Bugun...


YAZAR : ALİ OĞUZ

facebook-paylas
“FRANSIZCA ÖĞRETMENİMİZİ HATIRLIYOR MUSUN?”
Tarih: 22-03-2025 11:39:00 Güncelleme: 22-03-2025 11:39:00


 

“FRANSIZCA ÖĞRETMENİMİZİ HATIRLIYOR MUSUN?”

Yaşanmış gerçek bir hikaye...

Köylülerimizin iş birliğiyle 1942 yılında açılan köy ilkokulumuz, 1981yılında 12 Eylül yönetimince yıkıldığı tarihe kadar yüzlerce öğrenci yetiştirdi. Açıldığı tarihten başlayarak yıkıldığı tarihe kadar farklı yıllarda 12 öğretmen görev yaptı. Son görev yapan öğretmenlerden altısı köylümüzdü ve köyümüz ilkokulunda mezun olmuştu.

Okul, 1942 yılında ilk açıldığında Birvan’lı Halit Demir eğitmen olarak göreve başlamıştı. Halit Demir, askerlik yaptığı sırada Ali mektebinde okuma yazma öğrenerek çavuş olmuş, askerden döndükten sonra da Birvan’da ve köyümüzde Halit Çavuş lakabıyla anılmaya başlamıştı. Eğitmen Halit Demir’in öğretmenlik eğitimi olmadığından okula ilk kayıtları yaparken 7-20 yaş aralığındaki tüm çocukların kayıtlarını yaparak büyük bir hevesle eğitimi başlatmıştı. Fakat birinci sınıftan ikinci sınıfa geçen çocuklara ders verirken zorlanmış, köy muhtarına baş vurarak kapasitesinin yetersiz olduğunu bildirerek öğretmen talebinde bulunmalarını istemiştir. Yeni öğretmen gelinceye kadar üçüncü sınıfa geçen çocuklar izinli sayılmıştır. Muhtar ve azalarının başvurularından üç yıl sonra köye tayin olan öğretmen Şeref Erdem 7-15 yaş aralığındaki çocukları okula kabul etmiş, 15 yaş üstü çocukları okula kabul etmeyeceğini bildirmiştir. Bu nedenle üçüncü sınıfa geçen birçok çocuk Eğitmen Halit Demirden aldıkları eğitimle kalmışlardır.

Öğretmen Şeref Erdem’den sonra köyümüz İlkokulu'na bize en yakın komşu köyümüzden başka bir Öğretmen tayin olmuştur. Hikayemize konu olan bu öğretmen köyümüze tayin olduktan sonra ailesini de alarak okulun yanında bulunan lojmana taşınmış. 1940’lı yıllarda köylülerimizin birçoğunun komşu köylerle iyi ilişkileri vardı, çoğu insanlar birbirleriyle tanışıyorlardı. O yıllarda motorlu araç ve araç yolu bulunmadığından komşu köylerden Keban’a gidiş ve dönüş yolları köyümüzün içinden geçiyordu. Kergah(Delikavak), Nüşkuşağı(Aslankaşı), İbolar, Hedi(Aydınlar), Hamzikan(Sağdıçlar) ve Karkit(Büklümlü) köylüleriyle köyümüzün arazileri iç içe geçtiğinden çoğu birbirini tanıyordu. Bunda en büyük etken, o yıllarda yaygın olan kirvelik ilişkileri köyler arasındaki bağı daha da güçlendiriyordu.

Yeni tayin olan öğretmen köyümüze taşındıktan sonra köyün ileri gelenleriyle iyi ilişkiler kurdu. İlişkileri daha da ileriye taşıyarak köylülerimizin her yıl sonbahar aylarında Pertek’e bağlı Zeve köyünde bulunan Sultan Hızır Türbesin ziyaretlerine o da eşiyle birlikte katıldı. Sultan Hızır Türbesinin: hastalara, sakatlara, çocuğu olmayanlara şifa getirdiği söyleniyordu. Köylüler bu türbeyi ziyarete giderken yanlarında götürdükleri kurbanlarını orada kesiyor, türbede dileklerde bulunduktan sonra bir gece orada kalarak dönüyorlardı. Türbe ziyareti dönüşünden sonraki aylarda doğan erkek çocuklara Hıdır, kız çocuklara da Sultan ismini veriyorlardı. Ziyarette giden öğretmen de Sultan Hızır türbesinden döndükten sonra doğan oğlunun adını Hıdır koydu. Sonraki yıllarda tayinini isteyerek Keban merkeze taşındı. 1950’li yıllarda Demokrat parti döneminde okul müdürü ve ilçe milli eğitim müdürlüğü yaptı. 1960’da yapılan 27 mayıs darbesinden sonra müdürlük görevlerinden alınarak sınıf öğretmenliğine döndürüldü.

Ortaokula başladığım dönemde okulumuz: birinci, ikinci ve üçüncü sınıflardan oluşan üç derslikten ibaretti. Okulda okuyan öğrencilerin yarısına yakın bölümü köylümüzdü.  Okul müdürü Necip Kısaparmak’tı. Okul müdürlüğü sırasında katı bir disiplin sağlamış, sokakta çarşıda şapkasını çıkaran veya başına uygun takmayan, ceketinin düğmesi açık olan öğrenciyi ertesi gün çağırıp cezalandırıyordu. Okulda mandolinsiz öğrenci yoktu, alma gücü olmayanların mandolinlerini bir yıl önce mezun olan çocuklardan alıp olmayanlara verdiği söyleniyordu. Okulun bir odasını kütüphaneye dönüştürmüştü, kütüphanede binlerce kitap bulunuyordu. Ayrıca görev yaptığı dönemde fakir aile çocuklarının barınmaları, daha rahat ders çalışmaları için okulda yatılı bir bölüm açmıştı. Odanın birine konan ranzalar ve yataklar ev tutma imkânı olmayan çocuklara tahsis edilmişti. Bir elinin beş parmağı yoktu, buna rağmen döveceği çocuğun kulağını sağlam eliyle tutuyor, parmaksız eliyle vurdukça vuruyordu. Daha okulun yeni açıldığı günlerin birinde sınıfımıza girdiğinde karatahtanın önünde durdu ve öğrencileri gözleriyle yokladı, benim yanımda oturan ve bir yıl önce sınıfta kalan köylümüz bir öğrenciye ismiyle hitap ederek “Buraya gel” dedi. O öğrence itiraz etmeden kalkıp gitti müdürün yanına, sağlam eliyle öğrencinin kulağından tutarak evire çevire döverken bir yandan da öfkeyle söyleniyordu.

“Aptal, geri zekalı, o gariban baban daha seni ne kadar okutabilecek? Ben sana yatacak yer verdim, kahvaltı verdim, ders çalışman için akşamları nöbetçi öğretmen bıraktım. Neyin eksikti söyle!”

Biz okula başladıktan yaklaşık üç ay sonra Necip Kısaparmak’ın Tunceli öğretmen okuluna müdür olarak tayın olduğunu öğrendiğimizde bazı öğrenciler sevinmişti. Bir sabah vedalaşmak üzere sınıfa girdiğinde yanında yeni gelen bir öğretmen vardı.

“Ben Tunceli Öğretmen okuluna tayin oldum hemen gidip oradaki görevime başlayacağım. Benim yerime Necdet öğretmen müdür mavini olarak atandı. Ben görev yaptığım süre boyunca ülkemize layık, başarılı ve disiplinli öğrenciler yetiştirmek için çabalayıp durdum. Müdür mavini olarak atanan Necdet öğretmeniniz de bu görevi layıkıyla sürdürecektir kendisine başarılar diliyorum. Hepiniz fakir aile çocuklarısınız çok çalışın sizleri kısıtlı imkanlarıyla okutmaya çalışan ailelerinize layık olun, başarılar diliyorum...”

Necip Kısaparmak tayin olup gittikten sonra okulda bulunan ranza ve yataklar okuldan çıkarılarak dışarıya atıldı, kütüphanede bulunan kitaplar yıllar içerisinde kapanın ellerinde kaldı.

Necdet öğretmen okulun öğretmen kadrosunu tamamlamak için çok mücadele etti, bu mücadelenin sonucunda kadrolu bir matematik öğretmeni tayin olmuştu. Diğer boş kalan dersleri ilkokulun öğretmenleriyle takviye etmeye çalıştı. Fransızca dersini vermek üzere geçmişte köyümüzde öğretmenlik yapmış olan (.....) öğretmen görevlendirilmişti. (.....) öğretmen Fransızca öğretmeni değildi, derslerimize gelmeden önce kendini hazırlamaya çalışıp gelmesine rağmen ders verirken sıkıntı çekiyordu. Bir yıl önce Etibank’ta görevli bir mühendisin Fransızca dersine girmesi nedeniyle sınıfta kalan öğrenciler bu dersi iyi kavramışlardı. Arada bir yapılan telaffuz hatalarını onlara onaylatmak zorunda kalıyordu. Değerli bir öğretmendi, fakat girdiği ders branşı olmadığı için zorlanıyordu. Yaptığı imtihanlarda zayıf öğrenciler olmasına rağmen sene sonunda herkese geçer not vermişti.

Ben mezun olup işe başladıktan sonraki yıllarda iznimi aldıkça köye gidiyordum. O emekli olduktan sonra köyüne dönmüştü, birkaç kez karşılaştığımda elini öperek hal ve hatırını sordum. Kendini tamamen köy yaşamına adamış, geçmişin takım elbiseli öğretmeni şimdi giydiği şalvarıyla tamamen köye adapte olmuştu.

Ortaokul ikinci sınıfta yine öğretmen açığı olduğu için ilkokul öğretmenleriyle takviye edilmiştik. Fizik dersine ise kaymakam geliyordu. Kaymakam beyin bir dersinde bir arkadaşımızın minarenin altında yayların bulunduğunu, rüzgarda minarenin sallandığı halde yıkılmadığını söylemesi üzerine başlayan tartışmaya Kaymakam bey:

“Geleceğimizin teminatı siz gençlerden böyle saçma bir görüş duyduğum için çok üzüldüm,” dedi. Başlayan tartışmada arkadaşımızın görüşüne birkaç kişi daha katılınca Kaymakam bey kızdı ve yerinden kalkarak:

“Geçen gün ilçenin ileri gelenleriyle sohbet ederken oturanlardan biri ayağa kalkarak bana: ‘Kaymakam Bey ben dedemden dinlemiştim, bu cami yapılırken Mehmet ağa caminin sütunlarından birini omuzuna atmış ıslık çala çala geliyordu’ dedi. Sütunların birkaç ton ağırlığında olduğunu, insan gücüyle bunun mümkün olmadığını uzun uzun anlatmama rağmen bu kişi söylediğinin doğru olduğunu iddia edip durdu. Şu anda sizin de o kişiden farksız davrandığınızı gördüğüm için çok üzüldüm” diyerek tartışmaya son vermeye çalıştıysa da o öğrenciler görüşlerini kaymakama kabul ettirmeye çalıştılar. Ders bitinceye kadar süren tartışmadan sonra çıkıp giden kaymakam bir daha dersimize gelmedi. Dersimizin boş geçtiği bir Fizik dersine gelen müdür mavini,

“Kaymakam Bey artık derse gelemeyecek, derse geldiği günlerde görevini aksattığını söylüyor. Yeni bir öğretmen temin edinceye kadar sessizce derslerinize çalışın” dedikten sonra çıkıp yan taraftaki sınıfa girdi. Sınıftan çıkarken de sınıf Başkanı Doğan Turan’a sınıfın sessizce ders çalışılmasını, gürültü yapan öğrencilerin numaralarını karatahtaya yazmasını tembih etti. Kısa bir süre sonra sınıfta kaynaşmalar ve giderek gürültü artmaya başlayınca Başkan Doğan Turan bir iki ikazdan sonra gürültü yapanların numaralarını karatahtaya yazmaya başladı. Bir süre sonra yan sınıfta gürültüden rahatsız olan Necdet öğretmen içeriye girerek tahtada numaraları yazılı öğrencileri sıra dayağından geçirdi. Necdet öğretmen gitmek üzeydi ki babası Etibank’ta bekçilik yapan Mustafa Kaya (Karasazlı Mustafa) öğretmene bu dayağı hak etmediğini söyleyerek itirazda bulundu. Mustafa haksızlığa uğradığını söylediği için öğretmen, nasıl itiraz edersin dercesine onu tekme tokat döverek yerine oturmasını söyledi ve çıktı sınıftan. Öğretmen çıktıktan sonra başta Mustafa olmak üzere dayak yiyen öğrenciler başkanla tartışmaya başladılar. Başkan Doğan Turan karatahtaya yine aynı isimleri yazdı ve gürültüye gelen öğretmen tekrar o öğrencileri sıra dayağından geçirdi. Mustafa dayak yiyip yerine geçerken “Biz Doğan’ı başkan olarak istemiyoruz” diye söylenince, öğretmen Mustafa’nın kulağından tutarak onu tekme tokat döve döve kapıya doğru sürükledi ve: “Okuldan atıldın, bir daha okulun çevresinde dahi seni görmeyeceğim” diye tehdit ederek kapıdan dışarıya attı. Ertesi gün Mustafa'nın Etibank’ta bekçi olan babası gelip öğretmene yalvardı ve oğlunun okula dönmesini sağlamaya çalıştı ama Necdet öğretmen geri adım atmayarak bir daha Mustafa'yı okula almadı. Mustafa’nın dersleri iyiydi, zehir gibi kafası çalışıyordu buna  rağmen okuldan atılmıştı.

Ben askeri okulda okuduğum yıllarda Matematik öğretmenine mektup götürdüğümde öğretmenin önerisiyle bir piyeste Mustafa ile birlikte rol almıştım. Sonraki yıllarda kendisini görmedim. Aradan yıllar geçti, Balıkesir’de görev yaptığım 70’li yılların ikinci yarısında çarşıda onunla tesadüfen karşılaştık. Birlikte bir yazlık gazinoya gidip oturduk, birer çay içerek oradan buradan sohbet ettik. Karayollarında çalışıyormuş, benim oturduğum semte yakın bir evde oturduğunu öğrendim. Fırsat buldukça buluşup bir yerlerde oturup eski günlerden söz ettik. Babasının tüm çabalarına rağmen Necdet öğretmenin onu okula almaması sonrasında babası oğlunu Elazığ’da bulunan bir akrabasının yanına göndermiş ve ortaokulu orada bitirmişti. 70’li yıllar terörün doruk noktasına ulaştığı yıllardı, bir buluşmamızda terörün çok can aldığından bahsederken Mustafa:

“Bizim Fransızca dersine giren öğretmeni hatırlıyor musun?” diye sordu. Ben:

“Hatırlamaz olur muyum? O, bizim köyde de öğretmenlik yapmıştı. Ona ne olmuş ki?

“Fransızca öğretmenimizin oğlu Rüya Sineması civarında evine giden bir genci vurup öldürmüş ve yakayı ele vermiş.”

“Mustafa, Fransızca öğretmenimizin oğlunun burada ne işi varmış?”

“Muhtemelen Necati Eğitim’de okuyordu, biliyorsun bir öğrenci ayakta kalabilmek için sağ veya sol guruplardan birinin içine girmek zorunda. O da tercihini sağda yaparak bu gurubun içine girmiş, muhtemelen içine girdiği gurup onun ismine takmış ve ‘Bu aramıza ajan olarak girmiş biri olabilir’ diyerek temkinli olmaya karar vermişler. Çocuk her verilen görevi yapmasına rağmen o gurubun güvenini bir türlü kazanamamış olmalı ki tabancayı eline vermişler ‘Git şu Komünisti öldür’ demişler. O da gözünü kırpmadan gidip vurmuş ve kaçmış, onu arkasından takip edenler kaçıp kurtulmuş, o kaçamayarak yakayı ele vermiş.”

“İnan ki çok üzüldüm, (.....) öğretmen değerli bir büyüğümüz, duyduğunda perişan olmuştur.

Ölen ve öldüren gençlerin anne ve babaları oğlumuz okusun diye kim bilir ne fedakârlıklara katlanmıştı. (......) öğretmenin oğlu köyümüzde doğmuştu, fakat hiç kendisini görme fırsatım olmadı. O, gencecik yaşında hem öldürdüğü gencin, hem kendi yaşamını, hem de öldürdüğü gençle kendisinin anne ve babasının hayatını karartmıştı.

 



Bu yazı 533 defa okunmuştur.

FACEBOOK YORUM
Yorum

YAZARIN DİĞER YAZILARI

HAVA DURUMU
YAZARLAR
ÇOK OKUNAN HABERLER
  • BUGÜN
  • BU HAFTA
  • BU AY
3617 Okunma
3518 Okunma
2696 Okunma
1144 Okunma
992 Okunma
816 Okunma
788 Okunma
760 Okunma
739 Okunma
682 Okunma
680 Okunma
671 Okunma
641 Okunma
633 Okunma
626 Okunma
619 Okunma
563 Okunma
559 Okunma
517 Okunma
508 Okunma
505 Okunma
500 Okunma
464 Okunma
431 Okunma
4287 Okunma
4148 Okunma
4107 Okunma
3868 Okunma
3617 Okunma
3554 Okunma
3518 Okunma
3333 Okunma
3330 Okunma
3239 Okunma
2995 Okunma
2993 Okunma
2696 Okunma
2353 Okunma
2341 Okunma
2258 Okunma
1769 Okunma
1761 Okunma
1633 Okunma
1529 Okunma
1505 Okunma
1416 Okunma
1345 Okunma
1316 Okunma
SON YORUMLANANLAR
HABER ARŞİVİ

Web sitemize nasıl ulaştınız?


HABER ARA
YUKARI