Bugun...


YAZAR : ALİ OĞUZ

facebook-paylas
BU KIZCAĞIZI BAŞ GÖZ EDEBİLSEYDİM"
Tarih: 07-07-2024 11:06:00 Güncelleme: 07-07-2024 11:06:00



 2002 yılında Anamur'daki evimizi teslim aldık. Emekli olduktan sonra Mart-Nisan aylarında gelip, Kasım ayı sonuna kadar burada kalmaya başladık. Ankara, Anamur yolu o yıllarda tek geliş-gidişliydi ve Mut ilçesinden sonra Toros dağ duvarlarına dik tırmanışla, keskin virajlarla devam ediyordu. Anamur'a gelirken de, Anamur'dan dönerken de yorulup, hırpalanmamıza rağmen Anamur'u seviyorduk.
Oturduğumuz site ve çevremizdeki sitelerde oturanların çoğu Ankara ve Konya'dan gelip buraya yerleşmiş insanlardı. Meslek guruplarına göre çoğunluk öğretmen ve asker emeklisiydi ve aynı dönemlerde Anamur'da toplanıyorduk. Biz emekli olduktan sonra çevremizdeki insanlarla çabuk kaynaştık; yeni arkadaşlar ve yeni dostlar edindik. Kalabalık guruplar halinde pikniklere, bahçe sohbetlerine katılıyor, haftanın çoğu günleri ayrı bir evde bir kaç aile birlikte toplanıyorduk. Sanıyorduk ki bu beraberlik, geçmişte edindiğimiz arkadaşlarımız ve dostlarımız gibi uzun ömürlü olacaktı. Yaklaşık elli yıldır edindiğimiz dostlarımızın her biri emekli olduktan sonra yurdun farklı yörelerine dağılmalarına rağmen dün gibi birbirimizi arayıp soruyor, birbirimize çekinmeden gidebiliyorduk. Yeni edindiğimiz arkadaşlarımız ve dostlarımızla da birlikteliğimizin yıllar sürmesini umuyorduk.
Hızla gelişen arkadaşlıklar bir kaç yıl sonra küçük menfaatler yüzünden parçalanmaya, kopmaya başladı. Büyüklerimizin "Çok muhabbet tez ayrılık getirir," dedikleri söz gerçeğe dönüşünce arkadaşların bir bölümü bizleri yolda bırakarak yeni arayışlara, yeni arkadaşlara kucak açtılar. Yolları açık olsun, geride kalanlar bize yetiyordu. O sıralar aramıza güler yüzlü, sözü ve özü temiz bir han fendi katıldı ve kısa sürede ekibimizin Kadriye ablası oluverdi. Her gelişinde yanında torunu Esra'yı da getiriyordu. Esra, 15-16 yaşlarında temiz giyimli güzel bir genç kızdı. Az ilerimizdeki bir sitede kirada birlikte oturuyorlardı. Kadriye abla sohbet ederken eşime prensesim, bana oğlum diye hitap ediyor, onunla görüşen ve çevresindeki kişiler de onu nezaketle karşılıyor ve ona karşı kusur işlememek için çırpınıyorlardı. Güzel kaliteli bir ekip oluşmuştu ve herkes bu ekibin bozulmaması için özen gösteriyordu. Aylar sonra ekibe Anamurlu bir han fendi daha katıldı: adı Hatice idi, kibar, saygılı ve dürüst biri. Bu iki han fendi vefat ettikleri günlere kadar kimseyi incitmedi, ağızlarından kötü bir söz çıkmadı. Yaşamlarından ve birlikte geçirdiğimiz kısa yaşamdan tatlı anılar bırakarak ayrıldılar aramızdan. Onların yaşam öykülerini yazmak istedim.
Kadriye hanım evlendiğinde eşi Orman bakanlığında çalışıyormuş, hiç beklemedikleri bir anda tayinleri Anamur'a çıkmış. O yıllarda Anamur, ulaşılması zor olan çok küçük bir kasabaymış, insanları misafirperver ve sakin. Kısa sürede sevmişler bu ilçeyi, peş peşe doğan biri kız, biri erkek çocukları burada okula başlamışlar. Önce kızı Ayşe evlenmiş ve eşiyle birlikte Ankara'ya taşınmışlar. Oğlu Mehmet askere gittikten kısa süre sonra kocası vefat etmiş. Oğlu Mehmet askerden dönünce babasından kalan emekli ikramiyesiyle küçük bir iş yeri açmış, eşinin emekli maaşı ve oğlunun kazandığı ile geçinip gidiyorlarmış. Bir gün oğlu Mehmet, "Anne sevdiğim bir kız var, evlenmek istiyorum," dediğinde Kadriye hanım tanıdık komşularla sözleşerek kızı görmeye gider ve o da kızı sever. Hemen kız istenir ve kısa süre sonra komşular arasında yapılan sade bir düğünle oğlunu everir.
Kadriye hanım gelini Hayriye'nin hayırlarla geldiğine inanmaktadır. Onu gurbetteki kızının yerine yerleştirmeye çalışır, o da saygıda kusur etmez. Bir kaç ay sonra onun hamile olduğunu öğrendiklerinde mutlulukları daha da artar. Hamileliğin ilk aylarında mutlu süren evlilik, ilerleyen aylarda Mehmet'in akşamları eve geç gelmesiyle giderek gerginleşmeye başlar. Kadriye Hanım oğlunu bir kenara çekerek, eviyle ilgilenmesini ve gelininin ona ihtiyacı olduğunu evine zamanında dönmesini söyler. Mehmet annesine sesini yükselterek: "Çocuğumun geleceği için çalışıp çabalıyorum," der. Oğlundan bu cevabı alan Kadriye Hanım, gelininin sıkıntılarını azaltabilirim umuduyla komşu ziyaretlerini sıklaştırır. Nihayet doğum yaklaşmıştır, gelininin doğum sancıları başladığında Kadriye Hanım hemen telefona sarılarak oğlunu arar. Onun iş yerinde olmadığını öğrenince komşulardan yardım ister ve gelinini hastaneye yetiştirir. Hayriye bir kız çocuğu doğurmuştur. Adını Esra koyarlar. Hastaneden çıkacakları gün Mehmet gelip aileyi toparlayarak eve götürür, evde bir kaç saat kaldıktan sonra işe gidiyorum diye çıkar. Doğumdan sonraki günlerde eve gece yarılarında dönmeye başlar, bazı geceler eve hiç gelmez. Eve geldiği geceler de içkilidir. Onun erkek çocuk beklerken kız çocuğu olmasını içine sindiremediğini düşünürler. Hayriye yuvasını kurtarmak için çırpınıp durur, onu bu alışkanlıktan vaz geçirmeye çalışır, fakat kocasını değiştiremez. Giderek karı koca arasındaki gerginlik artarak devam eder.
Günler, haftalar ve aylar geçer; Esra bir yaşına gireceği gün Hayriye çocuğa doğum günü için bir şeyler almak üzere Kadriye hanımdan izin ister ve çarşıya çıkar. Birkaç saat sonra döndüğünde çocuğa bir şeyler almadığı gibi yüzünden düşen bin parça denecek ölçüde öfkelidir. Kayınvalidenin sorduğu hiç bir soruyu cevaplamadan evin içinde deli danalar gibi dolaşmaya devam eder. Öfkesini dindirmek için kapı önüne çıkar ve bir şey söylemeden dolaşıp durur. Kayın valide kucağına aldığı çocukla onun peşinde dolaşarak bir cevap bekler. O tek kelime etmeden dakikalarca bu şekilde dolaşıp durur, ardından odasına girerek küçük bir çantaya koyduğu bir kaç eşyasıyla tek kelime etmeden çıkıp gider. Küçük Esra Kadriye hanımın kucağında ağlar, ağlar... Kadriye Hanım kucağındaki küçük torununu avutmaya çalışarak uzun süre gözleri kapıda bekler gelinini, o bir daha dönmemek üzere gitmiştir...
Kadriye hanım gelini gider gitmez defalarca oğlunu arar, her seferinde verilen cevap: "İş yerine gelmedi," olur. Kadriye hanım çaresizdir, torunu Esra'ya anne ve baba olmak zorundadır. O küçücük çocuk babaannenin şefkati olmadan yaşayamayacaktır, onu çocuğu gibi bağrına basmaktan başka çaresi yoktur. Arada haftalar geçer, bir gün oğlu beklemediği bir saate eve uğrar ve damdan düşercesine: "Karım İstanbul'daymış ve boşama davası açmış, ben de kendime ayrı ev tuttum," diyerek çocuğun yüzüne dahi bakmadan bir kaç eşyasını alarak evden ayrılır. Kadriye hanım şaşkın, ne yapacağını ve kime gidip derdini anlatacağını bilemez durumda uğradığı şoku atlatmaya çalışır. Sonunda Ankara'da ki kızını arayarak durumu izah eder. Kızı sakin olmasını en kısa zamanda Anamur'a geleceklerini söyler. Kızı telefonda geleceğini söylese de Kadriye hanımın içi içine sığmaz. Kızı gelse ne yapacak, bu küçük yavrucağın derdine merhem mi olacak? Mehmet'in evliliğini kurtarabilecek mi?
İki gün sonra kızı Ayşe ve damadı Ali çocuklarıyla birlikte çıkıp gelirler. Kısa bir hal hatır sormanın ardından Kadriye hanım söze girerek; oğlunun içine düştüğü çıkmazı, gelininin tek söz söylemeden çekip gitmesini ve ardından boşama davası açmasının nedenini anlayamadığını anlatır ve devamla: "Bu yavrucağın kaderi ne olacak? Gelinim tek kelime etmeden neden çekip gitti ve neden boşanma davası açtı? Düşünmekten kafayı yiyeceğim," diye dert yanar. Kızı Ayşe: "Anacığım sabırlı ol, araştıralım. Neler olmuş öğrenelim, çaresini sonra düşünürüz," diyerek annesini sakinleştirmeye çalışır. O gün, gün boyu her detay gözden geçirilerek nedenler sorgulanır, fakat ortada gözle görülen bir sebep bulunmaz. Damat Ali sorunu kaynağında araştırarak ancak nedenleri bulabileceklerini, sabah gerekli araştırmayı yapacağını söyleyerek, bir nebze ortamın yumuşamasını sağlar.
Ali, sabah evden çıktığında önce Mehmet'in iş yerine uğrar. Mehmet'i iş yerinde bulamayınca çalışanlara kendini tanıtarak kayınbiraderi hakkında bilgi edinmeye çalışır. Çalışanlardan bir: "Anlatacaklarımdan gocunmayacaksan sana gerçeği tüm çıplaklığıyla anlatacağım," der. Ali: "Ben gerçeği öğrenmek istiyorum, anlatırsan sana minnettar kalırım," deyince, çalışan başlar anlatmaya. "Bir gün Mehmet herkesle düşüp kalkan bir kadınla çıkıp geldi iş yerine, kadını herkes tanıyordu ama bir işi vardır diye aldırış etmedik. Fakat Mehmet kadının peşini bırakmayınca kendisini uyardık. Bak sen evli barklı birsin, bu kadın senin yuvanı yıkar dedik, fakat o bizim söylediklerimizi hiç kale almadı. Kadın onu giderek içkiye de alıştırınca Mehmet bağımlı hale geldi. Her yere borç takarak kadına yedirmeye, giydirmeye başladı ve her geçen gün evde kendisini bekleyen hanımını boşladı. Duyduğumuza göre şimdilerde kadın hamileyim hemen evlenmemiz lazım diyormuş, Mehmet'in bu batakta çıkacağını sanmıyorum. Allah akıl, fikir versin." Ali bu bilgilerle yetinmez Mehmet'i tanıyan başka kişilerle de görüşür, anlatılanlar birbirinin benzeri ifadelerdir ve onların birlikte yaşadıkları evi bulur. Mehmet'i dışarıya çağırarak konuşmaya çalışır, fakat o yolunu çizmiştir bir kere. Eve dönünce birlikte durum değerlendirmesi yapılarak bir kaç gün daha birlikte kalıp kayın validenin ihtiyaçlarını belirleyip yardımcı olmaya karar verirler. Ali, kayın validesi ve torunu Esra bu evde yaşadıkları süre boyunca ev kirasını ödemeyi üstlenir. Kışlık gıda ihtiyaçları ve kışlık odununu alarak eve yerleştirerek ailesiyle birlikte Ankara'ya döner.
Onlar gittikten sonra Kadriye Hanım, yine küçücük Esra ile baş başa kalır. Oğlu Mehmet'in arada bir de olsa gelip çocuğunu sahipleneceğini, annesinin hatırını sorup ihtiyaçlarını tamamlayacağını boşuna bekler. Hayırsız evlat kış aylarında havalar soğuduğunda eve gelerek Ali'nin kışlık aldığı odunları yükleyip evine götür. Anne gördükleri karşısında kahrolur, fakat evladın yaptığı kötülüğü kimselere söyleyemez. Her şeye rağmen yaşam devam etmektedir, yaşadıkları yaşam zor da olsa giderek Esra büyümektedir. Yıllar bu şekilde sürerken her yıl kızı ve damadı Anamur'a gelip bir kaç gün tatil yapıp ihtiyaçlarını temin edip dönerler ve bu günlere ulaşırlar. Artık torunu Esra büyüyüp delikanlı bir kız olduğundan babaannenin en büyük yardımcısı olmuştur.
Hatice hanım da dul bir kadındır. Eşi; oturdukları evlerinin altındaki iş yerini çalıştırmış ve buradan emekli olmuş. Vefat ettiğinde geride emekli maaşı, oturdukları evi, evlerinin altında kızı ile damadının oturduğu evi ve çalıştırdıkları iş yerini bırakarak göçüp gitmiştir. Oğlu Hasip ile kızı Hasibe babadan kalan iş yerinde çocuklara ve gençlere yönelik oyuncak, oyun ve müzik CD'leri satarak günlerini değerlendirirken, Hatice hanımın damadı Reşat doktordur ve Hastanede görev yapmaktadır. Oğlu bekar olduğundan Hatice hanım oğluyla birlikte oturmaktadır. Oğlu Hasip uzun denecek boyda ve yakışıklı bir delikanlıdır, onun tek kusuru aşırı ölçüde kekeme oluşu...
Yaşamları ve gelir düzeyleri farklı olan Kadriye hanımla Hatice hanımı bir araya hangi koşullar, hangi nedenler veya hangi tesadüfler getirdi bilmiyorum. Tek bildiğim, bizim önce Kadriye hanımla tanışıp samimi görüşmelerimizin ardından Hatice hanımın bu tabloya dahil oluşuydu. Yaşarken bize karşı sürdürdükleri samimi davranışları birbirlerine karşı da aksatmadan sürdürdüler. Ortalama haftada bir, birimizin evinde süren buluşmalarımız yıllarca devam etti. Bir görüşmemizde Kadriye hanım sürekli karnının sol bölümünde büyüyen sert bir cismin kendisini rahatsız ettiğini anlattı. Hastaneye gitmişti ve doktorlar karnında ur olduğunu ve hemen ameliyat olması gerektiğini söylemişlerdi, fakat o ameliyat olmak istemiyordu. Nedeni ise ameliyatta sağ çıkmaz ise torununun perişan olacağından korkuyordu. Bunları anlatırken gözleri dolarak: "Ahh, ahh... gözlerimi yummadan şu kızcağızı bir baş göz edebilseydim..." diye dert yanıyordu. Ve giderek karnındaki ur büyüyor, bir araya gelişlerimizde ağzından aynı sözler dökülüyordu. Yakınmalarından haklı olacak ki o yıl içinde vefat ettiğinde Ankara'dan gelen kızı ve damadı, komşuların da desteğiyle eşinin yanı başına defnettiler. Bir kaç gün sonra herkes çekildiğinde Esra kala kalmıştı tek başına...
Kadriye Hanımın vefatının aradan, Hatice hanım gezmelere giderken uğrayıp Esra'yı da alıyordu. Bir süre devam eden gezmelerin birinde önce Esra'ya uğrayan Hatice Hanım, ona gönlü var ise oğluyla evlendirmek istediğini söyler. Esra'dan olur alınca istemek için kimin kapısını çalacağını sorduğunda Esra, halası ile eniştesini çağıracağını bildirir. Telefon edilir, bir kaç gün sonra halası Ayşe kocası Ali ile birlikte geldiklerinde, Esra usulen istenir. Ardından söz kesildi ve haftasına nişanı yapıldı. Üç ay sonra Ankara'da yapılacak düğünle evliliklerinin tamamlanmasına karar verildi...
Bir kış günü Ankara'nın Çankaya ilçesinde yapılan düğününe bizler de davetliydik. Ankara'nın yolları yağan karlardan sonra buzlanma yapmıştı ve düğün yapılacak salonla aramızda yaklaşık 15-20 Km mesafe bulunuyordu. Buna rağmen gittik düğüne. Düğünün tüm masraflarını eniştesi Ali üstlenmişti ve nefis yemekler, içki servisi çok güzel organize edilmişti. Düğünün en büyük sürprizi ise; Esra'nın yıllardır hasret kaldığı annesinin düğüne gelmiş olmasıydı. Esra'nın annesi yanında ikinci evliliğinde doğan kızını da getirmişti. Anne ve kızın kucaklaşmaları, akan göz yaşları mutluluklarını azaltmadı. Hele yeni tanıştıkları kız kardeş yerinde duramıyor iki de bir "Ablacığım" diyerek kalkıp yeniden, yeniden sarılıyordu Esra'ya. Düğünde mutluluk ve sevinçten akan göz yaşlarına rağmen her şey harikaydı. Yıllardır kızını ihmal etmiş baba bu mutlu gününde de Esra'nın yanında değildi, buna rağmen eksikliği hissedilmemişti...
Esra ve Hasip mutlu bir çift olmuşlardı. Hasip, babadan kalan iş yerini ablasıyla birlikte işletirken devam ettiği açık öğretim sınavlarına girerek okulu tamamladı. Hatice oğlu Hasip ve gelini Esra ile birlikte aynı evde oturmaya devam ettiler. Hatice artık buluşmalarda gelinini de yanında gezmelere getiriyordu. Bu durum uzun sürmedi Hatice hanım aniden hastalanarak hastaneye yatırıldı ve kısa süre sonra vefat etti. Hastalığı süresince damadı Reşat başındaydı. Vefat ettiğinde Reşat acı haberi çocuklarına ulaştırmak üzere eve gelirken yolda geçirdiği kalp krizi sonucu vefat edince Kayınvalidesiyle aynı gün cenazeleri defnedildi. Aynı günde gelen kötü haberler aileyi bir hayli sarstı. Olaydan günler sonra bir araya gelen iki kardeş Hasip ve Hasibe iş yerini ve evleri satmaya karar verdiler. Çok geçmeden satış gerçekleşince, Hasibe çocuklarını alarak İzmir'e gidip yerleşti. Hasip ise kamuda bulduğu bir işe girerek eşini alıp Kayseri'ye gidip yerleşti. Hepsinin Anamur'la ilişikleri kesilmişti...
 Yılardır süren dostluğumuz son bulmuştu, ama onların kalplerimizdeki yerleri tazeliğini koruyordu. Yaşayanları sevgi, aramızdan ayrılanları rahmetle anıyoruz.

 



Bu yazı 722 defa okunmuştur.

FACEBOOK YORUM
Yorum

YAZARIN DİĞER YAZILARI

HAVA DURUMU
YAZARLAR
ÇOK OKUNAN HABERLER
  • BUGÜN
  • BU HAFTA
  • BU AY
2493 Okunma
1931 Okunma
1611 Okunma
1362 Okunma
1001 Okunma
862 Okunma
763 Okunma
682 Okunma
641 Okunma
621 Okunma
570 Okunma
502 Okunma
493 Okunma
477 Okunma
445 Okunma
432 Okunma
420 Okunma
390 Okunma
3969 Okunma
3615 Okunma
3526 Okunma
3254 Okunma
2971 Okunma
2493 Okunma
2146 Okunma
2052 Okunma
1931 Okunma
1930 Okunma
1827 Okunma
1611 Okunma
1468 Okunma
1362 Okunma
1250 Okunma
1185 Okunma
1064 Okunma
1053 Okunma
SON YORUMLANANLAR
  • HABERLER
  • VİDEOLAR
HABER ARŞİVİ

Web sitemize nasıl ulaştınız?


HABER ARA
YUKARI