Nimri köyümüzde henüz şehir kasaba görmeyen genç kuşak veya çocuklar için, Çerçi sözcüğünün çok büyük bir önemi vardı. Çerçi köyün içinde at veya eşeği ile dolaşıp getirdiği ürünleri satmaya çaba harcarken, biz çocuklar için bu görüntü çok anlamlıydı. Öncelikle ağzımızı tatlandıracak şeker vs gibi yiyecekler ilgimizi çekerdi. Bakkalı olmayan bir köyün içinde Çerçinin dolaşması, o zamanın biz çocukları için gurur verici bir durumdu. Son yıllarda Aşık Hasan ağabeyimiz evinin içinde bakkaliye türü şeyler getirip satıyordu ama, çeşit olarak tabii ki isteklere cevap veremiyordu. Kısacası o yıllarda köye gelen her Çerçi, bir yeniliğin bir modernliğin habercisiydi sanki. Hani İstanbul gibi Ankara gibi büyük şehirlerin her hangi bir semtine, marka olan mağazalar zincirinin bir şubesi açılır ya, Çerçinin köyümüze gelmesi de işte o kadar ilgimizi çekerdi.
Aklımda kaldığı kadarıyla Çerçilerin ismini yazmaya çalışayım. Selahattin Çerçi genelde hanımları ilgilendiren kumaş türü eşyalar satardı. Bunun yanında ufak tefek farklı şeylerde sattığını hatırlıyorum. Mesela toka, tarak, ayna, krem, kız çocukları için küpe gibi şeylerdi.
Selahattin Çerçi ile rahmetlik Hüseyin ağabeyimin bir anısını dile getireyim. Selahattin Çerçi bir gün okulun önünde tezgahı açmış. Annemde diğer köylü hanımlar gibi Çerçinin sattığı eşyalara bakıyormuş. Hüseyin ağabeyim annemi hazır Çerçinin tezgahın da görünce, beğendiği bir cüzdanı satın almak için annemden para ister. Annem ne yapsın elinde üç kuruş parası varsa eğer, onunla lazım olan bir şeyi satın alacak. Sonuçta annem ağabeyime hayır fazla param yok der ve başından savmak ister. Rahmetlik Hüseyin ağabeyim illa da cüzdanı alacağım diye tutturur. Annem ağabeyime kızıp bağırır. Fakat tam o esnada Nimri köyümüzün öğretmeni Rahmetlik Kemal YILMAZ, okula giderken anne ve oğlunun seslerini duyar. Öğretmenin geldiğini gören tüm öğrenciler içeri girer. Öğretmen az sonra sınıfa geldiğinde ağabeyime, Hüseyin annen niye bağırıyordu sana diye sorar. Ağabeyim de Çerçiden bir cüzdan alacaktım annem bana kızdı ve almadı der. Kemal Yılmaz Hoca yüzünde güzel bir tebessüm oluşturarak, Hüseyin çok mu paran varda cüzdan alıyorsun der.
Bu anıyı Hüseyin ağabeyim şöyle anlattı bana. Kemal Hocam bana çok mu paran var diye sorunca kafam o anda dank etti. Gerçekten cebimde param yoktu. Cüzdan alsam ne olur içine koyacak param mı var sanki. Kemal Hocamızın bu güzel sözleri karşısında, Hüseyin ağabeyim çok mahcup olduğunu dile getirmişti.
Çerçilerden en çok köyümüze gelenlerden biride Denizli köyünden rahmetlik Zeynel dayıdır. Zeynel dayı da genelde çocuklara yönelik bisküvi ve şeker çeşitleri satardı. Cebimizde 5 kuruşta olsa, illa ki Zeynel dayıdan alacağımız şeker veya bisküvi olurdu.
Bunların dışında mevsimine göre bazı sebze meyve satanlarda gelirdi. Biz sadece kış aylarında köyde oturduğumuz için, aklımda kalan en önemli şey, kış ortalarında bir kaç kez siyah veya beyaz yaş üzüm getirip satarlardı. Sanırım üzümü Saraycık köyünden veya diğer köylerden getirenler olurdu. Ayrıca kuru üzüm ve kuru incir satan Çerçiler de gelirdi, yine kış aylarında. Kuru incir ve kuru üzümü paranın dışında, eski yün kazak ve yün çorapla trampa ederlerdi. Bu trampa konusu bizimde işimize gelirdi köylü olarak. Çünkü eskimiş yırtık pırtık kazak veya çorapları çöpe atacaklarına, değiş tokuş karşılığı değerlenirdi.
Son yıllarda köylerimizde Çerçi geleneği yine eskisi gibi devam ediyor. Fakat bu Çerçiler eskiden olduğu gibi değil, at eşek yerine minibüs kullanıyorlar. Ekmekten sebzeye, meyveden temizlik malzemesine kadar bol çeşit bulunuyor. Kısaca şimdi bu motorize Çerçiler de adeta her şey var, yani yok yok.