İYİ NİYETLERLE BAŞLAYAN BERABERLİK BİTMİŞTİ
Kamu da 30 yıl çalıştıktan sonra emekliye ayrıldığımda kendimi daha en verimli çağımda hissediyordum. Bu nedenle emekli olur olmaz büyük bir sitenin yönetim kurulu üyesi ve müdürlük görevini üstlendim. Sitede; temizlik, güvenlik ve bahçıvan görevlileri çalıştırıyorduk ve onların tüm kontrolleri bendeydi. Site yeni oturuma açılmıştı ve her yeni taşınan öncelikle gelip beni buluyor ve sorunlarına çözüm bulmamı istiyordu. Gündüz bu işlerle uğraşırken hemen her akşam da Yönetim Kurulu toplantılarına katılıp günlük sorunları diğer arkadaşlara aktarmaya çalışıyordum. İki yıldan fazla süren bu görev sırasında evime ve çocuklarıma vakit ayıramadığımı fark ederek bu görevden ayrılmaya karar verdim. Ayrılır ayrılmaz evimin ve çocuklarımın sorunlarıyla meşgul olmanın yanı sıra, köyde tek başına yaşayan annemin ihtiyaçlarını temin etmek üzere yılda birkaç kez köy ile Ankara arasında gidip gelmek zorunda kalıyordum. Ayrıca okul arkadaşlarımızın yılda iki kez düzenledikleri kamplara da katılarak geçmiş yıllarımızın anılarını tazeliyorduk. Günlerimin çoğunu bu faaliyetlerle geçirmeme rağmen bir süre sonra kendimi boşlukta hissetmeye başladım. Sürekli kitap okuyor, yazılar yazıyordum; buna rağmen yeni arayışlar peşindeydim.
Bir gün site içerisinde dolaşırken aynı dönemde emekli olduğumuz bir komşumuzun emekli olduktan sonra eşiyle birlikte site de açtıkları konfeksiyon mağazasına uğradım. Görünürde müşterileri yoktu, oturup birer çay içtik ve oradan buradan sohbet ettik. Söz sırasında karı-koca, site de tanıdıklarımın çok olduğunu iş yeri arayışında olan birilerini bulmam halinde mağazayı satacaklarını söylediler. Gerekçelerini sorduğumda yeni yerleşime açılan bir semtte ev aldıklarını, şimdi oturdukları evi de satarak oraya taşınacaklarını söylediler. Kendilerine, saygın komşularımızdan ayrılacağım için üzgün olduğumu söyleyerek ayrıldım oradan.
Oturduğumuz apartmanda kapı komşum Celal bey ve ailesiyle ilk taşıdıkları gün tanışmış, kısa sürede iki aile arasında samimi bir ortam oluşmuştu. Celal bey, Tatvan da Deniz Yollarında elektrikçi olarak yıllarca çalışarak emekli olmuştu. Tatvan da eşinin üzerine açtığı dükkanda buzdolabı, çamaşır ve bulaşık makineleri ve elektronik eşyalarının tamiri; elektrik, su ve kalorifer tesisatlarının döşenmesi işlerini mesai dışında yaptığını söylüyordu. Emekli olduktan sonra samimi olduğu bir arkadaşının ortaklık teklifini kabul ederek Ankara’ya gelmiş, emekli ikramiyesi ve birikimlerini yatırarak LPG taşıma işine girmişti. Ankara’da gelip benim karşı dairemi kiralamıştı. Evini tuttuktan kısa süre sonra Tatvan’a giderek ailesini toplayıp getirirken yola aniden atlayan bir korucuya çarparak ilk darbeyi almış ve korucunun kan parası karşılığında Tatvan’da üzerine kayıtlı bahçe ve tarlaları karşı tarafa vermek zorunda kalmıştı. Ailesiyle gelip Ankara’ya yerleştiği günlerde tanışıp görüştük ve giderek dost olduk. Ortaklık işini kurduktan yaklaşık bir yıl sonra LPG tankı taşıyan tırlarından biri kaza yapınca, LPG tankı parçalanmış ve bir şok daha yaşamak zorunda kalmıştı. LPG tankı parçalanmıştı ama onu çeken tır küçük hasarlarla kurtarılmıştı. Bir yıl sonra kış aylarının karlı bir gününde LPG tankı taşıyan ikinci tır, Erzurum’a giderken buzlu yolda yokuşu tırmanmayarak geriye doğru kaymaya başlamış kaymayı durduramayacağını anlayan sürüca LPG tankını araçtan ayırmış, boşta kalan tank yoldan çıkarak infilak edince sermayelerini yitirerek iflas etmişlerdi. Şimdi elinde bir emekli maaşı ve sitede bulabildiği elektrik, su ve kalorifer işlerine koşturup duruyordu.
Bir akşam oturmasına geldiklerinde çaylarımızı içerken sohbet sırasında:
“Abi memlekete Van gölünün hemen kenarında güzel bir evimiz, bahçemiz, herkesin çok iyi bildiği bir iş yerimiz vardı. Yıllardır batıda iş yapan bir hayli varlıklı bir hemşerimize uydum ortak bir taşıma şirketi kurduk. Fakat işlerimiz hep ters gitti, bitip tükendim,” diyince ben kendisine:
“Celal bey, sitemizdeki konfeksiyon mağazası satılıyor; yeri çok iyi, sende de her türlü işi yapma kapasitesi var neden orayı almıyorsun?” O içini çekerek,
“Abi bende orayı alacak güç mü kaldı?”
“O zaman gel ortak alıp, ortak bir iş kuralım” dedim. O düşündü, ne söyleyeceğini bilemedi. O ara benim hanım söze girerek,
“Benim emekli ikramiyem duruyor, iş yapabilecekseniz gidip pazarlık yapıp alın”
“Olur yarın gidip bakalım, anlaşabilirsek alırız.”
Ertesi gün evden birlikte çıktık, mağazaya doğru giderken yolda Ata beyle karşılaştık. Ata bey de Ankara’da liseyi bitirdikten sonra Almanya’ya işçi olarak gitmiş, yıllarca orada çalıştıktan sonra yurda dönmüş, sitede ev almış bir arkadaşımızdı. Onunla siteye taşındığımız ilk yıl tanışmış, arkadaşlığımız dostluğa dönüşmüştü. Birlikte yürümeye başladık, ben:
“Konfeksiyon mağazası satılıkmış bakmaya gidiyoruz, anlaşabilirsek alıp ortak bir iş kurmayı düşünüyoruz” dedim. Ata bey:
“Kabul ederseniz ben de bu işe varım... birlikte kuvvet doğar.” El sıkıştık ve mağazaya yöneldik ve mağazadan içeriye girer girmez:
“Dün size uğradığımda mağazayı satacağınızı söylediniz, halen satmakta karalı mısınız?”
“Evet satacağız, yoksa müşteri mi buldunuz?”
“Fiyatta anlaşabilirsek biz almak istiyoruz.”
“Sizinle anlaşabilirsek hava parası talebinde bulunmayacağız, mağazadaki giysileri aldığımız yere iade edeceğiz, mağazada bulunan masa ve dolaplar işinize yararsa kalsın yaramaz ise atın. Bu koşullarda fiyatta da anlaşacağımızı sanıyoruz.”
Verilen fiyat uygundu, bir gün sonra tapu dairesine giderek mağazanın tapusunu aldık. Mağazayı aldığımız takdirde yapacağımız işi öncenden planlamıştık: inşaat, taahhüt ve emlak işleri yapacaktık. Bir muhasebeci ile anlaşarak “LİMAN TİCARET” olarak kuruluşumuzu yaptık. Büromuz bir hayli büyüktü, ayrıca tuvalet ve banyo ile kocaman bir mutfağı vardı. Site yapımına başlanırken havuz ve sosyal donatımlar için ayrılan ve sonra ağaçlandırılarak parka dönüştürülen parka bakıyordu. Fakat burada duvarlar boyunca ve ara yerlere yerleştirilmiş dolapların hiçbiri işimize yaramayacaktı. Acilen bir müşteri bularak gayet uygun bir fiyata dolapları satarak büroya koltuk ve sandalyeler aldık. Açılışı yaptığımızda benim geçmişte site yönetiminde çalışmam dolayısıyla duyan herkes büroyu ziyarete geldiler. Artık aktif olarak iş yerimizi açmıştık.
İşe koyulduğumuzda iş verenler, bizden ev kiralayan veya satın alanlar dostlarımızdı, arkadaşlarımız veya meslektaşlarımızdı, bu nedenle onları incitmeyecek fiyatlarla iş yapıyorduk. Kısa sürede birkaç kiralık, satılık emlak, onarım işi ve çatı yenileme işi aldık. Bu arada bir apartman yöneticisi bize üç buçuk milyar liraya(1) yaptırdığı iş sonrasında tüm ısrarlarımıza rağmen fatura istemediğini, getirdiği apartman gider makbuzunu onaylamamızı isteyince kıramadık. Fakat bu iyi niyetimizin bedelini ağır ödemek zorunda kaldık. Maliye tarafından tüm yaptığımız işlere ve muhasebe kayıtlarımıza el kondu. Maliye da görüştüğümüz kişilerle uzlaşma isteyince kabul ettiler gidip durumumuzu izah etmeye çalıştık. Müdür bir süre bizi dinledikten sonra;
“Siz devlet memurluğundan mı emekli oldunuz?” diye sordu. Bizden onay alınca gülerek:
“Belli oluyor. Kardeşim imza atıp gönderseydiniz ve bu imza bize ait değil deseydiniz biz bu imzanın size ait olup olmadığını ispat edemezdik, fakat siz imzalamış ve gider makbuzuna kaşenizi basmışsınız. Bu durumda KDV dahil birçok vergileri kaçırmış durumdasınız. Sadece durum bununla sınırlı değil...” ben araya girerek,
“Müdür bey bu bizim suçumuz değil, iş yaptığımız kişiye faturasız iş yapmadığımızı defalarca söyledik fakat o gider makbuzunu imzalamazsak parayı vermeyeceğini söylerdi. Mecbur kaldık.” Müdür çaresizliğimizi anlamıştı.
“Sizin durumunuzu anlıyorum, yapabileceğimiz en uygun cezayı kesmek zorundayız.”
Cüzi bir karla yaptığımız iş bize pahalıya mal olmuştu. On iki milyar(1) lira ceza verilmiş, verilen cezanın aylık olarak iki milyar liralık taksitlerle ödemesine karar verilmişti. Cezamızı belirlenen şartlarla ödedik ve faaliyet gösterdiğimiz yıllar içerisinde bunun dışında bir olumsuzlukla karşılaşmadık. İşimizi yapıyorduk ve her gün büromuz dost ve arkadaşlarımızla dolup taşıyordu, gelen misafirlerimizi memnun edebilmek için sürekli çay ve kahve servisimiz vardı. Büroya gelenlerin çoğu emekli insanlardı, bunların arasında iki de emekli savcı bulunuyordu. Nejat bey, Yargıtay beşinci daire başkanlığından emekli olmuştu ve yasal işlerimizde bir hayli yardımları oluyordu. Kemal bey ise çeşitli illerde başsavcılık yaptıktan sonra emekli olmuştu ve bizim bitişik blokta oturuyordu. Bu iki savcımız hukuksal konularda görüşlerinin yanı sıra yaşadıkları ilginç olayları da anlatarak büromuza renk katıyorlardı. Kemal bey bir hayli yaşlıydı, konuşurken hata yapmamak için daha özenli davranıyordu. Birkaç yıl boyunca aksatmadan uğradı büromuza, son gelişinde unutamadığı bir anısını anlatırken onu can kulağıyla dinliyorduk:
“Benim ilk görev yerim Van, Van’da kısa sürede üst düzey devlet Erk aniyle güzel ilişkiler kurduk. Bunların çoğu evli olmalarına rağmen akşamları kulüpte bir araya gelerek yemek yiyor, birkaç kadeh içki içerek vakit geçiriyorduk. Bir akşam yemeği sırasında içtiğimiz içkilerin de etkisiyle giderek muhabet kahkahalara dönüştü. Bir ara arkadaşlardan bir bana ‘Sayın savcım ufukta evlilik gözükmüyor mu?’ diye sorduğunda ben de memlekete dönmeden düşünmediğimi söyledim. O da ‘Sana bir kız bulalım giderken bırakır gidersin’ dediğinde şaşırdım ve bu nasıl olacak diye sordum. O: ‘Sen Mut’a(2) evliliğini duymadın mı? Buraya bekar olarak tayin olan arkadaşların çoğu bu yolu izliyor. Kızın biriyle Mut’a evliliği yapıyorsun giderken kızın avucuna birkaç kuruş bırakıp gidiyorsun.’ Şaşırmıştım, böyle şey olurmu diye tartışırken arkadaşlardan biri ‘seninki geldi’ diyerek kapıyı gösterdi. O yöne döndüğümde orta yaşlı birinin elinden tuttuğu on beş, on altı yaşlarında bir kızcağız bize bakıp tir tir titreyip duruyordu...” Celal bey, Kemal beyin sözünü keserek,
“Savcım bizim o bölgede Mut’a evliliği yok, yanılmış olmayasınız?”
“Hayır, olay Van da yaşandı ve ben kalkıp adama derhal kızını al git diye bağırdım.”
O gün Celal bey ile Kemal bey arasında süren tartışma sonuçlanmadan Kemal bey kalkarak evine doğru yollandı. Yaklaşık yarım saat sonra hemen karşımızdaki parkta bazı insanların toplandıklarını görünce merak edip pencereden ne olduğunu sorduğumuzda Kemal beyin bizim bürodan ayrıldıktan sonra parkta bizden yüz metre ötede oturduğu bankta kalp krizi geçirerek vefat ettiğini duyduğumuzda inanamadık. Fakat vefat etmişti, ambülans isteyerek hastaneye sevk ettik, bir gün sonra da son yolculuğuna uğurladık.
Sonra ne oldu diye soracak olursanız; ben, Anamur da yapımı devam eden kooperatifin yönetimine mecburiyetten girmek zorunda bırakıldım. Kooperatif yönetimine girince sürekli Anamur’a gidip orada haftalarca kalmak zorunda kaldım. Benim yokluğumdan istifade eden ortaklardan biri elimizdeki kiralık ve satılık evleri bir başka alana taşıdı, diğer ortak ise dışardaki işlere odaklanarak kendi adına çalışmaya başladı. Ben işin farkına vardığımda biz işi kurarken “birlikte güç doğar” diyen ortak ayrılarak evleri taşıdığı kişinin yanına gitmişti. İkinci ortak dışarıda aldığı işlere koşturuyordu ve büroda kimse yoktu. Ben bürodaki işleri ve emlak işlerini takip etmesi için büroya bir bayan alarak işe başlattım. Fakat bu durumdan memnur olmayan ortak ben Anamur'da bulunduğum sırada bayanın işine son vermişti. Döndüğümde oturup konuştuk ve şirketi tasfiye etmek istediğimi söyledim. Ortak ise dışarıda birkaç iş aldığını, iş aldığı kişilere bu şirket üzerinden fatura kesmek zorunda olduğunu söyleyerek büroya ihtiyacının olduğunu belirtince kendisini kıramadım.
Üç ortakla kurulan şirket tek ortak tarafından iki yıl daha kullanıldı, bu süre zarfında oluşan muhasebe ve vergiler onun tarafından ödendi. İki yıl sonra bana telefon ederek: “Abi büroya müşteri buldum, gelebilirsen şirketi tasfiye edelim ve büroyu satalım” dediğinde Anamur’dan dönerek şirketi tasfiye ettik ve büromuzu sattık. İş yaşamımızı sonlandırdık.
İyi niyetlerle başlayan beraberlik şirketin en verimli çağında bazı kaprisler ve menfaatler sonucu dağılmıştı. Bu dağılma sürecinde küçük kırgınlıklar yaşansa da birbirimize karşı saygınlığımızı yitirmedik. Yıllarca birlikte iyi ve kötü günlere direndiğimiz gibi iş yaşamımızdan sonra da aramızdaki samimiyeti sürdürmeye devam ettik.
-
(1) Üç buçuk milyarlık fatura ve Maliyeye ödenen on iki milyar lira: Liradan altı sıfır atılmadan önceki döneme ait işlem.
(2) Mut’a evliliği: Nisa Suresinin 24. ayetine göre yapılan evlik türü. 24. ayetin meali: Sahip olduğunuz cariyeler müstesna, evli kadınları nikahlanmanız da size haram kılınmıştır. İşte bütün bunlar, Allah'ın sizin için belirlediği hükümlerdir. Bu sayılanların dışındaki kadınları, iffetli yaşamak, zina etmemek ve mahirlerini ödemek şartıyla nikahlamanız size helaldir.