Bugun...


YAZAR : SELAHATTİN YALÇINER

facebook-paylas
TAHTA KAŞIKLARIN VAR OLMA SAVAŞI
Tarih: 02-08-2025 13:09:00 Güncelleme: 02-08-2025 13:09:00


TAHTA KAŞIKLARIN VAR OLMA SAVAŞI

Bir zamanlar sofralarımızda tahta kaşıklar vardı. Adına modern zaman dediğimiz yenilikler çoğalsa da, tahta kaşıklar sofralarımızdan bir bir çekilip gitti. Her evin mutfağında tek tük varlığını sürdürse de sofralarımızda yerini almıyor artık. Bu yazımda kaybolup giden tahta kaşıklar üzerine biraz bilgi vermek istedim genç nesillerimize.

Yaş olarak hatırladığım 1960 lı yıllarda, Nimri köyümüzün hemen hemen her evinin sofrasında tahta kaşık kullanılırdı. O zamanlar kimimiz tahta kaşık derdik, kimimiz ağaç kaşık derdik. Ama genel olarak ağaç kaşık dendiğini sanıyorum, çünkü tahta daha modern anlama geliyordu. Bahsettiğim 1960 yıllarda yenilikler yavaş seyrettiği için, ağaç kaşıkların renkleri ve biçimleri bire bir değillerdi. Ağaç kaşıklar o tarihlerde genel olarak koyu renklerde olurdu. Belki de bizim evdeki kaşıkların rengi koyu olabilir. Bunlar Elazığ'dan alınırken renk seçimi satın alanın dikkatine veya merakına bağlıydı muhakkak. Kimi aman sende kaşık olsunda rengi ne olacak dediyse eğer mesele yok.

Sonraki yıllarda ağaç kaşıklarının renkleri daha açık olmaya başladı. Sadece renkleri değil, modelleri de değişiyordu. İlk hatırladığım koyu renk ağaç kaşıkların sapları daha geniş, kaşık tarafı da yayvan ve derin değildi. Ha uç kısımları üçgen şeklini andıran biraz sivriydi. Yeni model ağaç kaşıkların renkleri açılınca, sapları ve kaşık tarafı daha düzgün daha standart ölçülerdeydi. Ayrıca kaşık tarafı daha derin ve uç kısımları daha yuvarlaktı. Zaman ilerledikçe insanlar daha çok köy kent görüp tanıdıkça, yenilikleri de takip etmeye başlamıştı haliyle. Sonuç olarak köy evlerimizin sofralarında kullandığımız kaşıklarında modelleri bir bir değişiyordu. Değişmesi doğaldır zaten. Çünkü her yenilik göze hoş gelirken, beraberinde kolaylıkları da getiriyordu. Şunu da belirtmeden geçmek olmaz. Evlerimize her ne kadar yeni model ağaç kaşık girse de, eskilerini asla atmazdık kaybetmezdik. Yeni kaşıklar yemek zamanı sofralarımızda yerini alsa da, eski modeller bir gün lazım olur diye kaşıklıkta hep dururdu.

Köylerimiz iş aş için büyük kentlere göç etmeye başlayınca, o zamanlar demir dediğimiz çelik kaşıklarla tanıştık. Sadece demir kaşık değil, çatalı da tanımış olduk. Köy yaşantımızda harmanda kullandığımız çatalı tanırdık sadece. Ama kent hayatımızda o dev tahta çatalın demirden yapılmış minyatürünü soframızda bulduk. Dev ve minyatür sözcüğü kullandım, burada çok haklıyım. Çünkü harmanda kullandığımız tahta çatalın boyu yaklaşık 180 cm boyundaydı. Kent yaşamımızda tanıştığımız soframızdaki demir çatalın boyu ise yaklaşık 20 cm di.

Asıl ilginç olan demirden yapılmış çatal kaşığa nasıl alıştık konusudur. Köy hayatımızda kaşıklarımız ağaç olsa da yemeklerimiz bakır tencerelerde piştiği için, ateşte duran metalin el yakacak sıcaklıkta olduğunu bilirdik. Haliyle yemeklerimiz tek bapta ve sıcak sıcak soframızda yerini alırdı, ve herkes bir kap'a kaşık sallardı. Köy soframızda ağaç kaşık kullandığımızdan, sadece yemeğin sıcaklığını kontrol ederdik ağzımıza taşırken. Ama şehir hayatı öyle değildi, hem yemeğin sıcaklığını hemde demir kaşığın sıcaklığını kontrol etmeye başlamıştık. Köylüde olsak yemeğin sıcaklığı ile demir kaşığın sıcaklığı arasında olan farkı bilirdik. Sofrada çorbanın olduğunu ve hala buharı üstünde tüttüğünü görünce, gelde hızlı hızlı kaşık salla. Demek istediğim demirden yapılmış çatal kaşıklar yüzünden benim Anadolu insanım çok çekti çok.

Hele çatal bir başka sorun olarak görünürdü gözümüze. Kaşık gibi sıcak olmazdı ama, çatalın sivri uçları ağzımıza batmasın diye dikkat etmek zorunda kalırdık.

Şehir hayatımız sırasında tanıştığımız çatal kaşıkların, demir olmasına tam alışmak üzereydik ki, sofralarımızda birde bıçak çıktı karşımıza. Hani çıkmaz bir sorunun içinde kendimizi bulduğumuzda deriz ya, ölürmüsün öldürürmüsün diye, işte bu bıçak meselesi de öyle bir şey. Biz iş aş için koca şehirlere geldik gelmesine ama, sofralarımızda elimiz ayağımız bağlanıyordu adeta. Köy yaşamımızda da et ara sıra soframıza gelirdi zaten. O da olsa olsa bir veya iki parça. Ne bıçak arardık nede hançer, parmaklarımızla böler tadıyla tuzuyla yerdik. Ama modern şehir sofraları öyle olmadı, iki lokma etin bile ne tadı kaldı nede tuzu. Benim güzel Anadolu insanım sofrasına gelen yemeği bile keyifle yiyemez oldu. Çorbaya kaşık sallarken ağzının yanmamasına, çatalla yerken diline batmamasına, hele hele bıçak kullanırken elini kesmemesine dikkat etmek için neler çekerdi neler...

Selahattin Yalçıner

 



Bu yazı 1772 defa okunmuştur.

FACEBOOK YORUM
Yorum

YAZARIN DİĞER YAZILARI

HAVA DURUMU
YAZARLAR
ÇOK OKUNAN HABERLER
  • BUGÜN
  • BU HAFTA
  • BU AY
5623 Okunma
4834 Okunma
4072 Okunma
3963 Okunma
928 Okunma
641 Okunma
528 Okunma
508 Okunma
488 Okunma
442 Okunma
441 Okunma
438 Okunma
437 Okunma
410 Okunma
395 Okunma
367 Okunma
365 Okunma
348 Okunma
340 Okunma
310 Okunma
281 Okunma
270 Okunma
5623 Okunma
5387 Okunma
5288 Okunma
5114 Okunma
4960 Okunma
4887 Okunma
4834 Okunma
4829 Okunma
4615 Okunma
4578 Okunma
4554 Okunma
4184 Okunma
4116 Okunma
4072 Okunma
4052 Okunma
3963 Okunma
3931 Okunma
3891 Okunma
3775 Okunma
3612 Okunma
3318 Okunma
2733 Okunma
1614 Okunma
1549 Okunma
SON YORUMLANANLAR
HABER ARŞİVİ

Web sitemize nasıl ulaştınız?


HABER ARA
YUKARI