Yıl 1974 Mart ayının ilk haftası, hatta ilk günleri. Kütahya hava tugayında talim öğretmeni (eğitim çavuşu) olarak askerlik görevimi yapıyorum. Mart ayının birinden itibaren yeni kura askerler gelmeye başlamıştı ki, bana da nizamiye ilk kabul yerinde yazıcı görevi verdiler. Askerler sivil olarak geliyorlar bizler gerekli kayıtları yapıp, doğru elbise giyim bölümüne gönderiyoruz. Fakat bu vazifeyi de keyifle yapıyoruz. Bir yandan yeni simaları görüyoruz, bir yandan da her ilden ilçeden gelen insanları tanıma fırsatı buluyoruz. Biz vazifemiz olan kayıtlara devam ederken, görevli bir arkadaşım kapıdan girmekte olan henüz sivil kıyafetli birini işaret edip Kebanlı dedi. Bende yetkili komutanıma rica edip bizim bölüğe yazdırdım. Sırasıyla kayıtlar yapıldığından tam benim karşıma geldiğinde, Keban'ın köylerinden olduğunu öğrendim. Adını soyadını not edip akşam seni bulurum dedim. İsminin Hanifi Doğan olduğunu fakat hiç tanımadığımı öğrenmiştim zaten. Maksadım hemşerime biraz yardımımız dokunsun, ayrıca memleket havadisleri üzerine bilgi alış verişi yapmaktı.
Akşam olunca bölükte Hanifi Doğanı buldum ve yanımda boş olan yatağı ona verdim. O akşam hoş beş oradan buradan biraz sohbet ettik. Ben köyden 14 yaşında İstanbul'a geldiğim için Fırat’ın karşı gecesinde kalan köyleri pek tanımıyordum. Hanifi her ne kadar köyünün ismini söylese de, hiç duymadığım için ve tanıdık bildik kimseyi de bilmediğim için sadece yüzeysel sohbetimiz olmuştu. Ama Zırkan tarafı olduğunu anlamıştım. O da dağ olarak bilirdim sadece. Neyse gece geç olunca herkes gibi bizde yatağımıza yatıp uyuduk.
Ertesi sabah yine Nizamiyede yazıcılık görevime gidip devam ettim. Fakat ertesi günün akşamı Hanifi Doğan yanımda ki yatağa gelmedi. Kesin sormuşumdur ama net bir bilgi almadığım için öylesine kaldı. Fakat o günler yeni gelen askerler yağmur gibi yağdığı için, zaman bulup Hanifi'nin nere gittiğini sorup öğrenemedim. Çünkü sabah erken Nizamiyeye asker kaydı yapmaya gidiyorum, akşamda ancak yemek saatinde bölükte oluyorum. Sanırım aradan 3 gün geçmişti ki, bölük komutanım beni 2 aylığına İzmir Çiğli hava üssüne harici göreve yolladı. 2 ay bitti İzmir dönüşü bir aylık izinim çıkmış ve gittim izine. İznimin bitmesine 10 gün kala, Ankara'da ağabeyime gittim oradan Kütahya'da vazifeme katılırım diye. Yıl 1974 aylardan sanırım Temmuz başı veya Haziran sonu. Kıbrıs'ta hareketlilik diz boyu olduğunu hep duyuyordum. Ankara'da iznimin son günlerine doğru, dışarıda yediğim yemek dokunmuş ve midem allak bullak rahatsız olmuştum. Hatta ertesi gün evde hep yattım. Fakat tv de haberlerde gazetelerde, izinler kaldırıldı, izinde olan askerler geri çağırıldı diye söylenip duruyor. Benimde kafama takıldı, çünkü Ankara'ya değil de İstanbul'a gideceğimi bildirmiştim bölüğüme. Ertesi sabah baktım ki midem iyi keyfim yerine gelmiş. Abbas ağabeyime dedim ki, izinler kaldırılmış şimdi beni arasalar bulamazlar. Sonra ceza falan yerim. Onun için otobüsten bilet alıp çıktım Kütahya'ya doğru yola. Sonuç olarak henüz iznimin bitmesine bir gün kala bölüğüme vardım. Arkadaşlar daha bir günün vardı neden erken geldin falan deseler de, olsun zaten canım sıkılmıştı dedim.
Gelelim esas konuya, askerlik henüz bitmeden zaman zaman Hanifi aklıma geliyordu, ama aradan epey zaman geçtiği için bağlantıyı kaybettim.
Askerlik bitmiş aradan yıllar geçmiş evlenmişiz çoluk çocuğa karışmışız, yani askerlik anıları da çoktan anılarda kalmıştı. Fakat aradan tam 24 yıl geçtikten sonra, sevgili arkadaşım Hanifi Doğan emekli olmuş, elektrik tesisat işleri ve malzemeleri üzerine dükkan açmış. Ve yıllar sonra kendi kendine demiş ki, ara sıra İstanbul'a gidiyorum, bari askerde tanıştığım Selahattin Yalçıner'i bulup bir göreyim. Yerimi yurdumu bilmediği için, Nimri köyümüzden tanıdıklarına sormuş beni nasıl bulurum diye. Adıgüzel ağabeyimin adresi yeri kolay olduğundan, Beyazıt’daki mağazasının adresini vermişler. Hanifi gelip ağabeyimi buluyor, tabi ki o zamanlar cep telefonu falan olmadığından, bana ulaşamamışlar. Hal böyle olunca Hanifi kardeşim Keban'dan getirdiği bir paketi Ağabeyime bana verilmek üzere bırakıp gider. Ya aynı gün ya da ertesi gün, Beyazıta uğrayıp aldım. Sevgili arkadaşım Hanifi Ağın leblebisi ile Elazığ'ın meşhur, '''orcik''' cevizli sucuğunu bana getirmiş. Akşam eve gelince köyü arayıp Tıngış Ali ağabeyden Hanifi'nin ev ve iş telefonunu aldım. Çünkü çok merak ettim, sadece Adıgüzel ağabeyime asker arkadaşım olduğunu söylemiş. Tabii ki bende asker arkadaşım olduğu tamam doğrudur, fakat kimdir hangisidir diye merak ediyordum.
Telefonda biraz hoş beş sohbetten sonra, ya gardaş hele bir söyle biz askerde nasıl tanıştık, çünkü hiç aklımın ucundan dahi geçmiyordu ismi. Ve sağ olsun anlattı: nizamiyede kendi bölüğümüze kayıt ettiğimi, o akşam kendisini bulup yanımdaki yatakta yattığını söyledi. Aynı gece itfaiye kıtasına acil bir şoför arandığını, ve kendisinin ehliyeti olduğunu söyleyince, hemen yatağından kaldırıp götürmüşler. Sonuç olarak en başta yazdığım gibi, iki veya üç gün sonra benim İzmir'e harici göreve gitmem yüzünden, Hanifi kardeşimle irtibatı tamamen koparmışız.
Mesele işte budur, benim güzel memleketimin insanı işte böyle dostluğu unutmayan canlardır. O gün bugün Hanifi kardeşimle bir birimizi kaybetmedik. Ben Keban'a gittiğimde kendisini görürüm, kendisi İstanbul'a geldiğinde vakit bulursa görüşüyoruz. Fakat son iki yıldan beri selamları naz eyledik gibi bir hal oldu. İnşallah dostluğumuz sağlık huzur ve mutlulukla devam edip gider. Bu vesile ile Hanifi Doğan kardeşime ve ailesine selam ve saygılarımı yolluyorum...