ANNESİZ ANNELER GÜNÜ VE ANNELERİM
Kabul etmek gerekir ki; Anne/Anadünyanın en merhametli en kutsal varlığıdır. Tüm semavi dinlerin öğretilerinde de annelik kurumunun önemi; o dinin inananlarına vadettiği en büyük ödülle özdeşleştirilmiştir. Sevgili peygamberimiz de “Cennet anaların ayaklarının altındadır” hadisiyle bu hususu çarpıcı bir şekilde vurgulanmıştır. Yine Türk kültüründe “Ana gibi yar Bağdat gibi diyar olmaz” atasözü ile analık kurumunun önemi vurgulanmıştır. Yaradılıştan da analık kurumu bilinçaltımızda yer etmiştir. Bir yerimiz acıdığında, bir zorlukla karşılaştığımızda ağzımızdan çıkan ünlem “Vay/yandım/öldüm anam” ünlemidir. Bu ünlem ana merhameti ve şefkatinin iç dünyamızdaki izdüşümüdür. Ez cümle analık payesi kolay edinilmiş bir paye değildir.
Her canlı gibi benimde yaşamımda bir biyolojik annem ve yanında anneme eş değer tutarak isimlerinin sonuna “anne” sıfatı eklediğim insanlar oldu. Bu yazımda sonsuzluk âlemine göçen annelerimi kısaca yâd ederek, anılarının ışığında anneler günlerini kutlamak istedim.
Beni karnında taşıyarak dünyaya getiren annem Tapu Katibigillerden Mustafa Efendi’nin küçük kızı Sadet (ismi muhtemelen rahmetli nüfus memuru Halil Hamdi Efendinin bir “a” harfini eksik yazmasıyla “Saadet” yerine “Sadet” şeklinde kaydedilmiş) Hanımdır. Rahmetli babamın nitelemesiyle annem “kanatsız melek”ti. Yaşamın babasız büyümek gibi en acı meyvesini tatmış biriydi. Çocukken baba şefkati görmemiş, bunun özlemini her baba lafı geçtiğinde kendi tabiriyle burnunun direğinin sızlayarak hissettiğini söylerdi. Biz çocuklarına verdiği başlıca öğüt bulunduğumuz yerle yetinmeyip daha ilerilere gitmemizdi. Bu husus annemin iç dünyasında çocukken çektiği yoklukların bir yansımasıydı. Küçükken dayağını yemediğim günler sayılıdır. Hemen her gün yaptığım bir yaramazlıktan dolayı mutlaka terlikle sopasını yemişimdir. Bugün geriye dönüp baktığımda anacığımın benim gibi haylaz birini terbiye etmek için dayaktan başka çıkar yolu olmadığını da görüyorum. Vurduğu yerlerde gül bittiğine inandım hep. Bu inanıcım bugünde devam ediyor. Anacığımı oldukça genç bir yaşta henüz 57 yaşında basit bir rahatsızlığından dolayı yürütülen tedavisinde yaşanan bir tıbbi hatalı uygulama neticesinde yitirdim. Tam rahata ereceği bir dönemde kaybetmenin acısını hâlâ yüreğimde taşıyorum. Mekânı cennet olsun.
Evimizdeki ikinci annem Babaanne diye hitap ettiğim üç yaşından itibaren koynunda yattığım Vasfiye Hanım idi. Hani derler “ya çocukla çocuk büyükle büyük” diye babaannem işte böyle biriydi. Anne ve babamla paylaşamadığım tüm sıkıntılarımı bir dost, arkadaş içtenliğiyle paylaştığım yegâne kişiydi. Elazığ Hal Köyü’nden Keban’a gelin gelmiş, 1914 yılında seferberliğe gidip bir daha geri dönmeyen sadece ismini duyduğu bir babanın son çocuğuydu. Onun da yaşamı yokluk ve zorluklarla geçmişti. Bize her zaman ebeveyn sevgisini öğreten, her sözüne “ana kurban” vurgulamasıyla başlayan eli vergili biriydi. Hümanizmayı babaannemden öğrendim dersem abartmış olmam. 1996 yılında 80 yaşında tanrının sonsuz rahmetine sığındı.
Üçüncü annem annemin annesi Binnaz Hanım idi. Binnaz Ana dayımın yanında yaşadığı için kendisini bir kez 1971 yılında Samsun Bafra’da gördüm. Üç çocukla genç yaşta dul kalıp hayatın zorluklarını yaşadığı her halinden belliydi. Sessiz ve sakin yapısıyla bizleri bir ana şefkatiyle kucaklamasıyla hafızamda kaldı.Mekânı cennet olsun.
Dördüncü annem “Safiye Annem” idi. Annemin amcası hanımı, babamın teyzesi kızı idi. O da Hal Köyü’nden Keban’a gelin gelmişti. Tapukatibigillerden Ahmet ÖZMEN Amcamın hanımı idi. Doğduğumuzdan itibaren yakın sevgisini gördüğümüz bir büyüğümüzdü. Merhametli ve eli vergili bir insandı. İletişimin olmadığı yıllarda uzun kış gecelerinde dinlediğimiz hikayeleri ile büyüdük. Bu hikayelerden aklımda kalan “Culfanazar” adlı bir hikayeydi. Yazmadığım için pişmanım. Safiye annem; çok sevdiği kızı Arife Ablamın ve eşi Ahmet Amcamın ölümünden birkaç yıl sonra rahmete erdi. Evlat acısı görmüştü. Son görüştüğüm 1998 yılı Şubat ayında beni tanımıştı ama durumu iyi değildi. 11 Mayıs 1998 tarihinde kaybettik. Mekânı cennet olsun.
Beşinci annem Şadiye Annem” idi. Yakın komşumuz Mübaşir Mustafa CELAYİR Dede’nin eşi idi. Aslen Ağın’ın Andiri Köyündendi. O da son derece nüktedan, eşine ve oğullarına düşkün bir anaydı. Beni de çocuğu/torunu yerine koymuştu. Çok sevdiğimi bildiği Pelüze (Pelüze: Su nişasta ve yağla yapılan bir muhallebi çeşidine yöremizde verilen ad) yapar sıcak sıcak yedirirdi. Oğulları Ankara’da yaşıyorlardı. Büyük oğlu Mehmet Amca ilkokul öğretmeni, küçük oğlu Yaşar Amca yüksek elektrik mühendisiydi. Harp Okulu’nda okuduğum yıllarda izine gittiğimde bizimkilerle birlikte yolumu gözler. Karşılar karşılamaz “bizim uşakları gördün mü?” sorusunu sorardı. Ben de her izine gitmeden önce mutlaka oğullarına uğrar bir diyecekleri olup olmadığını sorardım. 1984 yılında vefat ettiğini benden gizlemişlerdi. Sömestr iznine giderken “Şadiye Anneye bir diyeceğin var mı?” diye Yaşar Amca’ya uğradım. Ölümünü orada öğrendim. Oğluyla beraber ağladık Şadiye Anneyi. Mekânı cennet olsun.
Altıncı annem “Mükrüme Anne” idi. Aslen Arapgirliydi, Reisgillerden Mehmet Efendi ile evliydi. Mükrüme anne babaannemin yakın arkadaşı idi. Ancak ben hep kendisine nedenini bugün bile bilmediğim bir şekilde Mükrüme Anne diye hitap ettim. El lezzeti oldukça yüksek, açtığı baklavaları her babayiğit açamazdı. Her izine gittiğimde mutlaka yanına uğrayıp hayır duasını almaya çalıştım. 2013 yılında aramızdan ayrıldı. Mekânı cennet olsun.
Yedinci annem ise evlendikten sonra sevgili eşimin annesi “Fatime Anne” olarak yaşamıma girdi. Aslında iki dost ailenin bireyleri olarak biri birimizi tanıyorduk. O da annesiz bir çocukluk geçirmiş, analık elinde büyümüştü. Çocukların aşırı düşkünlüğü bu analık elinde büyümesinin bir yansımasıydı. Ağabeyi öğretmen olmasına rağmen okula gitmemiş ancak kendi çabasıyla okuma yazma öğrenmişti, pratik bir matematik zekâsına sahipti. Keban’da birisi ölse hemen beni arar; “Sela verildi anlamadım. Hele bak kim ölmüş” diye sorardı. Eğer Keban Gazetesi Grubunda paylaşılmışsa söylerdim. Yine telefonla aradığında “eğer sana zahmet olmazsa” diye söze başladı mı anlardım ki; “canı bir şey istemiş ve Keban’da bulamamış.” Bir şekilde ihtiyacını giderdim mi keyfine diyecek olmazdı. 2023 yılının Kasım ayında tanrının sonsuz rahmetine uğurladık. Mekânı cennet olsun.
İşte böyle sevgili dostlar yukarıda saydığım annelerim artık yok. Bu anneler gününde de arayacağımız kimse yok. Bende isimlerini zikrettiğim analarıma bir yazıyla hitap ederek Anneler günlerini kutlamak istedim. Biliyorum dönmeyecekler. Anıları önünde saygıyla eğiliyorum. Makamları Âli, Mekânları cennet olsun.Başta şehit anneleri olmak üzere tüm annelerimizin Anneler Günü kutlu olsun. Fotoğraf bölümünde Rahmetli annem, babaannem, Fatma OZAN Nine ve Şadiye Annemin bir arada çektirdikleri fotoğrafı sunuyorum. Saygılarımla.
.