SILA HASRETİ-1-
Gençken, hayatın tüm anlamını tek sahnede öğrenip hakkını vereceğini sanıyordun. Ancak zamanla gerçeğin asla sandığın gibi olmadığını öğrendin. Sıladan uzak yaşamanın zorluğunu, çetin hayat şartlarıyla mücadelenin detaylarını ancak bilen bilebilir. Bu zorlu süreçte pek çok şeyin istem dışı geliştiğini görürsün; “sıla” diye bir özleme ne vaktin ne de mecalin kalırdı. Fakat o hep vardır; ruhuna etki eden bir gerçektir sıla, kendini ondan soyutlayamazsın.
Sıla toprağı çeker seni geçmişin vadilerine; bu çekiş, özlem gidermek içindir. Zaman ve zemin oluşunca gidersin. O gidişin bir de dönüşü vardır; gördüklerin, duydukların, geçmişte yaşadıkların seni bambaşka bir ruh hâline sokar! Sıla özlemini yeniden yaşama hayalin söner; yüreğin, şahit olduklarınla kırıklarla dolup taşar. O sıla ki tıpkı çaresiz bir sevdalı gibi, en sevdiğinden acısını nasıl çıkardığını hissedersin. Bu durumda sana düşen, direnmek ve sabretmektir!..
*
Sebat
Kızıla dönen gün ışığını yüreğine hapset
Sonuç almak için mücadele ve sebat et
Tüm hayallerin gerçek olsun diye umut et
Bilginle, sevginle iyilik et ve yine de sabret!.. (rd).
*
Gençlik yıllarının geçtiği, ortaokuldayken yaşadığın, ilk buluğ çağına girdiğin yalnız yıllarının diyarı Keban Vadisi’ni hayal edersin. İlk aklına takılan, yörenin sembol ismi olan “Seftil” olur. Derinlerinde simli kurşunun stoklandığı, en tepesinde tek örnek bir ağaçla temsil edilen, sarp kayalardan ve bayırlardan oluşan o tepe...
Bir serinlik eser Seftil’den, Fırat’tan; okşar harlı bedenini, alır sıla özlemiyle yanan hararetini, ruhuna henüz nüfuz etmemiş tenindeki ürpertiyi... Hüzün ve özlem terk etmez yanık yüreğini. Yaratan’ın emaneti olan fani atalarını konuk eden, suskunlar köyündeki iyilik meleği… Onlara selam verirsin, hüzün yüklü yüreğinle…
*
Seftil Tepesi
Bir duygudur sıla hasreti, yoktur “enteşi”
Özlersin komşuyu, atayı, dostu, kandaşı
Doğduğun topraklara vefandır bu duygu
Fırat vadisi, Seftil Tepesi yoktur eşi…(rd).
*
Anadolu’nun doğusunda, iki vadi arasında yerleşmiş, imparatorluklara baruthane ve tophane için güherçile, maden ocağında cevher üretmiş, küçük ama tarih kokan kadim insanların diyarı Keban… Gençlik yıllarımın bitmez tükenmez anılarının yaşandığı kasaba…
Sen, vadisinde dolaştın, çayında çimdin; yürüdün derelerinde, patikalarında, tırmandın yokuşlarına… Geçmişini, geleceğini hayal ettin; tırmandığın Seftil Tepesi’nde, Gemi Deresi’nde, İt Yokuşu’nda, Cirit Meydanı’nda, Kuru Çayı’nda, Nimri Dağı’nda, Zeryan Deresi’nde, Kudukan Tepesi’nde… Soluklandın Zırki Ziyareti’nde, Sülbüs Yokuşu’nda, Banı Düzlüğü’nde, su içtin Hüseyin Çeşmesi’nde… Yürüdün Gogo Deresi’nde, nefes aldın Kulbo’nun, Hurşit’in un değirmenlerinde…
*
Yalnız
Tırmanırsın tepeye, görürsün ağaçlaır
Seversin, koklarsın, varsa meyvesini
Takatsizsin koyu gölgesine sığınırsın
Ziyaret dağın bu meşesine bakakalırsın
Palamutlarını derde deva düşünürsün
Toplarsın dökükleri, sinsin şifa niyetine…
*
Bir ses duyarsın çınlatırcasına kulağını
“Nasibin kadar al, dokunma fazlasına”
Düşünürsün gaipten gelen sesini doğanın
Öyle ya ziyaret dağında her kes şifa arar
Palamutları birer şifa kaynağıdır bu ağacın
Bir makam var, dua eder, dilek diler Tanrı’dan…
*
Ağacın dalına tellersin, pullarsın, gelin edersin
Bir de bakarsın ki bulutlar tepende, sevinirsin
Pamuk yığını, şelale köpüğü gibi köpürürler
Seyre dalarsın zorlu geçmişin derinliklerine
Yaşanmışlıklara ve de yaşanmamışlıklara
Kalakalırsın yalnız başına sılanın dağ başında
R. Demir (19.3.2023)
*
Hayalini yaşadın, binlerce yılın bıraktığı yaşlı nesnelerde; derelere, kayalara kazınmış damgalara dokundun, her türlü varlığa… Hepsinin bir banisi vardı, hayatına ortak olan doğa parçası bu yerlerin… En önemlisi, hepsinde insan vardı, yaşam hikâyeleri vardı; tükenen nice ömürlerin yaşadığı yöreler vardı.
Kaleler inşa etmişler; zaman tünelinde yerli yerinde kalmamış, yok olmuşlar; geride kaya mezarları, kale duvar yığınları bırakmışlar ta İsa öncesi beş binli yıllarda... Yapıtlarına dokundun; en eskisinden en yenisine… Yenisi yıkık kerpiç evler, eskiler kale burçları; oyuk mağaralar, kaya kovukları… Gelip geçtikleri patikalardan geçtin; Huşo’nun kuyusundan üsküreyle su içtin, Hüseyin Çeşmesi’nde iftar açtın, yokuş aşağı Türk’ü çığırttın, derin vadide azık bohçanı açtın, gelen geçene buyur ettin, yoksa yoldaşın kurdu, kuşu ortak ettin. Çörtünle çeşmede çimdin, kuru çayda tekledin, köy çeşmesinde testini doldurdun, suladın koyunu-keçini…
*
Sokaklarında geleceğini aradın; dağ aynı, dere aynı, vadi aynı, rüzgâr da aynı yönde esiyordu. Dut pekmezini parmaklayan çocuklar, merkebe sap yükleyen dedeler, cirit meydanında ata binen süvariler, aynıydı tüm kavgaların nedenleri; hayata tutunmak ve sahiplenmekti kutsal bildiklerini… Onlar vatan toprağıyla bayraktı, bağımsızlıktı, onurdu, iffetti; para değildi, mevki de ikbal de…
Ve hâlâ güzeldi Zırkı’nın Türkmen kızları, gelinleri ve anaları; üç etek zıbını, yemenisi, kaytandan şalvarı, patiskadan işliği, beşi bir yerde dizili gerdanlığı, lira dizisi alınlık başlığıyla çok güzeldi Zırkı’nın Türkmen güzelleri…
Sadece zaman takvimi farklıydı Keban’da; Kallar Mahallesi’nin sokakları, Çarşıbaşı Yokuşu, Fırat Mahallesi’nin yoksulluğu, Ziya Paşa’nın külliyesi hepsi aynıydı. Zaman aynı zaman; sadece insanlar değişmiş, nesiller sırasını savmış. Keban’ın sokakları dar; hatıraları kalmış sana yar. Türk’ü anlamak için Türk’ü dinlemek gerek…
*
Narlı Tepe
Çıkarsın Narlı Ziyarete, hayal edersin geçmişi
Fırat kenar düzlüğünde çaputtan topla oynayışı
İşte Gemi deresi, Nimri tepesi, Gogo deresi yolu
Geçmişten ararsın gençlikteki dostluk yarışı…(rd).
*
Geçmişi insanlık tarihiyle eş zamanlı olan bu yörenin taşıdığı kültür çeşitliliğini bilmek gerek. Nice maden emini bürokratların gelip geçtiği, devletin tophanesine cevher yetiştiren kalhane maden ocaklarını anlatmak gerek. Bir zamanlar çok milletli, çok dilli ve çok dinli bir kadim iyilik ocağı olan bu topraklara kutsallık atfeden anlayışların olması bundandır. Farklı etnik grupların kardeşçe yaşadığı topraklardı… Bu insanların yolunu aydınlatan bilimin ışığı sönmez, gerçeğin karşısında yapay her şey yalan! Cumhuriyet ışığı bu toprakların özüdür, onsuz olunamaz. Yoksa Cumhuriyet ışık kaynağın, her yer karanlıktır. Ay berraklığında aydınlanan olsa da çare değildir uygarlık için.
Çevresindeki kır bayır, dere tepe seni çağırır yeniden geçmişi yaşamaya, fakat imkânsız. Keban Deresi, Fırat Vadisi yosun mu tuttu, engel mi sıla yolunda geçmeye? Umursama, kırlara bak; masmavi gök kubbenin sardığı yemyeşil kırlara…
*
Kaşan
Zerraki Ziyareti’ne çıkarsın eylersin seyran
Bir yanında Arguvan, bir yanında Şığmiran
Gözlerin der ki işte Ğallan, Dallusan, Kaşan
Bilirsin ki hepsine ruh vermiş kadim Zırkan…(rd).
*
Yenik mi düştün duygu yüklü anılarına? Sakın tasalanma, güzellik içeren çocukluk, gençlik yıllarını hatırla. Çıplak, bazen çarıkla arşınladığın yeşiller giymiş bozkırı mı özledin? Üzülme ve hiç umutlanma, viraneye döndü şimdi oralar!..
*
Zırkı Dağı
Şafak söker uzaktaki Sarıçiçek Dağından
Kuzular ve koyunlar gider otlağa ağıldan
Çilenin mekânı Zırkı Dağını özlersin tabii ki
Sesin duyulur faninin gurbet illerinden…(rd).
*
Vefasızlıklar tavan yapmış o büyüdüğün yerlerde!.. Sıkma canını, yüreğindeki o engin sevgiyi hisset! Ruhlara çöken karanlık seni korkutmasın. Dağarcığındaki bilgi ışığı onları da aydınlatır. Çaresiz kaldıysan eğer, ona da aldırma çünkü çare yine sensin.
*
(Yazı devam edecek.)