YA GİTME YA DA KEDERİNİ DE GÖTÜR ANNE
Yazıp yazıp siliyorum durmadan.
Hangi söz, üzerini kat kat örttüğüm bir çığlığı anlatabilir ki?
Dündü… evet, dündü.
On altı yıl evvelin dünü.
Üzerinden koca on altı yıl geçmiş ama senden geçmemişim.
Özlemimle hâlâ kavga ediyorum.
Yokluğuna isyan ediyorum.
Bıraktığın, bir türlü silemediğim izlere…
Gittin. Ağrılarını miras bırakarak bana.
Sana benzememek için ne çok çırpındığımı bilsen…
Günden keder biçmek istemiyorum artık.
Ama sen, hüzünlü gözlerinle belleğime kazınmışsın bir kere.
İnsanlar gülerken bile kederliydin.
Hiç kalkıp bir düğünde oynadığını hatırlamıyorum.
Sahi, hiç mi içinden gelmedi anne?
Dünyadan kâm almadan gittin.
Hastalıklara meydan okur gibi yaşayıp, sessizce çekildin sahneden.
Ben geçmişle boğuşmaktan yoruldum.
Hafızamda sen varsın; bu yüzden hep günü ıskalıyorum.
Ve kederli yüzünü hatırladıkça, benzememek için inadına gülümsüyorum.
Dün ne yaptım biliyor musun anne?
Okuldaydım. Gözlerime söz geçiremedim.
Sürekli bir yakalanma tedirginliğiyle, göz kapaklarımı sonuna dek açtım.
Zihnim, yüreğim seni anmaktan vazgeçmedi bir türlü.
Anılarına ve sana ait mekânlara uğrayıp durdum.
Dersler bitti, eve geldim.
Yalnızlığım seni ağırlayacaktı, belliydi.
Kaçtım kalabalıklara.
Suçluluk duygum başköşeye kurulsa da umursamadım.
Gülümsedim kalabalıklara.
Türküler dinledim,
Ruhumu dost ellerin arasına bırakıp halaya durdum.
Zamanın büyük kısmında kendimi oyalayabildim.
Günün sonuna gelmiştik.
Kalabalık dağıldı…
Ve kaldık seninle baş başa.
Bıraktığım yerdeydin.
Yine bekliyordun.
Kalkıp suçluluk duygumu örttün usulca.
Tebessüm ettin.
Başımı okşadın.
Ve giderken kederini yüzüme bırakıp çıktın.
Ya gitme anne...
Ya da kederini de götür!
Ağlayınca çirkin oluyorum.
Bak, yine sürmelerim aktı!...
Yazının üzerinden 2 yıl geçmiş.