BEDRETTİN AĞABEYİN ARDINDAN
Güzel bir güne uyandığımı zannediyordum. Ta ki cep telefonunu elime alıp değerli ağabeyim Bedrettin KAYA’nın bu fani dünyadan göçtüğünü öğreninceye kadar sürdü güzel bir gün hülyası. Şair Cemal SÜREYA’nın dediği gibi “her ölüm erken ölümdür, üstü kalsın”. Bedrettin ağabeyimiz son bir yıldır amansız bir hastalıkla mücadele ediyordu. Son altı aydır sesini de duyamamıştım. Yakınlarından haber alıyordum. Keban Çınarından önemli bir dal daha koptu. Yaprak demeyip dal diyorum çünkü Bedrettin Ağabey ilçemizden çok erken yaşta diyarı gurbete çıkmasına rağmen ilçeye ilgi ve özlemi canlı bir büyüğümüzdü. Yazdığım her yazının altına büyük bir titizlikle yorum yapardı. Eğer yorum yapmadığı bir yazım olursa bu kez ben meraklanır telefonla hatırını ve sağlık durumunu sorardım. Yerel siyasette yöneticilik yaptığından dolayı zaman ayıramadığını onun için yorumunu geciktirdiğini söylerdi. Ben ondan o da benim yazdıklarımdan karşılıklı bir şeyler öğrendik diye düşünüyorum.
Bu yıl mayıs ayında akrabam Prof. Dr. Kemal ÖZMEN’i kaybettiğimizde Keban’a gitmiştim. Yanılmıyorsam kendisiyle telefonla da görüştük. Keban’da olduğumu ve kendisiyle aynı mahallede büyüyen Kemal Hoca’yı yitirdiğimizi söyleyemedim. Benim gibi kendi aile fertleri de hasta halinde üzülmesin düşüncesiyle söylememişler. Bir müddet sonra öğrenmişti. Sosyal medya üzerinden üzüntülerini ve taziye dileklerini paylaşmıştı.
Bizim küçüklüğümüzde Bedrettin Ağabey Malatya Bölge Ziraat Okulu’nda okuduğu için Sofu Dedenin diğer çocukları gibi yakın bir ilişkimiz maalesef olmadı.Evin “Fındık Tatlısı” olarak adlandırırdı annesi rahmetli Remziye Nine. Bu betimleme tüm komşularca benimsenmişti. “Fındık Tatlısı” aşağı “Fındık Tatlısı” yukarı tüm mahallece kullanılır olmuştu. Sadece sıla izinlerine geldiğinde görürdüm ama aramızdaki 17 yaş farkından dolayı birebir ilişki kuramamıştım. Ben bu gelişlerinde ağabeyi 1970’li yılların moda saç stili olan uzun saçları ile hatırlıyorum. Ayrıca dışarıda okuduğu ve Keban dışında bir dünyanın varlığını görmüş olduğundan klasik Keban tutuculuğundan uzak ilerici fikirlere sahip idi. Bedrettin ağabeyin gelişine rahmetli annesi Remziye Nine’nin, Gazel Anne’nin ve Sofu Dede’nin heyecanla hazırlandıklarına tanıklık etmişimdir.
Bedrettin ağabeyin bir de diş yazdırma hikayesi var ki ne hikaye. Kendisi paylaşmıştı. Bende tarihe not edeyim. Hörenekli Hasan Efendi (Bülent Serttaş’ın annesi tarafından dedesi) ile Sofu Dede aynı iş yerinde çalışmaktalar. İsterseniz hikayeyi kendi ağzından dinleyelim. "Jandarma Karakolu"nun hemen yanı başında, Goguş'a doğru,küçük bir bina daha vardı.Ayrıca,bu binanın aşağısında,köprünün üst tarafında, Fırat kıyısında, Nehrin akışını,debisini ölçen bir düzenek de bulunuyordu. Hasan Efendi adında,galiba Hörenekli bir amcabey,bu ölçüm ve kayıt işleriyle görevli olarak bulunurdu. Rahmetli Hasan Efendi, Babam'ın yakın dostuydu. "Hocalığı” da olan,dini bütün bir insandı.Hemen her cuma günü,"Cuma Namazı" için Keban'a geldiğinde misafirimiz olurdu.Hasan Efendi'nin, kendine has bir meziyeti daha vardı: "Diş Yazıcılığı... "Ocak" oluşundan mı,yoksa "Hoca" oluşundan mı bilmiyorum.
Ablalarım, ben ve rahmetli Selahattin Kardeşim,bizler; henüz çocukken;dişlerimizin erkenden çürüyüp, dökülmemesi için bu, "diş yazımı" işlemine tabi tutulmuşuz...
Hayal meyal hatırlıyorum: Sabit kalemi dişlerimize sürterek bir şeyler okuyup,yazıyordu .
Ben ve ablalarım, ileri yaşımıza rağmen; hala, "Ağın Leblebisi" yiye-bilecek kadar, sapasağlam anadişlere sahibiz. Tabii, ağız ve diş bakımını ihmal etmeden; gereken ihtimamı gösterdiğimiz de bir gerçek.”
Bedrettin Ağabey ileri görüşlü, kadirşinas ve aydın bir ağabeyimizdi. Kendisiyle yüzyüze sohbet edememiş olmanın burukluğunu hep yaşayacağım. Bir e postasında bana hitaben yazdığı; “Güzel kardeşim, yazılarınız; "geçmiş günümüzde ve an'da saklıdır." savını çağrıştır ve olumlar gibi... Yazılarınızı okudukça; 'dün-bugün ve yarın' denen zamansal süreç; ortam ve mekân zemininde toplumsal bilince ve hafızaya dönüşerek; sosyo kültürel ve tarihsel sürekliliği bu güne ve yarına taşımaktadır. Sizler de dünün, 'toplumsal bilinç ve hafızasını' günümüze taşıyan ve yarınlara aktaran, çok önemli ve değerli bir görevi, hakkıyla, ifa ediyorsunuz. Kutlarım!” Bu satırlar benim e postamda ağabeyimden en değerli hatıra olarak sürekli duracak.
Bedrettin Ağabey uzun yıllar İl Tarım Müdürlüklerinde ziraat teknisyeni olarak çalıştı. En son bildiğim kadarıyla Kırşehir’den emekli olmuştu. Adana’ya yerleşmişti. Keban Gazetesi’ndeki yazılarımı sosyal medyadan paylaştığımda 2019 yılında değerli yorumlarıyla kendisiyle sanal dünyada bir gönül bağımız ve dostluğumuz oluştu. Kimi zaman telefonla kimi zaman e posta yoluyla her ikimizde biri birimizi geç tanımamızın üzüntüsünü ve pişmanlığını duyarak diyaloğumuz gelişti. En son bana “Keban’a gideceğin zaman mutlaka haberdar et. Bende geleyim birlikte özlem giderelim.” demişti. Bu temennisinden kısa bir zaman sonra amansız bir hastalığa yakalandığını öğrendim. Aradım sesini duydum, geçmiş olsun dedim ama her ikimizde bu hastalığın onulmazlığını biliyorduk. Buluşmamız ve karşılıklı özlem giderme arzumuz mahşere kaldı. Ne yapalım dünyanın döngüsü bu.
Memleket bir büyük evladını daha yitirdi.
Güle güle “Fındık Tatlısı”
Başta değerli eşi ve çocukları olmak üzere tüm sevenlerinin başı sağ olsun.
Değerli Ağabeyim; Makamın âli, menzilin mübarek olsun.
Gittiğin yerdeki tüm Kebanlılara bizlerden selam götür.