BAHAR GELMİŞ DAĞLARIMA
Yine bir kış mevsimini yolcu etmek üzereyiz, malum aylardan Mart ayının ortası. Enginlerin düz yerlerinde çimenler, yavaş yavaş filiz açmaya başladı başlayacak gibi. Mart ayının kazma kürek yaktıran yüzünün son günlerine doğru varmak üzereyiz. Toprak sonbahara kadar bağrında toplayıp sakladığı tohumları, tek tek yeryüzüne çıkarmaya başladı. Baharın gelişi bir kaç hafta içinde, dağların eteklerinde zirvelerinde belli olurken, Fırat'ın kıyılarını boydan boya zümrüt yeşili otlar çoktan süslemiş olacak. Güneş toprağı ısıttıkça, sabırsız kır çiçekleri Nisan ayının bir an önce gelmesini bekliyor.
Köy sevdası çeken birinin, Nisan ayında çobanlık yapmayı dağ taş dolaşmayı hayal etmesi, en doğal halleri olması gerek. Gözlerini köyünün dağlarında açmış, yıllarca acısıyla tatlısıyla yoğrulmuş bir insan düşünün. Kengerlerin eline batan dikenlerini özler. Yalın ayak yürürken taşa vurduğu ayak parmağının acısını özler. Başını beş dakika havaya kaldırıp yürüse, üstüne bastığı yılanın soğukluğunu özler. Kuzuları otlatırken uykuya dalıp uyandığında, onları kaybettiğini anlayıp gözyaşı dökerek aramasını özler. Dağlarımız her mevsim kendine has güzelliklerle dolu olsa da, Nisan ayının hali bir başka olur. Karların kalkmasıyla Mart ayının sona ermesi, hemen hemen bire bir aynı günlere denk gelir. Fakat Nisan öyle değil. Gecesi üşütür, gündüzleri ılıman geçer. Hatta bazı günler güneşin cömertliği tutar, bizlere gölge bile aratır. Hal böyle olunca, Nisan ayının sonuna kadar, Keban ve çevre köylerin dağları tamamen yeşile bürünür. İşte o zaman çantana koyacaksın 2 tane yufka ekmeği, e tabii ki birazda tuz. Dağ bayır demeden sabahtan akşama kadar dolaşacaksın. Acıktığın zaman akla gelen her şey bulursun. Kenger mi dersin, yemlik mi dersin, yarpuz mu dersin, çantada ekmek ve tuz olunca, kopar kopar dürüm yap ye.
Köylerimize ve dağlarımıza özlemlerimiz bitmesin tükenmesin. Çünkü her hayalimize gelen çocukluk anılarımız, yaşama sevincimizi taze tuttuğu kadar, aile bağlarımızın kopmasını çözülmesini de önler. Büyüklerimizin yıllar önce anlattıkları anıları hatırlamaya başlarız. Annemiz babamız her ne kadar geçmiş yılların yoksul günlerini anlatsa da, o anılar içinde yaşanmış ufak tefek güzel anları da farkında olmadan dile getirirler. Hele hele ninemizden dedemizden kalan, belki bir dut ağacı, belki bir ceviz, ağzımızı her tatlandırdıkça, aklımız bizi yıllar öncesine götürüp getirir. Yaşadığımız anılar iyisiyle kötüsüyle değerlidir aslında. Fakat hiç görmediğimiz sadece isimlerini duyduğumuz atalarımızın anıları, zaman süzgecinden geçtikçe değerleri daha da katlanarak artar. Kimi değirmene gidip, üç gece sıra beklediğini, kimi harmanda düğen sürerken yağmurun şiddetli yağdığını, kimi de aynı tarlaya ektiği buğdayın geçen seneye göre iki kat daha fazla elde ettiğini anlatır.
Köylerimiz boşalmadan önce kalabalıktı, acısıyla tatlısıyla daha mutluyduk. Tertemiz havada yediğimiz ekmeğin hem tadını alırdık hem de kokusunu. Kısaca köylerimizi, köylerimizin dağlarını, dağlarımızın çiçeklerini, çiçeklerin kokularını, hatta kurdunu kuşunu özledik...Yeni Yılınızı Kutluyorum.
Selahattin YALÇINER