BÜYÜ BOZULMUŞTU
Kısa süre önce vefat eden ve yıllarca gündemde olan bir tarikat şeyhi ve alışkanlıklarından vazgeçmek için yola çıkan insanlardan birinin yaşadığı gerçek bir hikaye...
O, benim askeri okuldan arkadaşımdı. 1.70 cm. Boyunda, sıska denecek kadar zayıf ve oturduğu yerde durmayan (Hiperaktif)biriydi. Sürekli yaptığı şakalarla dikkatleri üzerinde toplayan bir öğrenciydi. Akla gelmeyecek komik davranışlarda bulunur, etütlerde ders çalışan arkadaşlar çalıştığı dersi bırakarak ona odaklaşırlardı. Bazen yaptıklarından dolayı güç durumlarda kalsa da aldırış etmeden içine düştüğü zor durumdan sıyrılmasını bilirdi. Davranış ve konuşmasıyla sürekli kendini dışa yansıtmaya çalışan bir arkadaşımızdı o.
Kendi ifadesiyle çevresinde ünü yaygın bir din adamı, hocanın oğluydu. Okulun bitimine yakın bir tarihte babası vefat ettiğinde izin alarak gidip cenazesine katılmış, döndüğünde üzüntülü bir halinin olmadığını görüp kendisine baş sağlığı dilediğimde ilginç bir cevap vermişti: “Kardeşim takma kafana O, yaşayabileceğinin en iyisini yaşadı,” demişti. Okul bittiğinde ayrı birliklere düştük. 1975 yılında Balıkesir’e tayin olduğumda 192 uçuş hattında tekrar bir araya geldiğimizde onu hiç değişmemiş buldum. O yıllarda birlikte kimsede araba yokken, o her gün arabayla (Murat-124) mesaiye gelip gidiyordu. O da benim gibi 75 Assubay olaylarına katılmış, bizlere verilen altı ay hapis cezasına ilave olarak mahkeme kararıyla atılmıştı. Hapis cezasını yattıktan sonra, aldığı “Ordudan atılma” cezası temize gönderilmişti. Temiz mahkemesi sonuçlanıncaya kadar görevine devam edecekti. Çıkacak sonuç ne olursa olsun pek umursamıyordu. Onunla birlikte hapis yatan arkadaşlarımın anlattığına göre, cezasını çekerken de çevresindekileri kahkahalara boğup moral kaynağı olmuştu.
Temiz mahkemesi (Askeri Yargıtay) dan iki yıl sonra çıkan karada mahkemenin verdiği ordudan atılma cezasının bozulduğunu öğrendik, o artık bundan böyle aktif olarak görevine devam edecekti. 1975 yılından başlayarak hep yan yana, bir arada süren görevimiz 1986 yılında ayrı birliklere tayin oluncaya kadar devam edecekti. Bu süre zarfında birbirimize karşı dürüst davrandık, kırılmadık ve incinmedik. Onun var olan zaaflarını sürekli yapıcı bir dille eleştirdiğime inanıyorum.
Evliydi, çocukları vardı ama sıklıkla içkili mekanlara takılıyordu. Çoğu kez aynı birlikte çalıştığımız pilot Yarbay’ın (.....)’nin Balıkesir’in merkezinde çalıştırdığı kumarhaneye gidiyor, gece yarılarına kadar burada oyun oynayıp içki içerek ertesi gün mesaiye geç geliyordu. Birkaç kafadar arkadaşıyla gittikleri meyhane çıkışlarında kavgaya karışarak çoğu kez kendini Merkez komutanlığında buluyordu. Bu olumsuzluklara rağmen muzipliğinden bir şey yitirmemişti. Onun bu davranışları bulunduğu ortamda çok kısa zamanda tanınmasını sağlamıştı. Üs içerisinde onu tanımayan yok gibiydi. Bulunduğu kalabalık ortamda, hapiste, meyhanede, kumarhanede, hatta götürüldüğü Merkez komutanlığında yaptığı esprilerle çevresindekileri güldürmekten kırıp geçiriyordu. Onun bu özellikleri bir çok kusurunun örtülmesine vesile oluyordu.
Kumarhane sahibi ile uçak başında karşılaştığımda bana:
“Bu arkadaşınıza sahip çıkın” dedikten sonra sözlerine devam ederek:
“Ben onu sürekli kollamaya çalışıyorum, oyunda kazandığı zaman adamlarımdan birini göndererek kalkması için uyarıyorum. Fakat o, oyundan çoğu kez kaybederek kalkıyor. Bazen birlikte geldiği arkadaşlarından borç alarak oyuna devam ediyor ve ben onu sevdiğim için üzülüyorum. Birlikte çalışıyorsunuz kendisini uyarırsanız iyi olur.”
Ben: “O benim sevdiğim arkadaşlarımdan biri, sürekli kendisini yönlendirmeye çalışmama rağmen o yapacağından geri kalmıyor,” dedim.
Sürekli bir şeyler satıyordu, bir ara arabasını sattı ve tüm parayı altına bağladı. Bir hafta sonra Başbakan Ecevit ile anlaşamayan sarraflar satışları durdurdular. Bu iyiye işaretti, en azından elindeki altınları satamayacaktı. Aylar sonra anlaşma sağlandığında altın çok büyük değer kazanmıştı. Sattığı arabanın parasıyla üç dört araba alacak duruma gelmişti. Kendisini böyle güzel bir yatırım yaptığı için kutladığımda o:
“Devrem bende tek bir çeyrek dahi kalmadı” dedi. Şaşırdım.
“O kadar altını ne yaptın?”
“Bir bölümünü Sındırgı’ya, bir bölümünü Kepsut ve Akhisar’a götürüp el altından sattım” dedi.
Arabanın parası da gitmişti, fakat daha satacağı Emlakları vardı.
Geçen yıllar onu miras yedi yapmıştı. O artık bir içki ve kumar müptelasıydı. Edindiği iki zaafı onun babadan kalan mirasının hızla tüketilmesini yol açmıştı. Balıkesir’de birlikte çalıştığımız süre boyunca onun içkili veya içkili kumarhane vukuatlarından dolayı merkez komutanlığına alınma haberlerini sürekli izleyip durdum. Bir kaç arkadaşımla birlikte onu bu alışkanlıklarından vaz geçirmek için çok çaba harcadık ama fayda etmedi.
Tecrübe hattındayız ve işlerimizin çok yoğun olduğu 1983 yılıydı, o yine mesaiye gelmemişti. Ben onun OYAK’tan gelen kredisini almaya gittiğini ve işi bitince geleceğini düşünerek elimizdeki işleri aksatmamak için koşturup duruyordum. Fakat o işe ne o gün, ne de takip eden günlerde gelmeyince kaygılanıp soruşturdum. Sorduğum kişilerden bir onun Adıyaman’a gittiğini ve birkaç gün sonra döneceğini söyledi. Şaşıp kalmıştım, onun Adıyaman’da ne işi olabilirdi, anlam verememiştim.
O bir hafta sonra geldiğinde, şapkanın altında bir takke ve her bulduğu boşlukta zamanlı zamansız namaz kılmaya giden değişmiş bir insan olarak dönmüştü. Kimse onun böyle bir değişime uğrayacağına inanmıyordu. Herkes onun yaptığı şakalarla imajını yenilediğine inanıyorlardı. Yeni imajı altında neler sergileyeceğini herkes merakla bekliyordu. O, sürekli değiştirdiği davranışlarıyla subay ve assubaylardan herkesin yaptıklarına gülüp geçtiği bir kişiydi. Şimdi büründüğü rolü bana ters olsa da, ben eşi ve çocukları adına onu destekliyordum. Yanlış yönde de olsa onu kazandığımız kanaatindeydim. Öyle ki o namaza gittiğinde, namazının uzun sürmesi nedeniyle onun işlerini de ben yapıyordum. Çünkü bu büyünün bozulmasından korkuyordum.
Aradan bir ay bile geçmemişti. Bir pazartesi günü mesaiye geldiğimizde, o yine yoktu. Gecikmiştir gelir diye beklerken gelen telefonda:
“Adamın merkez komutanlığında, bu kez işi zor. Hafta sonu meyhaneden çıkınca bekçiyi dövmüşler.”
“Dövmüşler” dediklerine göre anlaşılan bu işi tek başına yapmamıştı.
Anlaşılan o ki, o yine yapacağını yapmıştı.
Olayın üzerinden birkaç gün geçtikten sonra sağa sola gülücükler dağıtarak mesaiye geliverdi. Hiç değişmemiş gibi herkesle şakalaşıyor, hiç bir şey olmamış gibi herkese laf yetiştirmeye çalışıyordu. Ben kendisine çok kızgındım, kolundan tutarak odaya çektim ve kapıyı kapatarak:
“Devrem herkes seninle kafa buluyor, artık yaşının insanı olma zamanın gelmedi mi? Biraz olgunlaş, adam ol!” Ben bağırdıkça o sustu. Ses tonumu düşürerek:
“Anlat bakalım neler oldu?” benden bu tepkiyi beklemiyordu, oturdu ve başladı anlatmaya:
“Devrem, hanım benim Adıyamanlı hocaya gitmem için ısrar edence, hazır OYAK kredisi de gelmişken gidip bir otobüs bileti aldım ve Adıyaman’a gittim. Adıyaman da hocanın adresini sorduğumda hemen beni götürüp bir araca bindirdiler, araç beni hocanın adıyla anılan köye götürüp bıraktı. Oraya vardığımda beni karşılayanlar ‘Şu andan itibaren kimseyle konuşmayacaksın, verilen görevleri yapacaksın, biz haber verdiğimizde şeyh seninle görüşecek’ dediler. Oraya gelen yüzlerce insan da hiç konuşmadan benim gibi bekleşip duruyorlardı. O arada bir kamyon kum geldi, biri: ‘Allah için’ dedi ve anında kamyon yalanmış gibi tertemiz boşaltıldı. Çimento geldi, boşaltıldı. Akşam olunca bir depoya gittik, yastık ve battaniye verdiler. Depodaki malzemeler bizim Üs’ün levazım deposundakinden en az beş kat daha fazlaydı. Geri döndüğümüzde kocaman bir kazanda çorba kaynıyordu. Ben de herkes gibi kazandan bir tas çorba çekip bir parça ekmekle yedim ve yattım. Ertesi gün bağ, bahçe kazma işleri yaptık. Her işe başlanırken biri: ‘Allah için’ diyordu, o insanlar konuşmadan var güçleriyle çalışarak işi anında bitiriyorlardı. Dördüncü gün beni şeyhin huzuruna çıkardılar. Şeyh bir şeyler mırıldanarak dua okudukdan sonra bana: ‘Senin buradaki görevin bitti, artık evine dönebilirsin. Bugünden başlayarak her gün bir saat Allah’ı, bir saat Peygamberleri, bir saat Dünya’yı, bir saat anne ve babanı, bir saat nasıl dünyaya geldiğini, bir saat çocuklarını, Dünyanın nasıl meydana geldiğini, nasıl çiçeklenip canlandığını, insanların nasıl dünyaya gelip çoğaldığını ve onların nasıl var olduklarını vs. Düşüneceksin.’ Döndüğümden beri onları düşünüyorum ama 24 saat onları sıralamaya yetmiyordu. Hafta sonu çarşıya giderken sıra onda mı bunda mı diye düşünüp yürürken kendimi meyhanede buldum. R......’la da karşılaşınca içkinin dozunu kaçırmışız. Yaptıklarımız hoş değildi biliyorum. Bekçi sağ olsun, asker olduğumuzu öğrenince davadan vazgeçti ve bizleri serbest bıraktılar.”
Onu sonuna kadar sessizce dinledim. Ülkemizde neler oluyordu, üstelik Atatürk ilkelerini uygulayacakları ideasıyla gelen, tüm atölye ve binaları Atatürk posterleriyle donatan 12 Eylül darbecileri devletin başındayken. Biz nerelere doğru gidiyorduk, anlamak mümkün değildi. İçimi çekerek,
“Devrem, tasvip etmediğim halde kumar ve içkiden koptuğun için sevinmiştim. Umarım bu son olur da çocuklarının boğazından keserek bir daha böyle bir densizlik yapmazsın...”
Huylu huyundan vaz geçmiyordu, sonraki günlerde de doğru bildiğinden şaşmadan yoluna devam etti. Birlikte çalışıyorduk ve ben onu sürekli eleştiriyordum. O, her seferinde sesini çıkarmadan beni dinliyor ama yapacağından geri durmuyordu. Eleştirilerime rağmen o bana karşı hep dürüst davrandı, kendisine kızıp bağırdığım anlarda dahi saygıda kusur etmedi. Yakın bir tarihte bu arkadaşımı kaybettiğim için üzgünüm. Kendisini sevgi ve rahmetle anıyorum.