Bugun...


EĞİTİMCİ - YAZAR : MİDRAN YOKUŞ

facebook-paylas
KEBAN KÖYLERİ: (28) NİMRİ-8
Tarih: 02-08-2025 13:10:00 Güncelleme: 02-08-2025 13:10:00


KEBAN KÖYLERİ: (28) NİMRİ-8

                                                   Neşe ÖNEN

                                                   ‘Ege’de Son Söz Köşe Yazarı

                                                                        ABD 28.12.2024

 

Köylümüz çok eski tarihlerden beri uzun yıllar gurbete gitmiş gelmişler, içlerinden bazıları, çalıştıkları yerlerde kalıp geri dönmemişlerdir. Uzun zaman köye gidip gelenler içinden birçoğu o yörelerin gelişmesinden hiçbir yeniliği köyümüze taşımamışlardır. O dönem, İstanbul, İzmir, Çukurova’da ya da benzer yerlerde çalışıp, köyüne geri dönenlerden köyüne bilgi ve beceriyi taşıyanlar şunlardır:

Adanalı (Edeneli) diye tanıdığımız Dummucu İbrahim Yalçıner, Çukurova’da gördüğü sebzeciliği, köye döndüğünde, bilgisini bahçesinde uygulamış ve çevredeki insanlara tadına doyulmaz sebzeler üretmiştir. Bu sayede elde ettiği kazanç ile çocuklarının idaresini ve yaşamını devam ettirmiş, çocuklarını ve ailesini bırakıp gurbete gitmek zorunda kalmamıştır.

Bir diğer komşumuz, Hasan Öztürk köyde bazı işleri daha kolay yapabilmek için köye ilk kağnı arabasını, kapısının önünde ekmek pişirebilmek için ilk fırını yaptırma gibi birçok yeniliği teşvik etmiş, aldığı ilk traktör ile hem kendi işine hem de komşulara uzun zaman yardımcı olmuştur.

Benim muhtarlık görevim sırasında, köyüm için birçok şey yapmayı gönlümden geçiriyordum. Zorda olsa köyün, bir iki temel sorunu olan; yol, elektrik ve su sorunlarının çözümü için çalıştım ve bir dönemi yani dört yılımı bitirdim. İkinci dönemimin ikinci yılı sonunda bu görevi bırakmaya karar verdim ve ayrıldım.

Ben köyümün “Ocak Köyü” benzeri bir yer olmasını istiyordum. Ama köylülerimin büyük bir çoğunluğu bu isteklere yardımcı olmaya istekli değillerdi. Ben de bunu anlayınca görevi bıraktım ve köyümden ayrılıp Elazığ’a yerleştim. Bahsettiğim “Ocak Köyü”, köylülerimin de çok iyi tanıdıkları bir yerdir. Ocak, Erzincan’ın Kemaliye ilçesine bağlı, Arapkir ile Kemaliye arasında bir alevi köyüdür. Coğrafi yapısı bizim köyümüzden farklı değildir. Dalgalı bir arazi üzerindedir. Arazi yapısı bizim köyümüzden farksız olmakla beraber, bu köyün insanları birlik beraberlik içinde, köylerini tam bir yaşam merkezi yapmışlardır. Köylüler, evlere akan su sistemi, hamam, çamaşırhane, parke kaldırım, park, “cem evi”, helikopter pisti yapmışlardır. Ocak köylülerinin hepsi köyde yaşamıyorlar. Gurbette olsalar da onlar için yardımlaşma ve dayanışma vazgeçilmez bir arzu ve alışkanlıktır.

Ben de kendi köyümde böyle bir birlik, beraberlik olsun istiyordum. Eğer bizde de bu birlik beraberlik ağır bassaydı, geçmişte İstanbul’a en yakın bir arazi üzerinde yeni ve daha güzel bir Nimri kurabilirdik. Çünkü köylülerimizin çok büyük bir kısmı İstanbul’da ticaret ve tahsil sayesinde kazanç ve kariyer sahibi olmuşlardır.

Hatta geçmiş yılarda 1945-1946 yıllarında Elazığ’a yedi km uzaktaki Bazmişen köyüne yerleşmek bizim köyümüze teklif edilmiş. O zamanki büyüklerimiz, muhtar ve köylüler kabul etmemişler. 1950 yılında aynı yere göçmenler yerleşmişler. Şimdi ise Elazığ’ın bir mahallesi konumundadır.

Köyümüzde bazı kişiler benim düşündüğüm gibi ferdi olarak bir şeyler yapmaya çalışmışlarsa da toplumda birlik olmadığından bunlar kişisel çaba ve çalışmalardan ileri gidememiştir. Bunlardan biri Musa Coşkun komşumuzdur. Genç yaşta İstanbul’da ticarete atılmış, uzun yıllar tekstil, giyim üzerine ticaret yapmış, daha sonra Bursa’ya taşınıp oraya yerleşmiştir. Ama köyünü ve yöresini unutmamış, köyde çeşitli hayır işleri yanında Keban’da okul ve çeşme yaptırmıştır. Bursa Kestel’de annesi Asiye ve babası Hasan Coşkun adına okullar yaptı, kendi adına da birçok hayır işlerinde bulundu. Bu gibi insanlar, kim olursa olsun, beni çok mutlu edip sevindiriyor. Allah bu insanlardan razı olsun.

Yine köyümüz halkından benim de halam oğlu İhsan Eyidoğan’ın oğlu Haluk Eyidoğan Bey, kendisi İstanbul’da doğup büyümüş, orada tahsil görüp, jeoloji yer altı bilimleri profesörü olarak iyi bir kariyer yapmış, Japonya, Amerika gibi birçok ülkede görevlerde bulunmuş olmasına rağmen babasının köyü olan Nimri’yi her zaman ziyaret edip, bizleri gururlandırmıştır. Köyümüzden yetişen, tahsilde ve ticarette büyük kariyer yapmış olan insanlarımız azımsanmayacak kadar fazladır. Bizler de bu insanlarımıza her zaman gönlümüzün baş köşesinde yer verir, her zaman hatırlarız.”

Köyün eski muhtarının temennilerine katılmamak mümkün değil. Bir diğer değerli aktarım ise amcama ait. 1955 doğumlu amcam Süleyman Önen, kendi özgün araştırmalarına dayanarak, bakın, Nimri’yi nasıl anlatıyor:

“Öncelikle Nimri köyü tarihsel olarak çok eskilere gitmiyor. Kimi efsaneler dördüncü Murat'ın Bağdat seferi sırasında Denizli köyünde kurduğu konaklama ile başlatsa da bana göre iki yüz yıllık bir geçmişi var. Bizim köylülerden önce de civarda yerleşimler varmış. Çünkü yıkık kilise mekanları var.

İkincisi, Nimri’ye yerleşenler Şah İsmail safında savaşan Türkmenler. İsmail yenilince Horasan' a giden sonra da İsmail'in zulmüne uğrayınca Anadolu’ya geri gelenlerdir. 

Üçüncüsü, ilk yerleşenler; Kızılbaş inancına sahip olduklarından ibadethaneleri olan "Ocak" yapısını kurmuşlar ve etrafında yerleşmişlerdir. Koyun Ocak zadeleri de Demirhan uşağı denen, baba/dedem sülalesidir. Çünkü dedemgillerin evleri ocağın hemen etrafındadır. Bu ilk yerleşenler köye en yakın su gözlerinde bahçelerini ve yazlaklarını kurmuşlar.

Dördüncüsü, köyde her ailenin bir kabile bağını ifade eden lakabı vardır. Köye en son yerleşenler "Gögel uşağı" denen yukarı mahalledir. Bunların köyde ne bağı ne de tarlası bulunmaz. Olanlar da küçük, verimsiz, susuz ve kıraç yerlerdendir. Çünkü bunlar Kujne’den gelmiş ve bin sekiz yüz doksanlı yılların katliamından kaçıp Aleviler arasına sığınan Ermenilerdir. Annemin annesi de bir Gögel uşağı kızıdır.

Beşincisi, Nimri köyünü kuran ve yerleşik hayata geçen göçebe Türkmenler Osmanlı zulmünden kaçtıkları için dağ eteğinde kıraç topraklara yerleşmişlerdir. Hayvancılık, bahçecilik ve kısmen tarım yapmışlardır. Çok geniş Ekim ve dikim alanları yoktur. Var olanlar ise Cumhuriyetle birlikte kentte çalışarak kazandıkları parayla alınanlardır. Köyün köylüyü ekonomik olarak yaşatma şansı yoktur.

Altıncısı, ellili ve altmışlı yıllarda köyde yüzün üzerinde hane ve ilk okulda yetmişe yakın öğrenci vardı. Bugün iki veya üç hane, sıfır öğrenci var. Köy göçle boşalmıştır. Yaz aylarında tatil ve dinlenme yeri, emeklilerin ve yaşlıların sosyal mekânı. Hiçbir ekonomik değeri yok. İki veya üç aile ekonomik olarak yaşamını sürdürüyor.

Yedincisi, köyün ibadet mekânı Ocak yıkılmış durumda. Köyde kırklı yıllarda yapılmış bir cami var ama işlevsiz. Köylü sadece cenaze kaldırırken musalla taşını kullanır. Okul bugün sadece sosyal tesis olarak kullanılıyor.”

Benim Nimri hakkında derleyebildiğim, birinci ağızdan aktarımlar bu kadar. Ancak Nimri'nin tarihi, yalnızca bir yerleşim noktası olarak değil, manevi bir odak olarak da zengin görünüyor ve bu anlamda "Nimri Dede" olarak anılan ve köyün hafızasında derin izler bırakan bilge kişi ile ilgili yapılmış bazı akademik araştırmalar var. Bu bilge kişi hakkındaki hikâyeler, nesilden nesille aktarılarak Nimri kimliğinin ayrılmaz bir parçası haline gelmiş, Nimri Dede’nin duaları ve nasihatleri, köyün adına ve kültürel dokusuna damga vurmuştur.

Yazımın sonunda kaynaklarını paylaştığım bir akademik çalışmaya göre, Nimri dede:

“Asıl adı İsmail Dehmen olan âşık, 1909 yılında Elâzığ’ın Keban ilçesine bağlı Pınarlar (Nimrî) köyünde dünyaya gelmiştir. Babası Abdulvahap Efendi, annesi ise Ayşe Hanım'dır. Anne ve babası altı ay ara ile ölünce kardeşleri ile bir süre amcazadeleri Hüseyin Efendi’nin yanında kalmış ve daha sonra 1925 yılında İstanbul’da Gümrük Müfettişi olan diğer amcazadesi Ahmet Bey’in yanına gitmiştir.

İstanbul’da Numune-i İrfan adlı okula devam etmiş ancak yaşı büyük olduğu için üç yıl sonra bu okuldan ayrılmak zorunda kalmıştır. Bu arada Aksaray’da Vatan Caddesi'ndeki Bozkurt Han’da meyve satarak ve daha sonra da Kapalı Çarşı'da eski elbiseler alıp satarak geçimini sağlamaya çalışmıştır. İki evlilik yapan âşığın birinci eşi Nimrîli Elif Hanım, ikinci eşi ise Denizli köyünden Müyesser Hanım'dır. Elif Hanım, bilinmeyen bir sebeple kendisini Fırat nehrine atarak intihar etmiştir. İsmail Dehmen’in üçü erkek (Battal Gazi, Ali Naki, Ercihan) ve beşi kız (Kadriye, Fikriye, Şükran, Şenay, Suna) olmak üzere toplam sekiz çocuğu vardır.

İstanbul'da yaşadığı yıllarda, edebiyata, şiire, tasavvufa olan ilgisi ve şairlik yeteneği dolayısıyla Neyzen Tevfik, Mahzar Osman, Muzaffer Özok, Şemsettin Yeşil, Osman Cemal gibi şahsiyetlerle tanışmış ve onlarla arkadaşlık etmiştir. Özellikle yaradılışındaki derin duyuş ve coşkun ruh yapısı onu tasavvufa yönlendirmiştir. İstanbul’da bulunan birçok tekke, tarikat ve cem evine gitmiştir. “Çeşitli ekollere mensup tasavvuf erbabıyla tanışan İsmail Dehmen, onlardan özel dersler alır, sohbet toplantılarına katılır. 18 yaşından itibaren cura çalmaya başlar ve şiirler yazar.” İstanbul’da Şemsettin Yeşil’in teşvikiyle Arapça ve Farsça dersleri almış; Nakşi, Rufai, Kadiri ve Melami cemaatlerinde bulunmuş ve bu cemaatlerin ileri gelenleriyle sohbet etmiştir (Arslan ve Onarlı 2000: 35).

Âşığın soyu, kendi ifadesiyle “Horasan Türkmenlerine” dayanmaktadır. Horasan’dan Anadolu’ya gelen bir Türkmen ailesinin, Alevi inancına mensup bir çocuğudur. Âşığın asıl olarak Yesi’nin (Türkistan) Üç Kurgan yöresinden gelerek Elâzığ, Malatya ve Tunceli yöresine yerleşen Şeyh Hasan Ocağı ve aşiretinin mensubu olduğu sanılmaktadır. Nitekim Nimrî Köyü, “13. yüzyılda Oğuzların Bayat boyunun oymaklarının kurduğu bir Türkmen köyüdür. Şeyh Hasan Onar’dan icazet alan Şeyh Nimrî, oymağıyla yöreye gelerek bir yerleşim yeri kurmuş ve bu yere kendi adını vermiştir. 13. yüzyılda Baskil’in Şeyh Hasan köyünden Arapkir’e değin Fırat havzasına hâkim olan Şeyh Hasan Onar, bölgeyi İslamlaştırarak kendi aşiretini yerleştirmiştir. Nimrî Köyü de böylesi bir iskân sonucu oluşmuştur” (Arslan ve Onarlı 2000: 37). Âşığın Şeyh Ahmet Verani’ye olan bağlılığı da bu ilgiyi açıkça göstermektedir. Dehmen vefatından üç gün önce hastaneye yatmış ve 18 Ekim 1986'da Elâzığ’da vefat etmiştir.

Nimrî Dede, âşık edebiyatı içinde değerlendirilebilecek, tekke edebiyatı yönü ağır basan bir halk ozanıdır. Birkaç şiirini beyitle yazan Nimrî Dede, nazım birimi olarak, genellikle, halk edebiyatının klasik nazım birimi olandörtlüğükullanmıştır. Nazım biçimi ve türü olarak, âşık edebiyatı nazım biçimlerinden koşma, mâni ve destan;âşık edebiyatı nazım türlerindengüzelleme, taşlama, koçaklama ve ağıt; tekke edebiyatı nazım türlerinden iseilahi, nefes ve şathiyat-ı sofiyane gibi türlerde yazmayı tercih etmiştir

(Not: Yazı devam edecektir…)

 



Bu yazı 1243 defa okunmuştur.

FACEBOOK YORUM
Yorum

YAZARIN DİĞER YAZILARI

HAVA DURUMU
YAZARLAR
ÇOK OKUNAN HABERLER
  • BUGÜN
  • BU HAFTA
  • BU AY
3859 Okunma
2947 Okunma
1933 Okunma
1001 Okunma
918 Okunma
553 Okunma
529 Okunma
519 Okunma
497 Okunma
446 Okunma
435 Okunma
413 Okunma
379 Okunma
365 Okunma
317 Okunma
274 Okunma
269 Okunma
247 Okunma
5289 Okunma
4473 Okunma
4400 Okunma
4276 Okunma
4190 Okunma
4018 Okunma
3859 Okunma
3847 Okunma
3623 Okunma
2947 Okunma
1933 Okunma
1065 Okunma
1063 Okunma
1045 Okunma
1001 Okunma
989 Okunma
924 Okunma
918 Okunma
896 Okunma
890 Okunma
872 Okunma
870 Okunma
818 Okunma
816 Okunma
SON YORUMLANANLAR
HABER ARŞİVİ

Web sitemize nasıl ulaştınız?


HABER ARA
YUKARI