NEREDEN NEREYE
“Zaman, miktarı belli bir maaş gibidir. Bu maaşla nasıl bir yaşam süreceğiniz, tümüyle size bağlıdır.” Margaret B. Johnstone
Köyde biz de herkes gibi annemizin sac da pişirdiği ekmek ve kendi yetiştirdiğimiz ürünlerden pişirilen yemeklerle büyüdük. Yetiştirdiğimiz sebzelerden, beslediğimiz tavukların yumurtalarındın, büyük ve küçükbaş hayvanların sütlerinden istifade etsek de ekmek ve bulgur pilavı vazgeçilmez gıdamızdı. Evlerimizi bir mum ışığı veren idare lambalarıyla, yeteri kadar gaz bulabilirsek aydınlatmaya çalışıyorduk. Kullandığımız ve içtiğimiz suyu bakraçlarla çeşmeden evimize taşıyorduk. Pişirilen yemekleri aynı kapta tüm aile bireyleri kaşıklayarak yiyor, suyu aynı tasta içiyorduk. Horozlar ötmeden kalkıp çift sürmeye, bahçe ve bağ işlerine koşuyor, karanlık bastığında evlerimize yorgun argın dönüp; yemeğimizi yedikten sonra yataklarımıza koşuyorduk. Karasabanla çift sürerken öküzlerimiz traktörümüz, yüklerimizi evlerimize taşırken eşeğimiz traktörümüz ve otomobilimizdi. Köy yolları yapılmadan önce bizim kuşağın şehre ulaşım imkanı kısıtlıydı. Çocukluğumdan başlayarak yirmili, yaşlarıma kadar şehre veya ilçeye kilometrelerce yolu yaya yürüyerek gidip geliyordum. Köyümüzün yolları 1960’ların sonlarında yapıldı. Köy yolu yapıldıktan sonra bir köylümüz minibüs aldı, artık şehre gidiş dönüşler kolaylaşmıştı. Köyle şehir arasında minibüs seferlerinin başlaması bizim için bir devrimdi. Artık şehre ve ilçeye minibüsle gidip gelecektik.
Biz büyüyüp delikanlılık çağına ulaştığımızda, köyümüze, ilçemize ve şehrimize sığmaz olmuştuk. Kimimiz hiç görmediği başka şehirlerde okumaya, kimi de farklı şehirlerde ekmeğini arar olmuştu. O yıllarda şehirler arasında ulaşım birkaç otobüş firmasıyla sınırlı olmasına rağmen şehirden şehire taşındık. Çok geçmeden onların yerine farklı firmalara ait otobüsler sefere sokuldu. Artık köylerden şehirlere, özellikle doğudan batıya göç edenlerin sayısı her geçen gün artıyordu. Artan yolcu talebini karşılamak için yeni otobüs firmaları servise sokulmasına rağmen otobüsler sıkış-tepiş dolduruluyordu. Bu koşullarda ülkenin bir ucundan diğer ucundaki okulumuza gidip geldik. Balıkesir de göreve başladığımda da durum değişmemişti; Balıkesir’den memleketime gitmek için bindiğim otobüs Ankara’ya geldiğinde Elazığ’a, Elazığ’dan dönerken Ankara’ya geldiğimde Balıkesir’e araba bulmak büyük sorun oluşturuyordu.
Şehirler arasında seyahat edecek yolcular için ikinci bir seçenek vardı: tren yolculuğu. Tren yolculuğunu tercih edenlerin yolculuğu bazen günler alıyordu. Bir iki kez ben de tren yolculuğunu tercih etmiştim. Yolculuk sırasında her durakta duran trenin, kapı ve pencerelerinden içeriye is ve toz doluyordu. Seyahat boyunca tahta koltuklar üzerinde oturmaktan, trene binen yolcuların fütursuzca davranışları yolculuğu kabusa çeviriyordu.
İş hayatına atıldıktan sonra ülkemizin doğu illerinden en batı illerine kadar iş ve aş peşinde koştum. Memlekette köyde kalan annem ve kardeşlerimle irtibatımız kopmuştu. O yıllarda tek iletişim aracı mektuptu. Sayfalar dolusu mektuplar yazıyordum. Yazdığım mektupları PTT’ye teslim ettikten sonra merakla ne zaman yerine varacak kaygısına düşüyordum. Çünkü köye posta hizmetleri olmadığından, gönderdiğim mektupların köye ulaştırılması için Elazığ’da bulunan bir köylümüzün adresine gönderiyordum. O, ne zaman köye giderse veya köyden biri yanına uğradığında unutmadan ona teslim ederse mektup yerine varabiliyordu. Annem ve küçük kardeşlerimin yazdıkları mektuplar da aynı yolu izleyerek bana ulaşabiliyordu. Elazığ ile köy arasındaki köprüde bir aksama olduğunda mektupların yerlerine ulaşmaları aylarca gecikebiliyordu.
Henüz televizyon hayatımıza girmemişti, radyo dahi lükstü. Sekiz dokuz yaşlarındaydım, yaz tatilini geçirmek için eşiyle birlikte köydeki evine gelen bir öğretmen komşumuzda ilk kez radyoyu görmüştüm. Pencerede bir kablo sarkıtarak toprağa gömmüştü ve kabloyu gömdüğü toprağa her gün su döküyordu. Bir gün merak edip neden su döktüğünü sorduğumda o, bu kablonun radyonun topraklama kablosu olduğunu ıslak toprakta radyonun daha iyi çektiğini söylemişti. İşe başladığımda benim de ilk ev aletlerimden biri radyoydu ve astronomik bir fiyata almıştım.
Ülkemizde yayına siyah-beyaz olarak başlayan televizyona ise ancak 1970’lerin ortalarında sahip olabilmiştim. Görevli olduğum Merzifon’da taksitle aldığım televizyon benim yedi-sekiz maaşıma denk geliyordu. Paket yayın yapıyordu ve net görüntü alabilmek için her gün çatıdaki anteni evirip çevirmek zorunda kalıyordum. Sonraki yıllarda televizyon yayınları giderek ülkenin her yerinde izlenir oldu. Televizyon yayınlarının artmasıyla renkli televizyonlarla tanıştık. Artık her gün televizyon modelleri değişiyor, farklı ebatta ekranlar ve farklı teknolojik ürünler insanların ilgisine sunuluyordu. Artık büyük ekran Android akıllı televizyonlar sayesinde ülkemizde ve dünya da olup biten olayları oturduğumuz yerden seyretmeye başlamıştık.
Bir diğer iletişim aracı da telefondu: iş yerimizde birlikler arasında konuşabiliyorduk ama ülkenin birçok ilinde varlıklı birkaç aile dışında kimsenin telefonu yoktu. Evinde telefonu olanlar bile şehirler arası görüşme yapabilmek için ismini PTT’ye yazdırarak ancak 24 saat sonra görüşebiliyorlardı. Köylere ise telefonun götürülmesi yılar sonra sağlanabildi. 1980’lerden sonra köye telefon hattı çekilerek muhtarın evine abonelik verildiğini duyduğumda şehirler arasındaki mesafenin kısaldığını düşündüm. Zor da olsa artık annemle görüşüp konuşabilecektim, yapmam gereken iş: PTT’ye gidip telefon edeceğim ili ve numarayı yazdırdıktan sonra saatlerce beklemekti. Ben beklerken köye ulaşan telefon sonrası, muhtarın eşi veya çocukları gidip annemi çağırıyordu. Bu süreç yaklaşık 12 saat sonunda gerçekleşebiliyordu. Sonraki yıllarda telefon: önce evlerimize, ardından köyde hemen herkesin evine bağlanınca daha sağlıklı iletişim kurma imkanına kavuştuk. 90’lı yıllarda piyasaya sürülen cep telefonu, ilitişimde çağımızın en büyük icadı oldu. Artık eş dost ve akrabalarımıza istediğimiz an ulaşma imkanına kavuşmuştuk.
1980’lerin sonlarında başlayarak ülkede çok şeyler değişmeye başladı: otobüs ve trenle bir şehirden diğerine gitmek saatler hatta günler alırken, yurdun her iline ve ülkeler arasında uçakla ulaşım imkanı sağlandı. Günümüzde İstanbul, Ankara, İzmir ve diğer şehirlerden memleket giden köylülerimizin çoğu uçak yolculuğunu tercih ediyor.
1993’te ilk kez karargaha tayinim çıktığında asrın icadı bilgisayarla tanıştım. 100-150 GB kapasiteli bu bilgisayarda sadece PW programı bulunuyordu. Eskiden daktiloyla yazılan yazılar klavye üzerindeki rakam ve harflerle ekrana yansıtılıyor, yapılan hatalar düzeltildikten sonra yazıcıdan istenilen oranda çıktı alınabiliyordu. Bu bilgisayarların bir kaç marifeti daha vardı; bazı bilgiler grafiklerle yazıya eklenebiliyor ve küçük çaplı oyunlar oynanabiliyordu. Sayılı birliklerde bulunan bu bilgisayarların gelmesinden sonra giderek daktilolar elden çıkarılmaya başlandı. Kısa süre sonra bu bilgisayarların kapasiteleri artırılarak Windows programları yüklendi, Windows programları geliştikçe bilgsayarlar yaygınlaştı. Çok geçmeden ileride tüm dünyayı ayağımıza getirecek olan İnternet, bilgisayarlarda yerini aldı. İnternetin giderek gelişim göstermesi Dizüstü bilgisayarlara, cep telefonlarına ve televizyonlara yüklendi. Artık ticarette, sağlık sektöründe, bankalarda, maliyede ve hemen her sektörde bilgisayar ve internet kullanılıyordu. Giderek internet yaşamımızın bir parçasına dönüştü. Kısa sürede geliştirilinen cep telefonlarırımızla artık her bilgiye hızlı iletişimle ulaşabiliyorduk. Fotograf ve video çekebiliyor, ülkenin herhangi bir yerinde veya farklı ülkelerdeki eş, dost ve akrabalarımızla görüntülü veya görüntüsüz görüşebiliyorduk. Günümüzde her kurum ve kuruluş çağın bu gelişmiş aletinden istifade ediyor. Bir zamanlar aradığımız bir bilgiye ulaşmak için onlarca kitap, ansiklopedi karıştırırken, şimdi bir tuşla istediğimiz bilgiye anında ulaşabilme imkanımız vardı. İstediğimiz bilgiyi, istediğimiz kitabı indirerek okuyabiliyorduk. Geçmişte oturup saatlerce yazdığımız mektupların yerine MSN ile anında haberleşme imkanına sahiptik. Artık fatura ödemek, bir kurum veya kuruluşa, yakınlarımıza havale yapmak için PTT veya bankalarda sıraya girmeye gerek kalmamıştı. Bir tuşla bu işlemleri anında yapabiliyorduk.
Geçmişte lüks olan buzdolapları her evin mutfaklarına taşınmış; çamaşır makineleri, bulaşık makineleri ve farklı elektronik mutfak aletleri evlerimizdeki yerini almış ve bir tuşla kumanda ederek çamaşır ve bulaşıklarımızı yıkayıp durulayabiliyorduk. Yıllarca leğenlerde saatlerce yıkanıp ovulan çamaşırlara el değdirmeden yıkıyor, elde yıkanan bulaşıklar makinelerde yıkanıyordu. Yaz aylarında evlerimizdeki klimalarla serinleyebiliyor, hazırladığımız kışlık gıdaları derin dondurucularda kışa taşıyabiliyorduk. Gün içinde yiyeceklerimizi mikrodalga fırınlarda birkaç dakikada ısıtabiliyorduk.
Dünyada teknolojik gelişimler hızla artarken ülkemizde yaşanan çalkantılı siyasi ortam ve bozulan ekonomi, gelişmelerin önünü kesiyordu. Yaşamım boyunca: 27 mayıs1960, 12 mart 1971 ve 12 eylül 1980 askeri darbelerini; sağ, sol çatışmalarda öldürülen onlarca gencimizi, siyasi cinayetlerle kaybettiğimiz değerli gazeteci, hukukçu, akademisyenlerimizi ve terörün yıkıntılarını yaşadım. Onlarca yıl süren bu süreçte gelişen teknolojik gelişmelerin hep gerisinde kalmamıza rağmen geç te olsa ulaştık.
Bizim kuşak, nereden nereye gelmişti; yaşamımız, siyasi ve ekonomik durumumuz hızla değişmişti. Teknoloji her gün yenilenerek önümüze farklı seçenekler sunmaya devam ediyordu. Fakat, giderek çevremizden kopuyorduk. Geçmişte, tüm olumsuzluklara rağmen dostluk vardı, sevgi ve saygı vardı, fedakâr bir nesildik. 1975 olaylarında çoğumuzun ekmek kapısının kapanacağını bildiğimiz halde herkes üstüne düşeni yapmaktan çekinmedi. Bu nedenledir ki halen 50 yıllık dostlarımızı arayıp duruyoruz. Çocukluk yıllarımızda sokakta arkadaşlarıyla oyun oynayan çocuklar, şimdi bilgisayarda birbirlerine bağlanarak gün boyu oturdukları yerden oyun oynar hele geldiler. O yıllarda cenazesi olan aileye bir hafta boyunca yemekler taşınırken günümüzde cenazeye katalınlar cenaze evinde toplanarak verilecek yemeği bekler oldular. Aynı tastan dört beş kişinin su içtiği, aynı kapta tüm ailenin yemek yediği günler geride kaldı, şimdi su içtiğimiz bardak ve yemek yediğimiz kaplar hemen bulaşık makinesine atılıyor. Kendimizin yetiştirip ağız tadıyla yediğimiz sebzelerin yerini hormonlu gıdalar aldı. Bilgisayarlarımıza, telefonumuza, televizyonumuza o denli bağımlı hale geldik ki; çevremizde, mahallemizde, köyümüzde, oturduğumuz apartmanımızda ne olup bittiğini göremez olduk. Görsek de ilgimizi çekmiyor. Eşimizle, çocuklarımızla sohbet edemez olduk. Geçmişte kitapçıları dolaşır, seçtiğimiz kitapları evimize getirip sessiz bir ortamda okurken bu gün günboyu susmayan televizyon sesinden okuduğumuzu anlayamaz olduk. Anne ve kardeşlerimize yazdığımız mektupları, eş dost ve arkadaş ziyaretleri sırasında yapılan karşılıklı sohbetler yok artık. Geçmişte yaşadığımız komşuluk ilişkileri, arkadaşlar arasındaki samimiyet yok oldu. Yüz haneli köyde, çalıştığımız iş yerlerinde herkesin birbirininin yardımına koştuğu günler geride kaldı. Şimdi: otuz, kırk katlı apartmlarda karşı karşıya oturan komşular birbirlerini tanımıyorlar. Evde,sokakta, toplu taşıma araçlarında herkesin elinde bir telefon; çevresinde olup bitenden habersiz bir topluma dönüştük.