avcı düşmanlar bile tutamazlardı. Çünkü uçma becerileri gelişmiş olurdu. Hatta saklandıkları yerin rengine göre resmen kamuflaj olurlardı.
ÖZELEŞTİRİ: Ben burada Keklikler hakkında doğru veya yanlışları güzel güzel yazarken, kendimi eleştirmeden geçmek olamazdı. Çocukluk yaşlarımda Kekliklerin yumurtalarını almak için, maalesef yuvalarını da bozdum. Çok sevdiğimden beslemek için az sayıda da olsa, yavrularını yakalayıp anasından ayırdım. Bunları yazarken yani kendi kendime özeleştiri yaparken, nedenlerini biraz düşündüm. Çocuk yaşta genelde kolay olanlar ilgimi çekmezdi, çoğunlukla zor olanların peşinde koşardım. Mesela Dummu'da Bostanbaşı denen küçük derenin içinde, yarlar dediğimiz, doğal kum duvarlarında kuş yuvaları vardı. Serçeye benzeyen bu kuşların yuvaları yerden en çok 80 cm yüksekte, bilek kalınlığında olan deliklerin içindeydi. Sayısal olarak 50 den fazla yuva vardı kum duvarlarında. Elimi o yuvalara sokardım, yumurtalarını veya civcivlerini elime alır bakar tekrar yerine koyardım. Peki ulaşması çok kolay olan bu yuvalara neden zarar vermezdim? Çünkü savunmasız onlarca yuva yan yana olduğu için, o yaşlarda çocukta olsam demek ki, kendi içimde o yuvaları koruma içgüdüm varmış. Özeleştirimin başlarında dile getirdiğim gibi, demek ki erişilmesi zor olanlara karşı aklım farklı çalışıyormuş.
Şimdi şu aklımla değil ki bir yuva bozmak, onların korumacısı olurum. Ne yapalım Allah affetsin. Doğada yaşayan dağların taşların sesiyle görünümüyle süsü olan, Kekliklerimizi koruyan insanlarımızın sayılarının çoğalması dileklerimle...
Selahattin YALÇINER