Bugun...


EĞİTİMCİ - YAZAR : PROF.DR. RAMAZAN DEMİR

facebook-paylas
Yüksek Öğretmen Okulu Hazırlık Sınıfı
Tarih: 14-07-2024 11:22:00 Güncelleme: 14-07-2024 11:22:00


Mevsim sonbahar, Kasım ayının sonu, Aralığın başı günleri... Keban'ın bahçeleri gazel olmuş, havalar serin mi serin. Zırkıbaz'a gidip ümmi Zarif anamın elini öpüp duasını, helallik almak şart... Ananın duası her zaman evladın yolunu açık tutar, böyle inanıyordum. Hayatım boyunca hep öyle de oldu. Zarif anamdan hep güzel dualar aldım. Keza, ümmi olan mütedeyyin baba İbram'dan da onay almak gerekiyordu. Ailenin reisi oydu. Köyüme vardım, anlattım durumumu.

Öğretmen mektebinde çok çalışkan ve sınıfımı hep başarı ile geçtiğim için daha yüksek olan bir mektebe gönderileceğimi, oradan da üniversiteyi okuyacağımı, ilkokul öğretmeni yerine lise öğretmeni olacağımı anlattım. Bunun için de ailemin onay vermesi gerektiğini eğer anne ve baba olarak İstanbul Çapa Yüksek Öğretmen Okulu’na gitmeme izin vermezlerse geri gidip ilk mektep öğretmeni olacağımı da anlattım. Onların iznini istedim. Verdikleri cevap muhteşemdi.

Baba İbram: "Oğul, biz bilmeyiz; öğretmenliği de üniversiteyi de sen bileceksin. Mademki devlet seni seçmiş iyi iş için seçmiştir. Devlet yanlış yapmaz. Var git, Allah'a emanet ol, yolun, bahtın açık olsun. Tedbiri elden bırakma, her zaman tedbirini al gerisini Yaradan'a bırak. Çok çalış ki devletine, öğretmenlerine karşı mahcup olmayasın. Yolun açık olsun. Sana harçlık lazımdır elbet. Bende para olmaz, hiç bir zaman da olmadı, bilirsin. Fukarayım amma yoksul değilim. Mehmet ağabeyin Keban'da, sana yol harçlığı versin. Onun iki katı karşılığını yağ-un-kavurma göndererek öderim. Olmazsa bir keçi satar öderim verdiği parayı."

***

Çilekeş annem ve babamdan hem onay hem de dua aldıktan sonra kasabaya ertesi gün büyük heyecan ve hevesle döndüm. Ağabeyim yol harçlığı için bir miktar parayı borç alarak verdi. Baba İbramın dediklerini aynen aktardım. Kazadan Elazığ'a Hacının arkası açık tenteli kamyonu ile gidip tren garında bekledim. Malatya tarafından gelen posta trenine öğrenci pasomu göstererek ucuz bilet alıp bindim Diyarbakır'a hareket ettim. Okuluma vardım, okulun eğitim şefi İzzet Bey’e İstanbul Çapa'ya, Yüksek Öğretmen Okulu Hazırlık Sınıfı'na gidebileceğimi, ailemden izin aldığımı belirttim.

Seçilen arkadaşlar bir araya toplandık. İzzet Bey'den talimatlar ve nasihatler aldık. Herkes çok heyecanlıydı hiç birimiz İstanbul'u daha önce görmemiştik.

***

Çapadaki İstanbul Yüksek Öğretmen Okulu Hazırlık Sınıfı için seçilen biz öğrenciler toplu halde Diyarbakır tren garında, gelecek Kurtalan Ekspresi’ni beklerken eğitim şefi İzzet Bey başımızda şu nasihatleri yapıyordu: "…Çocuklar, dikkatli olun, birbirinizden ayrılmayın, yollarda hırsızlıklar olabilir, trendeki kompartımanlara yabancı almayın. İstanbul Haydarpaşa Garı’na vardığınızda gişelerden Eminönü’ne giden vapura bilet alacaksınız. Eminönü’nde indikten sonra otobüs durağına gidin, durakta 84 nolu boynuzlu troleybüse binin. Troleybüs şoförüne söyleyin "Çapa durağında bizi indirin" dersiniz. Durakta inince karşınıza çok güzel bir bina gelir, çinili tarihi bina, işte okulunuz orası. Haydi, yolunuz açık olsun. Size güveniyorum, başaracaksınız her biriniz ileride ünlü biri olacaksınız" diyerek biz gençlere önemli bir değer ve moral verdi. Hepimiz apayrı heyecan içindeydik. Ucu belli olamayan ama büyük hedefleri olan bir yolculuğa çıkıyorduk...

***

Kasım ayının son günleriydi. Okuduğum öğretmen okulunda üstün başarı gösteren talebelerden biriydim ve İstanbul Yüksek Öğretmen Okulu için seçilmiştim. Bana üniversite kapısını açma şansını veren bir sonuçtu başarılarım. Devlet lise diploması alacağım ve giriş imtihanını kazanıp üniversiteyi okuyacağım büyük kent İstanbul'a gelmiştim. Devletin yatılı bir okulundan bir başka yatılı okuluna geleli henüz bir hafta olmuştu. Okulun yabancısıydım.

Okulun eski öğrencileri, kendi yörelerinden yeni gelenlerle tanışıyor, yardımcı oluyor, arkadaşlık, "ağabeylik-ablalık" yaparak kaynaşıyordu.

Genellikle "hemşerilik" varsayımı ile okula gelen yeni gençlerin geldikleri yöreden olup daha önce okulun üst sınıflarında olanlara ve diğer bir üst sınıftakilere ağabey-abla denirdi. Bu konumdaki gençler bu yeni gelenlere yardım amacıyla yaklaşımda bulunup arkadaşlık kuruyorlardı. Böylece yeni gelenlerle kıdemliler arasında bir yakınlaşma mümkün oluyordu.

Çoğunlukla okula yeni gelen öğrencilere koruma, yol gösterme, yardımcı olma, büyük kentte yabancılık çekmeme konularında destek olunuyordu. Bu özellik, parasız yatılı okullarda geçerli olan çok iyi bir gelenekti. Kardeş-ağabey-abla ilişkileri çok iyi gelişmişti.

Anadolu’nun farklı bölgelerinden gelen yeni arkadaşlarla ve öndeki sınıflardan olanlarla tanışıyor ve konuşuyordum. Hepsinin farklı yörelerden olması doğaldı örneğin batılılık havasını taşıyan Trakyalılarla Doğu ve Güneydoğu Anadolu ya da Orta Anadolu bölge okullarından gelen gençlerin hayata bakışları oldukça farklıydı.

Bazılarının geçmişten gelen göçmenlik hikâyeleri yeni nesli hayli etkiliyordu. Babaannelerinin, annelerinin anlatımları hâlâ hafızalarında taptaze duruyordu. Örneğin “Batı Trakya” orijinli göçmen ailelerin son kuşaklarından olanlar ve halen Batı Trakya Türklerinden olup da aynı okulda okuyan arkadaşlarım vardı. Onlardan Batı Trakya’daki Yunan ve Bulgar baskılarını, muhacirlik sonucu anavatana gelenlerin ne sıkıntılar çektiği hakkında çok ilgi çeken anlatımları vardı. Batı Trakya Türk ailelerinden yatılı okuyan gençlerden bu konuları hep duyardım. Onlar yetişip dönecek ve oradaki Türk çocuklarını eğiteceklerdi. Bunlardan Mustafa Hasanoğlu, Mümin, Vural hatırladıklarımdı.

***

Günler çabuk geçiyordu; ders programı çok yüklüydü. Geldiğim öğretmen okulu diğer öğretmen okulları gibi daha çok meslek derslerinin ağırlıklı olduğu bir eğitim veriyordu. Fakat kazandığım bu yeni statüde, fen lisesi ders programı uygulanıyordu. Çünkü üniversiteye girebilmek için klasik lise mezunu olmanın verdiği eğitime yönelik sınav sorularına hazırlanıyordum. Bir öğrencinin üniversite sınavını kazanması için bu temel lise eğitimi de şarttı, başaranlar üniversite imtihanına girip kazandıktan sonra bölüm seçebileceklerdi.

***

Bir yıllık yoğunlaştırılmış lise eğitimine tabi tutulan öğrencilerin başarılı olmaktan başka seçenekleri yoktu. Yoğunlaştırılmış diyorum, çünkü bir yıllık fen lisesi eğitim programı uygulanırken aslında sadece lise son sınıf müfredatını kapsamıyordu. Lise eğitimi boyunca görülen derslerin kapsamı da bir yılın müfredatına yükleniyordu.

Örneğin lisenin ilk iki yılında alınan derslerin bilgileri de bir yıllık müfredata dâhil edilince haliyle çok ağır bir program ortaya çıkıyordu. Özetle, Hazırlık Sınıfı-Lisesi bir anlamda klasik lisenin üç yıllık müfredatını kapsıyordu. Örneğin bir geometri öğretmeni bir teoremi çözerken daha önceki sınıf bilgilerine dayandırır ve "...Bu kural lise 2. sınıf bilgisine, bu kural da lise 1. sınıf bilgisine göre..." deyip teoremi çözerdi. Ama hiçbir zaman dönüp lise 1 ve lise 2 ders programındaki o bilgileri anlatmazdı. Referans olarak verilen lise sınıflarını okumamış öğretmen okulu öğrencileri bizler çok şaşkındık. Bu durumda öğrenciler olarak ne yapacaktık? Lise 1 ve 2. sınıfı okumadığımıza göre önce geriye gidip onu öğrenecek sonra 3. sınıf programında olan geometri problemini anlayıp çözebilecektik. İşte Hazırlık Sınıfı / Lisesindeki eğitim programının ağırlık derecesi...

Bir yıllık ağır eğitim programından sonra lise bitirme sınavı olarak bilinen “olgunluk sınavından” geçmek suratıyla devlet lisesi diploması almaya hak kazanıyordum. Başarılı bir eğitimden sonra bu kez gireceğim üniversite imtihanını da kazanırsam üniversiteye devam edebilecektim.

***

Hazırlık sınıfı için seçilen tüm öğrenciler üstün başarılı, seçme öğrencilerdi. Dolayısıyla burada da ders çalışmaktan öte düşündüğümüz, ilgi duyduğumuz kültürel içerikli sosyal etkinlikleri kapsayan faaliyetler de dâhil hiç bir şeye zamanımız yoktu. Fakat bizler “robot” değildik, az da olsa sosyal hayatın içinde olmalıydık. İsteyen buna da zaman ayırabilirdi.

Eğitim ve öğretim programının ağırlığı bunu gerektiriyordu, doğru, zor bir lise eğitim programını başarmaya mecburduk. Aksi halde hem ailelerimize hem okullarımıza hem de çevremize karşı "başarısız" damgasını yiyebilirdik. Bizlerin böyle bir lüksümüz yoktu; ya başaracaktık ya da başaracaktık…

R. Demir (IAG Kitabımızdan)




Bu yazı 985 defa okunmuştur.

FACEBOOK YORUM
Yorum

YAZARIN DİĞER YAZILARI

HAVA DURUMU
YAZARLAR
ÇOK OKUNAN HABERLER
  • BUGÜN
  • BU HAFTA
  • BU AY
4036 Okunma
3732 Okunma
3377 Okunma
3271 Okunma
3217 Okunma
2632 Okunma
2504 Okunma
1142 Okunma
1125 Okunma
911 Okunma
798 Okunma
795 Okunma
783 Okunma
740 Okunma
696 Okunma
684 Okunma
653 Okunma
620 Okunma
594 Okunma
589 Okunma
575 Okunma
561 Okunma
549 Okunma
520 Okunma
SON YORUMLANANLAR
HABER ARŞİVİ

Web sitemize nasıl ulaştınız?


HABER ARA
YUKARI