Bugun...


YAZAR : AV.LEVENT BİLGİN

facebook-paylas
FAREDEN KORKAN KAYA
Tarih: 19-12-2024 11:15:00 Güncelleme: 19-12-2024 11:15:00


FAREDEN KORKAN KAYA

Hafızam beni yanıltmıyorsa 1973-74 Eğitim ve Öğretim yılında Fevzi Çakmak İlkokulu üçüncü sınıftayım. Bir Cumhuriyet Bayramı etkinliğinde okulumuzun küçük gösteri salonunda düzenlenecek piyes/müsamere gecesinde öğretmenimiz bana da “Fareden Korkan Kaya” başlıklı bir monolog vermişti. O devirde iletişim olanakları kısıtlı ilçemizde henüz televizyon yayını yok. Evlerde transistörlü radyolar dış dünya ile iletişimimizi sağlıyor. Okullarımızın düzenledikleri piyesler ailelerinde katıldığı, birlik beraberlik duygularını güçlendiren etkinliklerdi.

Sınıfta böyle bir etkinlikte görev almanın öğrenciye kattığı hava bir başka. Öncelikle sınıf öğretmeninin size duyduğu güvenin bir yansıması. Bu tür etkinliklere seçilen öğrencinin çalışkan öğrencilerden olması başka bir yansıma. Görev almanın öğrencinin kendini ayrıcalıklı hissetmesi bir başka yansımadır. Kendi küçük dünyamda sınıfımızı başarıyla temsilin ağır yükünü hissetmiştim. İki sayfa uzunluğundaki monoloğu bir gün içinde ezberlemiştim. Tabii sadece ezberlemek yetmiyor, bunun birde provası gerekiyordu. Evde rahmetli babaannem Vasfiye Hanım’ın karşısında provaları yapıyordum. Monoloğun konusu palavrası bol, kendini metheden hiçbir şeyden korkmadığını böbürlenerek anlatan Kaya’ydı. Monoloğun sonu cebine elini atan Kaya’nın fareyle temas etmesi ve tüm anlattıklarını boşa çıkarırcasına büyük bir korkuyla fareyi fırlatmasıyla bitiyordu.

Provalarda cebime fare yerine bir ceviz koyup okumayı tamamlıyordum. Asıl sorun piyes gecesinde cebime koyacağım oyuncak fareyi nereden bulacağımız sorusundaydı. O devirde bugünkü gibi pelüş oyuncak bulmak ne mümkün. Oyuncaklarımızın başlıcaları rahmetli Dirro Mehmet Dedenin dükkânından edindiğimiz mozik (Topaç’ınKebancası), kesilen hayvanların aşık kemikleri, plastik top, belki naylondan yapılma bir kamyon, baraj inşaatında ne amaçla kullanıldığını bugün dahi bilmediğim tellerden Keban’ın maket yapma becerisi yüksek çocuklarının yaptığı telden arabalar, bozuk rulmanlardan yapılma bizim deyişimizle “bilyalıarabalar”dı.  Bir yandan provalara devam ediyor bir yandan oyuncak fareyi nereden bulacağız sorusuna yanıt arıyordum.

İç dünyamdaki bu üzüntümdışarıya da vurmuş olmalı ki bir gün rahmetli babaannem bana “ben sana bezden bir fare yaparım” dedi. Gerçekten de babaannemin bezden ve kâğıttan oyuncaklar üretme konusunda bir becerisi vardı. Bana kare şeklinde yanlış hatırlamıyorsam sarı renkli bir bezi katlayarak kulakları ve kuyruğu oldukça belli olan bir fare yaptı. Fare yapılmasına yapılmıştı ama farenin renginde sorun vardı. İlle de kahverengi olmalı diyor başka bir şey demiyordum. O devirlerde konfeksiyon giysiler yaygın olmadığından erkeklerin giysileri terzilerde, kadın ve çocukların giysileri ise genellikle evlerde dikilirdi. Giyimin dikime dayandığı yıllarda giysilik kumaşların önemini anlatmak yersiz. Bu kumaşlar genellikle ya Tekocak Mustafa YILMAZ amcanın dükkânından ya da Kars’tan çerçiliğe gelen Hüseyin ve Bektaş’ın sergilerinden temin edilirdi. Ayrıca kutlama amaçlı götürülen hediyelerin büyük bir kısmını ise elbiselik kumaşlar oluşturmaktaydı. Rahmetli babaannemde ya o zaman muvazzaf subay olan amcamın gönderdiği ya da çerçilerden temin edilen kahverengi emprime elbiselik kumaş vardı ve kendisine boydan bir elbise dikiyordu. Namaz kıldığı için genellikle diktiği elbiselerin önünde tespihini, evin anahtarını ve mendilini koyabileceği bir cep dikerdi. Benim kahverengi fare ısrarıma dayanamamış cepli olarak dikeceği elbisenin cebini dikmemişti.  Bana dönerek; “Ana gurban bu cebi dikmedim. Bu kumaştan fare yaparım. Sen monoloğu bitirince bana doğru atarsın. Bende fareyi ertesi gün cep yaparım” diye beni teselli etti. Büyük bir özenle fare yapılmış, sorun çözülmüştü. 

Derken müsamere günü geldi çattı. Okulumuzun küçük gösteri salonu hınca hınç doluydu. Bizimkiler üçüncü sıraya oturmuşlardı. Monolog sıram geldi. Sahneye çıktım ama evdeki provaları bile unutmuştum. Dizlerimin bağı çözülmüş gibiydi. Bir yanda en önde oturan rahmetli müdürümüz Ahmet ORUÇ Öğretmenimizin heybeti, davetli bürokratlar epey heyecanlandırmıştı beni. Monoloğu okuyup elimi cebime attım fareyi nereye attığımın bile farkında değildim.

Geldiğimiz noktada evdeki hesap çarşıya uymamış. Fareyi bizimkilerin sırasına atamamıştım. Fareyi alanlar da ya hatıra olarak saklamak ya da çocuklarına hazır bir oyuncak götürme güdüsüyle midir bilinmez fareyi bize vermemişlerdi. Sonuçta hem fare gitti hem de çok sevdiğim babaannemin elbisesi cepsiz kaldı. Aradan yaklaşık yarım asır geçmesine rağmen ne zaman bir kahverengi elbiselik kumaş görsem bu olayı hatırlar babaannemi rahmetle yâd eder, hem de elbisesini cepsiz bıraktığımın mahcubiyetini ve üzüntüsünü yaşarım. Güzel günlerdi. Geri gelir mi? Elbette hayır. Yazıda isimlerini andığımız bu dünyadan göçen büyüklerimizi rahmet ve özlemle anıyorum. Işıklar içinde uyusunlar.

 

 



Bu yazı 1101 defa okunmuştur.

FACEBOOK YORUM
Yorum

YAZARIN DİĞER YAZILARI

HAVA DURUMU
YAZARLAR
ÇOK OKUNAN HABERLER
  • BUGÜN
  • BU HAFTA
  • BU AY
4934 Okunma
3622 Okunma
2527 Okunma
2382 Okunma
2277 Okunma
1694 Okunma
1273 Okunma
1224 Okunma
1172 Okunma
995 Okunma
821 Okunma
809 Okunma
795 Okunma
750 Okunma
703 Okunma
692 Okunma
666 Okunma
622 Okunma
614 Okunma
602 Okunma
587 Okunma
562 Okunma
530 Okunma
518 Okunma
SON YORUMLANANLAR
HABER ARŞİVİ

Web sitemize nasıl ulaştınız?


HABER ARA
YUKARI