Bugun...


YAZAR : ALİ OĞUZ

facebook-paylas
“BENİ KİMSE ANLAMIYOR”
Tarih: 18-09-2024 08:58:00 Güncelleme: 18-09-2024 08:58:00


“BENİ KİMSE ANLAMIYOR”

Yaşanmış gerçek bir öykü. Yazıda gerçek isimler kullanılmamıştır.

 Geçmişte fakir aile çocuklarının okuyup meslek sahibi olabilecekleri onlarca yatılı okul vardı ülkemizde. İlkokul ve ortaokuldan sonra yapılan birkaç sınavdan sonra başarılı olan öğrenciler bu okullara gider, yatılı okulu bitirdikten sonra da iş sahibi olurlardı. Benim da Keban ortaokulunu bitirdikten sonra yatılı okullar dışında okuma şansım kalmamıştı. Müracaat ettiğim okulların sınavlarına girerek kazandığım Eskişehir’deki yatılı askeri okula kaydımı yaptırmak üzere çıktım yola...

 Okula vardığımda bine yakın öğrenci kayıt yaptırmak için sıra bekliyordu. Hiçbirimiz birbirimizi tanımıyorduk çünkü öğrenciler, ülkemizin 67 ilinden seçilerek gelmişlerdi. Üç gün süren kayıt işlemleri tamamlanır tamamlanmaz önce yatakhanelerimize, ardından dört bölüğe ayrılarak bir ay sürecek sıkı bir eğitime tabi tutulduk. Eğitim bittikten sonra ders göreceğimiz dershanelerimize dağıldık. Okul on sınıftan oluşuyordu, bu nedenle birbirimizle tanışmamız uzun zaman almıştı.

  Söz konusu arkadaşım ile ayrı bölük ve ayrı sınıflarda okuduğumuzdan okul yıllarında tanışıp samimi olma imkanımız olmadı. Okulu bitirdikten sonra branş okullarına dağıldığımızda İzmir/Gaziemir Teknik okullarında derse başladığımızda branş ve okullarımız farklı, yatakhanelerimiz müşterekti; arada bir karşılaştığımız halde fazla görüşme imkanımız olmadı. Okullarımızı bitirdiğimizde ben Balıkesir’e, o Bandırma’ya tayin olmuştuk. Dört yıl sonra Merzifon’a tayin olduğumda o da Bandırma’dan Merzifon’a tayin olmuş, branşlarımız farklı olmasına rağmen aynı birlikte bir araya gelmiştik. Aynı mesai aracıyla mesaiye gidiyor, aynı uçuş hattında çalışıyorduk. Bir süre yeni tayin olduğumuz şehirde kendi sorunlarımızı gidermeye çalışırken birbirimizle fazla ilgilenemedik. Ayrıca sıklıkla gittiğimiz intikallerden dolayı herkes kendi sorunlarını aşmaya çalışıyordu.

 Bir sabah mesaiye gitmek üzere mesai aracına bindiğimde “Günaydın” diyerek onun yanına oturdum; o, bana doğru dönüp baktığında bitkin haldeydi ve gözleri kan çanağına dönmüştü ve pek konuşmaya niyetli olmadığını fark ettim. Muhtemelen akşam içkiyi fazla içmiş ve bu saate kadar ayılmadığını düşündüm. Ertesi sabah ve sonraki sabah aynı durumda görünce kendisine:

 “Hayırdır devrem, birkaç gündür perişan halde görüyorum seni” diye sorduğumda,

 “Önemli bir şey yok” diye geçiştirdi ve yol boyu konuşmadan birliğe vardık.

 Birkaç gün sonra akşam mesai dönüşü aynı halde görünce mesai saatlerinde içki içeceğine ihtimal vermedim. Çünkü gün boyu uçak başında çalışıyorduk, yapılacak bir hata hayatımıza mal olabilirdi.

 Bir hafta sonra Adana/İncirlik’e intikal ettiğimizde o da aynı ekipteydi. Görevimizi yapıp uçaklarımızı uçurduktan sonra bize ayrılan alana kuruduğumuz çadırın gölgesinde dinleniyorduk. O sırada o tütün tabakasını çıkardı sigara kağıdının arasına bir miktar tütün koyduktan sonra tütünün üzerine bir beze sarılı farklı bir şey ekleyip sigarayı sardığını fark ettim; merakımı gidermek için onunla Bandırma’da da birlikte çalışmış, ailece de görüştükleri yanımdaki arkadaşa sordum:

 “O tütünün içine farklı bir şey koydu, ne kullanıyor?”

 “Sen onu ayık gördün mü? O uyuşturucunun her çeşidini kullanır, takma kafana” dedi.

 “Öyle bir şey yapıyorsa siz neden arkadaşı uyarmıyorsunuz? Tehlikeli alanda çalışıyor, her an başını belaya sokabilir.”

 “Biz her yolu denedik, tamam diyor ama aynı haltı yemeye devam ediyor.”

 İntikal devam ederken bir akşam onun tek başına bir köşede oturduğunu görünce yanına yanaştım, hal hatır sorduktan sonra o cebinden tütün kutusunu çıkarırken ben sigara paketini uzatarak,

 “Buyur buradan yak” dedim. Sigaramdan bir tane aldıktan sonra sigarasını yakmak için ceplerini yoklayarak kibrit veya çakmak çıkarmaya çalışırken ben ondan önce çıkardığım çakmağımla onun sigarasını yaktıktan sonra bir tane de ben yaktım. Ve ardından da,

 “Kusura bakma, uzun bir zamandan beri aynı otobüste mesaiye gidip geliyoruz, hemen her sabah ve bazen akşamları seni hep içkili görüyordum. İntikale geleli günler oldu burada da aynı haldesin, kendini yiyip bitiriyorsun. Evlisin ve aldığımız maaşlar belli, ayrıca çalıştığımız iş hata kabul etmiyor, çalışırken emniyet kurallarına dikkat etmemize rağmen yaralanan bir hayli arkadaşımız oldu. Aileden varlıklı olsan bile her gün içmek için önemli sebeplerin olmalı; anladığım kadarıyla zevkten sefadan içmiyorsun, eşine, dost ve arkadaşlarına anlatamadığın sorunların veya aşamadığın sıkıntıların mı var? Anlatmak istersen seni dinler, imkanlarım oranında yardımcı olmaya çalışırım.”

 Bir süre düşündükten sonra gülümseyerek,

 “Seninle fazla bir samimiyetim olmadı ama, tayin olduğumuzdan beri seni takdirle izliyorum. Benim hikayem anlatmakla bitmez, başlarsam saatler sürer, sıkılır kalkıp gidersin.”

 “Sen anlat, ben iyi bir dinleyiciyimdir.”

 Uzun bir süre yüzüme baktı, yutkundu ve konuya nereden gireceğini bilemedi.

 “Devrem, ben İzmirliyim, babam trenciydi. Ben iki kızdan sonra doğunca beni biraz fazla şımartmışlar, liseye başladığımda benim gibi birkaç arkadaşımla birlikte okulu kırmaya, nahoş olaylara katılmaya başladık. Ablalarım borç harç evlenince babamın tek memur maaşı yetmemeye başladı ve beni okuldan alıp sanayide bir işe yerleştirdi. O iş bana göre değildi, her gün akşama kadar eşek gibi çalıştığım halde en küçük aksaklıkla anama küfürler işitiyordum. Bir ara yatılı okullara başvurmaya başladım, askeri okulu kazanmıştım; hemen işten ayrılarak yatılı okula gidip kaydımı   yaptırdım ve  bitirince Bandırma’ya tayin oldum.”

 Sigara ikram ettim ama o, tabakasında çıkardığı sigara kağıdına tütün doldurup sardı ve yakarak anlatmaya devam etti.

 “Bandırma’da göreve başladıktan sonra annem ve babam İzmir’den bir kızla evlenmem için baskı yapmaya başladılar, büyük ablamın benim için çok güzel bir kız bulduğunu  söylüyorlardı ama ben başka bir kıza aşık olmuştum. Haftalarca aylarca kızın peşinden koşmama rağmen kız benden kaçıyordu, o kaçtıkça ben onu daha fazla sevmeye başlamıştım. Bu kaçma kovalama ne kadar sürdü bilmiyorum sonunda onunla kısa süren bir arkadaşlık ve ardından evliliğe giden kapıyı aralamayı başarmıştım. Bir gün anne ve babamı çağırarak kızı istedik ve kısa süre sonra evlendik. İkimiz de çok mutluyduk, görenler mutluluğumuzu kıskanıyorlardı. Evliliğimizin daha birinci yılı dolmadan karım hastalanıp yataklara düştü. Aşkımıza, sevgimize nazar değdi geçecek diyorduk; fakat yanılmıştık karım her geçen gün eriyip gidiyordu. Bandırma’da bulunan hastanede yapılan muayenelerde hastalığına bir türlü teşhis konamıyor, o gözümün önünde sürekli eriyordu. Yıllık iznimi alıp İzmir’e, üniversite hastanesine götürdüm ama çare bulamadılar ve bir hafta sonra vefat etti. Benim dünyam yıkılmıştı. Karım kollarımın arasından kayıp gitmişti, ben onun için hiçbir şey yapamamıştım. Onu düşündükçe bunalıma düştüm ve unutmak için içkiye sarıldım...”

 Gözleri yaşarmıştı; sigara paketim ortada olduğu halde o tabakasındaki tütünden bir sigara daha sardı; bana tabakayı uzatarak,

 “Bu kaçak tütün, sen de bir tane sar” dedi. Ben sigaramı değiştirmek istemediğimi söyleyerek kendi sigara paketimden bir tane çıkarıp yaktım. O, içinde bulunduğu ruh halini anlatıp anlatmamakta kararsız kalmıştı. Kısa bir sessizlikten sonra ben onu rahatlatmak amacıyla,

 “konuştuğumuz her şey aramızda kalacak, çekinmeden tüm sıkıntılarını anlat ki rahatlayabilesin” dedim. O, gözlerini gözlerime dikerek bir süre düşündükten sonra,

 “Problem bende, benim kafamda. Bu nedenle kimselere derdimi açamıyorum” dedi ve kaldığı yerden anlatmayı sürdürdü:

 “Artık mesaiden bir an önce kurtulup içkili bir yere kapağı atmak için vaktin geçmesini iple çeker olmuştum. Bu arada içki masalarında edindiğim yeni arkadaşlarla birlikte bar, pavyon ve içkili mekanlarda bunalımdan kurtulmaya çalışıyordum. Bazı günler ayılmadan veya geç saatlerde işe gittiğim için amirlerimle aram açıldığından sık sık hapis cezalarına çarpılıyordum. İlk karımın yokluğunu unutmaya çalışırken, iş düzenim de bozulmuştu. İş yerine her gün ağız kokusu ve kan çanağına dönmüş gözlerle gidiyor, gün boyu mide sancılarım bitmiyordu. Gecemle gündüzüm birbirine karışmış gibiydi... belki bu illetten kurtulurum diye izin alarak İzmir’e gittiğimde benim bu halimi gören annem, babam ve ablalarım beni bu çıkmazdan kurtarmak için vefat eden karımdan daha güzel, kendi çevresinde otoriter bir kızla evlendirmeye karar verdiler. Kız gerçekten çok güzeldi, anne ve babamın saygın komşularından birinin kızıydı. Kızla tanıştık bir hafta kadar arkadaşça çıkıp gezip dolaştık ve evlenmeye karar verdik.”

 Tekrar tabakasından bir sigara kağıdı çıkardı, arasına tütün koyduktan sonra başka bir kutudan tütüne ilave etmek üzere iki parmağını uzattığında ben,

 “O her neyse sigarana katma sohbet ediyoruz ve ben seni can kulağıyla dinliyorum.”

 O maddeden ilave edip etmemekte bir süre tereddüt ederek bana baktı ve kağıdın arasına bir miktar daha tütün koyarak sarıp yaktı.

 “Bir hafta sonra evlendik ve anne babalarımızla vedalaşarak Bandırma’ya döndük. Bandırma’ya geldikten sonra evin ihtiyaçları, eve gelen yeni eşyaların yerleştirilmesi derken birkaç gün ev işleriyle uğraştık; evlenmeden önce karıma benim içinde bulunduğum bunalım anlatılmış olacak ki, beni kendisine ve eve bağlamak için her yolu deniyordu. Sabah erkenden kalkıp kahvaltıyı hazırladıktan sonra beni uyandırıyor, beni öperek sevgiyle işe gönderiyordu. Gün içinde ev işlerini ve akşam yemeğini hazırlıyor iş dönüşü beni kapıda karşılıyordu. Ben de gördüğüm ilgiden çok memnundum. Gün içinde sürekli ‘Bir daha içki içmeyeceğim, karımı üzmeyeceğim’ diye kendi kendime telkinlerde bulunuyordum. Bu durum kaç gün sürdü bilmiyorum, bir akşam mesaiden eve dönerken bilinmeyen bir güç beni içkili mekanlardan birine doğru sürükledi. Oraya gittiğimde  içki arkadaşlarımı görünce başlayan sohbet ve geç saatlere kadar içilen içkilerden sonra  sabaha doğru körkütük, sarhoş ve perişan halde eve döndüğümde karımı beni bekler buldum. Karımın o saf yüzüne bakarken gözlerim kaydı, sızıp kalmışım...”

 Bir ara devam edip etmemekte kararsız kalınca bir sigara daha sardı. Gözlerime bakarak

 “Anlattıklarımla seni sıkmıyorum değil mi?” diye sordu.

 “Sıkılmadım, seni can kulağıyla dinliyorum. Sonra ne oldu?”

 “Ne olacak; bir şey olmamış gibi işe gitme saatinde karım beni uyandırdı, lavaboda başımı yıkayıp öperek işe gitmemi sağladı. İş yerine gittiğimde daha ayılmamıştım, gün boyu yaptığım hatayı düşündüm ve bir daha böyle çirkin bir duruma düşmemeye karar verdim. Akşam iş dönüşü ayaklarım beni yine aynı mekanlara çekti. Çevremdeki arkadaşlara: ‘Arkadaşlar bir türlü unutamıyorum, karım benim her şeyimdi; o ölürken beni de öldürdü. Gün boyu tövbeler olsun bir daha içmeyeceğim diyorum ama, o aklıma düşünce kendimi buralarda buluyorum. Anneme, babama, karıma derdimi açamıyorum...’ diye dert yanıyordum. Kendime geldiğimde sürekli olarak ‘Bu böyle devam etmez, içkiyi bırak kendini çeki düzene sok yoksa sevdiklerini kaybedeceksin’ diye tekrarlayıp duruyordum ama düşündüklerimle yaptıklarım uyuşmuyordu. Bir hafta sonu uyandığımda kahvaltımızı yaptıktan sonra karım bana: ‘Sevgilim biraz konuşalım mı?’ diyerek karşıma geçti. ‘Madem içkiden kopamıyorsun, her akşam içki sofranı evde hazırlayacağım, gittiğin mekanlarda dansöz mü oynatıyorlar sen içki içerken ben karşında dans edeceğim. Dansözler orasını burasını mı açıyor ben de açıp dans edeceğim yeter ki sen her akşam evine gel’ dedi.”

  Durdu, sigara kutusunu açtı sigara kağıdının arasına bir miktar tütün koydu, itiraz etmeme rağmen kağıdın arasındaki tütüne bezin arasından aldığı maddeyi ilave ederek bir sigara daha sardı ve yaktı.

 “Karım dediklerini hep yaptı ama ben ipi kopmuş danalar gibi kendemi yine meyhanede buldum. Artık karımın söyledikleri bir kulağımdan girip diğerinden çıkıyordu. Bir gün gece yarısından sonra ayakta duramayacak durumda eve geldiğimde karım ve karımın babası oturmuş beni bekliyorlardı. Kayınpederim beni bir süre süzdükten sonra: ‘Bak evladım sen bu kızcağıza kocalık yapmayacaktıysan neden evlendin? Kendini bir an önce toparla, karın perişan; kendini çeki düzene sok, yoksa sevdiklerini kızımın sevgisini kaybedeceksin.’ Ben onlardan özür dileyeceğime suçumu bastırmaya çalışırcasına ‘Ben bunalımdayım, huzursuzum; beni ne siz ne de iş yerimdeki insanlar anlıyor. Karım gerçekten çok güzel ama ben sürekli kendimi boşlukta hissetiğim için karıma istediğim ilgiyi gösteremiyorum. Sürekli kendimi boşlukta hissediyor, evde ve çevremdeki herkesten kopuk yaşıyorum. Bu evlilik beni yeniden yaşama bağlar diye düşünüyordum, bunun için çok çaba harcadım ama kısa sürede cazibesini yitirdiğini gördüm...’ Kayınpeder kızına dönerek: ‘kızım kalk hazırlan sabah ilk arabayla evimize dönelim, kocan açıkça bu evlilik bitti diyor.’ Ben karımın da kalkıp babasının peşine takılıp gideğini düşünürken o: ‘Baba ben kocamı bu durumda bırakıp gelemem, ben kocamı sağlığına kavuşturuncaya kadar yanında kalacağım’ diyerek tavrını benden yana kullandı. Onun tüm çabalarına karşın ben gittikce batıyorudum, o ise bu güne kadar sabırla beni bataktan kurtarmaya çalışıyordu. O mükemmel bir kadın ama bana daha ne kadar tahammül edecek bilemiyorum.”

 Son içtiği sigaradan sonra giderek gözleri küçülmeye, dili dolanmaya başlamıştı. Ayağa kalkarak onun kolundan tuttum ve:

 “Sen uyuklamak üzeresin kalk barakalarımıza gidip yatalım” dedim. O ayakta duracak halde değildi ona destek oldum barakalarımıza yöneldik.

  Eşinin ve biz arkadaşlarının çabaları onu bu kötü alışkanlığından bir türlü vazgeçiremeyince 1973 yılı sonlarında eşinin ve biz arkadaşlarının ısrarıyla Ankara Gülhane hastanesine gönderildi. Hastaneden altı aydan fazla bir zaman tedavi gördükten sonra bir aylık istirahatla hastaneden ayrıldı. Döndüğünde iyi görünüyordu, o arada 1974 Kıbrıs olayları patlak verince hastaneden istirahatli olduğu halde gelip birliğe katıldı, Kıbrıs Barış Harekatları sırasında canla başla çalışıp durdu. Aylar sonra birliğimize döndüğümüzde gasp edilen haklarımız için başlattığımız hak arayış mücadelemize o da dahil oldu; askeri mahkeme tarafından ilk tutuklananlar arasındaydık, Diyarbakır ceza ve tutuk evinde yine beraberdik. Bizler tutuklandıktan sonra amirlerimiz tarafından sicillerimiz bozularak arkadaşlarımızın bir bölümü mahkeme kararı beklenmeden ordudan atıldılar. O arkadaşımız da atılanlar arasındaydı; askeri mahkeme hepimize altışar ay hapis cezası verdiği halde kimseyi atmamıştı. Amirlerimiz mahkemenin gücünün üzerinde bir yetkiyle 73 arkadaşımızı ordudan atmışlardı. Hepimiz verilen altışar ay hapis cezasını çektik, o da cezasını çektikten sonra işinden atıldığı için memleketi İzmir’e döndü. Uzun süre haber alamadık, birkaç yıl sonra vefat ettiğini duyduk. Kendisine rahmetler diliyorum.                   Ali Oğuz/17.09.2024



Bu yazı 1052 defa okunmuştur.

FACEBOOK YORUM
Yorum

YAZARIN DİĞER YAZILARI

HAVA DURUMU
YAZARLAR
ÇOK OKUNAN HABERLER
  • BUGÜN
  • BU HAFTA
  • BU AY
4039 Okunma
3734 Okunma
3377 Okunma
3301 Okunma
3217 Okunma
2637 Okunma
2507 Okunma
1147 Okunma
1126 Okunma
912 Okunma
799 Okunma
795 Okunma
783 Okunma
743 Okunma
696 Okunma
684 Okunma
653 Okunma
620 Okunma
595 Okunma
590 Okunma
575 Okunma
572 Okunma
551 Okunma
522 Okunma
SON YORUMLANANLAR
HABER ARŞİVİ

Web sitemize nasıl ulaştınız?


HABER ARA
YUKARI