Hulusi dayı rahmetlik olunca çocukları tarafından köyleri Bayındır'a götürüp kendi aile mezarlığında toprağa vermişlerdi. Gerek hemşerimiz gerek akraba köylümüz ve ayrıca baba dostumuz olduğundan, Hulusi dayımızı İstanbul'dan Bayındır köyüne yolcu etmek için Adıgüzel Ağabeyimle birlikte bende gitmiştim. Hulusi dayımıza helalliklerimizi verip aldıktan sonra köylerine uğurladık. Bu vesile ile saygı değer Hulusi dayımıza tekrar Allah'tan rahmet diliyorum, mekanı cennet olsun.
Hulusi dayımızı Hakka uğurlayan oğullarından Muharrem ağabey ve sevgili arkadaşım Sezai, köyleri Bayındır'da epeyce kaldıklarını biliyorum. Sezai Sağ olsun köyüne gitmişken elini yeniden hayır işlerine attığını gerek Keban gazetemizden gerek Bayındır köyünün internet sayfasından takip ediyorum zaten. Bende bir Nimri köylüsü olarak, nerede köyüne sevdalı bir hemşerimiz görsem işitsem şahsen gurur duyuyorum. Durum böyle olunca bir akşam Sezai kardeşime telefon açtım. Maksat hem hal hatır etmek, hem de yaptığı hayırlar için teşekkür etmek içindi. Dedim ya köyüne sevdalı biri olunca, hatta bu insan benimde akraba köylüm ve arkadaşım olunca, kendimi borçlu hissettim çünkü. Köylerimize olan sevgimizi sevdamızı biraz açmakta yarar var bence. Son 50 yıldan beri köylerimizden göç edip, ata ocaklarımızın bacalarını dumansız bıraktık. Kimimiz hemşerimizin bolca yaşadığı İstanbul'a, kimimiz başka başka şehirlere gidip yerleştik. Ata yurdumuz olan köylerimizi unuttuk mu? hayır unutmadık. Lakin şu bir gerçek, her bireyin köyüne karşı sevgi ölçüsü ayrı ayrıdır. Mesela İstanbul'da yaşayan bir köylümüzle, Ankara'da yaşayan veya yurt dışında yaşayan birinin köylüne karşı sevgisi hasreti bir olmaz. İstanbul'da yaşayanlarımız çok sayıda ve sık sık köylüsünü gördüğü için, köyüne hasreti çok değildir. Fakat Sezai kardeşim gibi başka şehirlerde yaşayanların hasreti özlemi en doruklarda olur. Hal böyle olunca, biriken hasretini en aza indirmek için elden geleni yapmaya çalışır. Gerçek olan şu bende aynı duyguları fazlasıyla yaşıyorum çünkü. Yılın sekiz ayını Dummuda oturup, kışın köyde olsam da, okul kar yağmur derken köyüme olan özlemimi gidermeden Mart ayı çabucak gelirdi ve kendimi yeniden Dummuda bulurdum. Yaşım henüz 14 oldu olmadı ki İstanbul çekip götürdü beni köyümden. Kısacası köyüme hasretim özlemim arttarak dağ gibi oldu. Son yıllarda hemen hemen her yıl bir kaç günlüğüne köyüme gidiyorum, ama o tat o tuz yok. Çünkü çocukluk yaşımda kaybettiğim o hayallerimi arıyorum, bulsam ne yazar. Ne komşumuzun evinden ne de kapımızın önünden ne ses ne seda Hak getire.
Gönlü güzel arkadaşım Sezai ile telefonda uzun uzun konuşup hasret giderdik sayılır. 1970 li yıllarda Sezai kardeşimle sık sık görüşürdük. Çünkü o yıllarda Beyoğlu Yeni melek sineması yanında Adıgüzel ağabeyimin mağazası vardı. Aynı zamanda Hulusi dayımızın yan sokağımızda halı ve mobilya mağazası olduğundan, dolayı Sezai kardeşimle bir gün görüşmesek illa ki ikinci gün görüşüyorduk.
Sevgili kardeşim Sezai Boyraz ile ilgili kısa bir anıyı yazmak istiyorum. Yanılmıyorsam 2013 veya 2014 yılıydı, Adıgüzel Yalçıner Ağabeyim ve Hayrettin Yavuz Ağabeyimle birlikte Bayındır köyüne kısa bir ziyaret yapmıştık. Bayındır'da eş dost akraba sohbetimiz çok iyi geçti ve adeta hasret giderdik. Nimri köyümüze dönerken Adıgüzel Ağabeyim dedi ki, ana yoldan gidelim de Sezai Boyraz'ın yol boyunca diktiği ağaçları görelim tutmuş mu diye. Arabamızda en ağır hızda ağır ağır yolun sağını solunu takip ettik. Abartmıyorum Denizli köyü yakınlarına kadar, yol boyu sağlı sollu belli aralıklarla dikilmiş olduğunu ve hemen hemen çoğunun tuttuğunu gördük. Gerek Adıgüzel Ağabeyim olsun, gerek rahmetlik Hayrettin Ağabeyim olsun, bir Nimri köylüsü olarak hepimiz Sezai kardeşimizle gurur duyduk. Aradan 3, 4 sene geçti, sanırım o ağaçlar daha da büyümüş ta uzaklardan kendini göstermeye başlamıştır bile. Hele birde 10 yıl sonrasını düşünelim, ana yoldan ağaçlar yeşillikler arasında Bayındır köyüne gitmek büyük bir keyif olur. Ben 10 yıl öncesinden ve şimdiden söylüyorum, ne mutlu Bayındır köyüne, geleceğin en güzel köy yolu manzarasına sahip olacaklar.
Sezai kardeşimle telefonda eskilere geçmişe ve anılara dair sohbet ederken, rahmetlik babası Hulusi dayımdan dinlediği bir hikayeyi anlattı bana. Bu hikaye o kadar ilgimi çekti ki, sözcükleri tane tane dinledikçe kendimi bir anda eski komşuluk ilişkilerinde buldum. Çünkü eskiden komşularımızla yaşadığımız her anı benim için altın değerindedir. Kendisinden izin isteyerek bu hikayeyi dilim döndüğünce yazıya döküp, Kebanlı dostlarımızla paylaşmak arzusunda olduğumu söyledim. Sağ olsun benim bu isteğimi geri çevirmedi, hatta memnun olacağını dile getirdi. Bakalım rahmetlik Hulusi dayımız, oğlu Sezai'ye bu güzel hikayeyi nasıl anlatmış. Ve ben bu hikayenin ne kadarını anlaya bilmişim, buyurun hep birlikte okuyalım.
Bundan asırlar önce tahminen yine bizim bölgemizde ki ilçelerden birinde, ilkbaharda gürül gürül akan, ama yaz aylarında oldukça az akan bir dere varmış. Anlatılan hikaye ye göre bu dere aynı zamanda iki köyün arasında olan sınırı belirliyor. Orta yükseklikte olan bir dağın eteklerine doğru küçük dereciklerin birleştiği yer ise, bu derenin başlangıç noktası. Çok ilginç buradan aşağıya doğru dere yatağı, yer yer kayalıklardan döküle döküle minik bir kanyon oluşturmuş adeta. Başlangıç noktasından belki bir km sonra bu minik kanyonun her iki yakasında, tabiri caizse avuç içi kadar birer küçük bahçe bulunuyor. Derenin karşı yakalarında kalan bu iki bahçede öyle bol ağaçta yok, olsa olsa beş on tane meyve ağacı falan. Bahçe sahipleri yaz aylarında sadece kendilerine yetecek kadar sebze yetiştirirler. Çünkü bahçelerine lazım olan suyu, derenin en yukarı tarafından itibaren hark (ark) marifetiyle getirirler. Dedim ya ilkbaharda gürül gürül akan, hatta bazı kayalıkları aşarken adeta şelaleye dönüşen dere, yaz aylarında oldukça az akıyormuş. Demek ki köylünün biri zamanında derenin yukarısından harkla su getirip buraya bahçe yapmış. Yine tahminen derenin karşı yakasında kalan diğer köyün bir insanı, komşu köylüsünün bahçesinden esinlenip kendiside bahçe yapmıştır büyük bir ihtimalle. Bence bu iki insan zamanında adeta iğneyle kuyu kazmışlar. Neyse bahçenin nasıl oluştuğuna biraz ara verip, biz hikayemize geri dönelim.
Bu dere iki köyün sınırlarını çizdiği için bahsi geçen bahçelerde iki ayrı köylüye ait. Çok ilginç bir tesadüf ki, derenin ayrı yakalarında kalan köylerden biri Kürt köyü, diğeri de Türkmen köyü. Atalarından kalan bu bahçelerin sahipleri de birer yaşlı kadın. Asıl ilginç olanı da, Kürt olan kadın Türkçe bilmiyor, Türkmen olan kadında Kürtçe bilmiyor. Lisan bakımından burada sorun yok, çünkü eski yıllarda bir birlerinin dilini bilmeyen Anadolu'da bunun gibi binlerce köy, milyonlarca insanımız vardı. Fakat bu dere her ne kadar köylerinin sınırlarını çizip ayırsa da, bahçelerine can veren yeşillendiren ortak kullandıkları bir su vardı. Belki eskiden ataları bu su için hiç bir sorun yaşamamışlar, ama en son sahipleri iki teyzemiz bu su yüzünden bir birlerine bağırıp çağırırlar. Mesela Kürt teyzemiz bahçesine gitmeden önce harkın dereyle buluştuğu noktaya gider, suyun yönünü kendi tarafına çevirir. Türkmen olan teyzemizde yine ilk önce suyun başına gider, yönü diğer yöneyse eğer, kendi bahçesine çevirir. Subaşı ile iki bahçenin arasındaki mesafe uzak olduğundan, Kürt teyzemiz karşı komşusunu diğer bahçenin içinde gördüğü anda hemen akan suya bakar. Aslında bakmasına da gerek yok, çünkü komşusu illa ki suyu kendi tarafına çevirdiği muhakkak. Suyun kesildiğini gören yaşlı Kürt teyzemiz kendi lisanından başlar bağırıp çağırmaya. Suyu gidip yeniden kendi bahçesine çevirse, gitmesi ile gelmesi en az bir saatten fazla sürecek. Buna birde uzak olan köyünden, gelip gitme yorgunluğunu kattığında, tekrar gitmesi imkansız ayrıca zaten yaşlı kadın. Kürt teyzemizin gözü kesmediği için, Türkmen komşusuna karşıdan seslenip kendine göre ya küfür ya intizar edip rahatlar, belli zaman sonrada kendi köyüne çekip gider.
Başka bir gün yaşlı Türkmen teyzemiz aynı şekilde diğer komşusundan erken gelmişse eğer, diğer komşusu geç geldiği için suyu kendi bahçesine çevirir. Burada durum tam tersine döner, Türkmen teyzemiz karşı komşusu Kürt teyzemize bedua eder bağırır çağırır, ama karşı komşusu Türkçe bilmediği için ne dediğini hiç anlamaz. Bu vaziyet yıllarca süre gelen bir alışkanlık olmuş olmalı ki, hiç bir zaman karşı komşusunun ne yanına gider nede köyüne gidip şikayet eder. Yılların vermiş olduğu alışkanlık sayesinde, lisanını bilmediği komşusu ile farklı bir ortam bulmuşlar ki, sonuçta her iki teyzemiz evlerine lazım olan sebzeleri yetiştirirler. Kısaca iki komşunun bu durumları yıllarca sürüp gider.
Yıllar geçtikçe Türkmen teyzemiz iyice yaşlanır, bahçesine önceki yıllara göre daha seyrek günlerde gide bilir. Günün birinde Türkmen teyzemiz biraz rahatsızlanmış. O güne kadar sadece kendisinin gittiği bahçesine, gelinini yollar. Gelinine de tembih eder, karşı bahçelerinin komşusu sadece Kürtçe bildiğini, Türkçe anlamadığını, fakat su yüzünden bağırıp çağıracağını söyler. Derki gelinine ben onunla bağır çağır anlaşıp gidiyorum. Ama sen benim gibi yapma. Subaşına gittiğinde, su eğer komşunun tarafa çevrilmişse bırak öyle aksın, sen ertesi gün daha erken gider bizim tarafa çevirirsin der. Gelinde kayın validesinin söylediklerini iyice dinler ve tamam senin dediğin gibi yaparım der. Gelin bahçeye bir gider iki gider üç gider, fakat suyun yönü hep Kürt teyzemizin bahçesine doğru akar. Eve geldiğinde kayınvalidesine hep söyler, bu günde diğer tarafa akıyordu der. Kayınvalidesi de olsun sen karışma diye tembih eder. Fakat yaklaşık bir hafta boyunca suyun diğer tarafa aktığını gören gelin asabileşmeye başlar. Gelin bir gün sabahın erken saatinde gider suyun yönünü kendi bahçelerine çevirir. Belli zaman sonra bakar ki karşı komşusu bahçesinde, ama suyu çevirmiş olmalı ki, gelinin tarafta su tamamen kesilmiş. Gelin henüz genç daha, hemen su başına koşup gider ve suyun yönünü kendi tarafına çevirir. Kürt teyzemiz suyun kesildiğini anlayınca, başlar bağırmaya söylenmeye ve o gün öylece biter herkes köyüne döner. Ertesi gün gelin yine erkenden su başına gider ki, diğer komşusu daha erken gelip suyun yönünü çevirmiş. Gelin yine aynı şekilde koşup suyu kendilerinin tarafına çevirir. Kürt teyzemizden yine feryat figan sesler yükselir. Gelin eve geldiğinde kayınvalidesi suyun durumunu sorar, gelin iki günden beri ne yaptığını tek tek anlatır. Kayınvalidesi der ki, kızım boş ver yapma o kadın yaşlı, sen koşup suyun yönünü çevirmişsin, ama o senin gibi genç değil. Gelin peki tamam der. Fakat gelin genç ve asabi biri olduğu için, kafasına koymuş karşı komşu nasıl bir hafta boyunca suyu kullandıysa, kendiside bir hafta suyu kullanmakta kararlı. Üç dört beşinci gün aynı şekilde devam eder gelin kendi yöntemini uygular. Gün altıncı gün olur, gelin yine aynı şekilde suyu hep kendi tarafına çevirir. Karşı komşusu düşe kalka gidip suyu kendi bahçesine çevirirse, gelin koşup anında suyun yönünü yine kendilerine taraf çevirir.
Karşı komşu teyzemizin feryat figanları daha da yükselir, o gün saatlerce bağırıp çağırıp durur. Öyle bir an olur ki, yaşlı teyzeden ses soluk çıkmaz. Bahçesinde bol ağaç olmadığı için her halini gören gelin, teyzenin sadece boylu boyuna yattığını görür. Bahçesinde işi biten gelin, doğru su başına gidip suyun yönünü karşı komşularının tarafına çevirip köylerinin yolunu tutar. Gelin eve geldiğinde belli zaman sonra kayınvalidesi her günkü gibi tekrar sorar, karşı komşu ne yapıyor diye. Gelin der ki, bugün canıma tak etti suyu gidip hep kendi tarafımıza çevirdim. Halbuki gelin altı günden beri karşı komşuya misilleme olsun diye, suyu hep kendi bahçelerine çevirmişti ve kayınvalidesine bunu söylemiyordu. Kayınvalide gelini azarlar ben sana demedim mi, o kadın yaşlı biri bırak istediği zaman suyun yönünü çevirsin. Tekrar geline sorar, peki kadın ne yaptı? Gelin der ki, saatlerce bağırdı çağırdı sonra yere yattı ve sustu. Ben gelirken hala yerde yatıyordu der. Kayınvalide nasıl yerde yatıyordu diye tekrar sorar. Gelin ne bileyim saatlerce hep yattı sesi de kesildi, belki de ölmüştür dedi. Kayınvalide durumu çok iyi anlar ve gelin der demek ki benim ocağımı söndürdün. Biz ikimiz yıllardan beri bu su yüzünden bir birimize bağırıp çağırdık ama memnunduk. Çünkü ikimizde birer yaşlı kadınız, yani bir birimize söylenip vakit geçiriyorduk. Sen bir hafta içinde kadını öldürdün, ben şimdi kiminle vakit geçireceğim der.
Rahmetlik Hulusi Boyraz dayımızı saygıyla anıyorum, böyle güzel bir anıyı bizlere kadar unutmadan getirmiş, nur içinde yatsın mekanı cennet olsun. Ayrıca adı geçen ve Hakka yürüyen tüm canlarımıza Allah'tan rahmet, yaşayanlarımıza uzun ömürler diliyorum.
Sezai Boyraz kardeşim ve sevgili arkadaşıma da, bu güzel anlatıyı benimle paylaştığı için, ayrıca teşekkür ederim..
Selahattin YALÇINER.