Bugun...


YAZAR : ALİ OĞUZ

facebook-paylas
KAÇAKÇI
Tarih: 21-05-2025 14:34:00 Güncelleme: 21-05-2025 14:34:00


 

KAÇAKÇI

Mehmet, Fakir bir ailenin çocuğu olarak bugün baraj gölü suları altında kalan Aşağı Mişelli köyünde dünyaya geldi. Daha üç yaşındayken babası vefat etti, Ayşe annesiyle birlikte oturdukları damda kala kaldılar. Köyün toprakları verimliydi ama onların yeterli toprakları yoktu. Annesi oğlunu büyütmek için yıllarca ekin ekenlerin yardımına giderek evine ve çocuğuna ekmek getirmeye çalıştı. Doğduğu köy bugün Keban baraj gölü altında kalan, Murat nehri ile Karasu nehrinin birleştiği ve Fırat ismini aldığı alandaki bir ovadaydı. Yüzyıllar boyunca Murat nehriyle Karasu nehrinin taşıdığı tortu birikimiyle oluşmuştu bu ova. Ovadaki alüvyonlu topraklar verimliydi, ekilen buğday ve arpa azami verimle ekiciye dönüyordu. Mehmet dokuz, on yaşlarına geldiğinde komşuların kuzu ve gıdiklerini karın tokluğuna götürüp otlatıp getirmeye başladı. Birkaç yıl sonra da köyün küçükbaş hayvanlarının çobanlığını üstlendi. Sonraki yıllarda ise sürü sahiplerinden hayvan sayısı oranında bir hakkediş karşılığında komşu köylerin çobanlığını alarak çobanlık yaptığı köylerde yatıp kalkarak büyüdü. Askerliğini yapıp döndükten sonra farklı işlerde çalışarak annesiyle birlikte geçinmeye çalıştılar. Yaşam bu koşullarda sürüp giderken Birgün annesi:

“Oğlum artık evlenme zamanın geldi, köyde kızın birini isteyip evlendirelim” dedi.

Mehmet biraz düşündükten sonra:

“Anne biz bize yetmiyoruz, el alemin kızını nasıl geçindiririz?” dediyse de annesi:

“Oğlum iki kişi için pişen üçüncü boğazı da besler, sen yeter ki he de!”

Mehmet annesini kırmayarak:

“Sen bilirsin anne,” deyip çıktı evden...

Oğlundan olur alan Ayşe, köyde evlenme yaşında olan kızları hafızasında sıralandırmaya çalışarak olur alabileceği ailelere gitmeye karar verdi.

Mehmet güçlü delikanlıydı, köyünde ve çevre köylerde bileğini bükecek bir babayiğit yoktu. Buna rağmen annesi Ayşe her çaldığı kapıda boş dönüyordu. Kız babaları Mehmet’tin malının ve mülkünün olmadığını söyleyerek kapıları kapattılar onun yüzüne. Köydeki kızlardan umudunu kesen Ayşe, Murat nehrinin karşı tarafında bulunan köylere giderek oğluna uygun bir gelin bulmaya çalıştı. Nihayetinde köyün birinde anne ve babaları vefat eden iki kız kardeşin büyüğünü oğluna istemeye karar verdi. Kızın akrabalaryla görüşerek söz alıp döndü köyüne... hemen hazırlıklar yapılarak evlendirdi oğlunu Ayşe.

Mehmet evlendikten sonra da bulabildiği günübirlik işlerde çalışarak ailesini geçindirmek için çabalayıp durdu. Evlendikten bir yıl sonra bir oğlu olunca sık sık Keban’a giderek daimi çalışacağı bir iş bulmaya çalıştı. Daimi is buluncaya kadar bulduğu günübirlik işlerde çalıştı. İş bulmadığı günlerde elindeki imkanlarla köye dönerken evinin ihtiyaçlarını temin edip dönüyordu. Mehmet’tin sigaradan başka kötü alışkanlıkları yoktu. Belirli günlerde köye gelen kaçakçılardan aldığı bir miktar tütünü ve tütünü sarmak için sigara kağıdını tabakasına doldurarak belirli aralıklarla sarıp içiyordu.

1957 yılının temmuz ayıydı; Keban’da yine iş bulamamıştı, kahvede oturmaktansa eve dönmeye karar verdi. Tanıdık bakkallardan borç yazdırarak ev ihtiyaçlarını alıp heybesine doldurdu ve heybesini omuzuna atarak yaya düştü yola... Köyle Keban arası yaklaşık yirmi kilometreydi. Yarım saatlik bir yolculuktan sonra Keban ile köyü arasında bulunan Bostanlı deresinden dik bir yokuşu kan ter içinde tırmanıp tepeye ulaştığı sırada Keban’a doğru giden iki jandarma eri ile karşılaştı. Merhabalaştılar, jandarmalardan biri “Dayı sigaran var mı?” diye sordu. Mehmet cebinden tütün tabakasını çıkarıp uzattı: “Buyur yeğen” dedi. Tabakayı alan jandarma bir sigara sardı ve yaktı, tabakayı iade etmeyerek cebine koydu. Mehmet tabakasını istemek için elini uzattığında tabakayı cebine koyan jandarma,

“Düş önüme Keban’a gidiyoruz!” dedi.

Mehmet şaşırmış bir halde:

“Yeğenim ben Keban’dan geliyorum, bu yokuşu sırtımdaki yükle çıkıncaya kadar anamdan emdiğim süt burnumdan geldi, tabaka sende kalsın bırak gideyim yoluma!”

Mehmet jandarmadan yol isterken o, bağırarak tüfeğin dipçiğini dayadı göğsüne,

“Senin kullandığın tütün kaçak düş önüme gidiyoruz!”

Mehmet yalvardı, yakardı,

“Evde çocuklar beni bekliyor, yapma bırak gideyim!” Mehmet yalvardıkça jandarmanın sesi daha da sertleşti. Bir ara yanındaki diğer jandarma:

“Adam kan ter içinde bırakalım gitsin!” dediyse de söz dinletemedi. Jandarmalar Mehmet'i önlerine katarak getirip Hükümet konağının alt katında bir odaya kapattılar.

O yıllarda Tekel paketler içerisinde tütün sattığı halde, köylerin çoğunda kaçak Bitlis tütünü kullanılıyordu. Hemen her erkeğin cebinde tütün tabakası bulunur, tabakaya doldurdukları kaçak tütün ve tütünle birlikte aldıkları tütün kâğıdı bulunurdu. Kaçak tütün satıcıları bir köye yaklaştıklarında adamlarından birini köye göndererek jandarma olup olmadığını sorgulatır, eğer tehlike yoksa köye girerek tütünlerini satarlardı. Kaçakçının başına toplanan erkekler maddi durumlarına göre aylık, altı aylık tütünlerini alarak sigara sorununu çözmeye çalışırlardı. Köylerin birçoğunun il ve ilçeye araç yolu yoktu, köylüler ilçeye, Jandarma da köylere yaya gitmek zorunda kalıyordu. Bir ihpar yapılsa dahi jandarmanın köye gelmesi saatler aldığından kaçakçılar rahatlıkla tütünlerini satarak köyü terk ederlerdi.

Mehmet zar zor tırmandığı yokuştan çaresizce jandarmaların önüne düşerek götürüldü Keban’a. Hükümet konağının en alt bölümde bulunan odaya atıldı. Bir iki gün yerlerde yattı, hemen çıkamayacağını anladığında görevlilerden biriyle tanıdık birine haber göndererek “Ben hapse düştüm, annem bana yatacak bir şilte getirsin” diye haber gönderdi. Annesi haberi alır almaz komşulardan aldığı eşeğe yükleyerek oğluna bir şilte yatak getirdi ve oğlunun başına gelenlerden dolayı ağlayıp neden hapse düştüğünü öğrenip döndü köye. Mehmet, sıcaktan bunalmış gariban jandarma erine iyilik yapayım diye ikram ettiği bir tabaka tütün yüzünden içeriye atılmıştı ve her gün görevlilere soruyordu:

“Ne zaman çıkacağım?” Görevlilerin de kimi:

“Daha çok yatırsın” derken kim de:

“Bizim elimizden bir şey gelmez. Mahkeme karar verecek” diyordu. Mehmet dayanamayarak bir gün gelen görevliye sordu:

“Mahkemeye ne zaman çıkacağım?” Görevli:

“Hakim yok, bugün yarın gelir diye bekliyoruz.”

Hâkim beklerken hapse gireli bir ayı geride bırakmıştı. Nihayet bir gün görevli erlerden biri:

“Dayı hâkim geldi, yarın mahkemeye çıkacaksın hazır ol,” diye haber bıraktı gitti. Görevlinin söylediği gibi, bir gün sonra alıp mahkemeye götürdülür. Mahkeme hapis yattığı hükümet konağının hemen üstündeydi. İçeriye iki jandarma erinin eşliğinde elleri kelepçeli çıkarıldı. Odaya girdiğinde ellerindeki kelepçeler çıkarıldı. Mehmet şaşkın halde odadakileri gözden geçirdi. Onu odaya getiren jandarmalardan başka masa başında genç biri, onun karşısında da genç bir subay sandalyesini duvara dayamış oturuyordu. Masanın başında oturan genç önündeki suçlamalara göz attıktan sonra kızgın bir ses tonuyla sordu:

“Sen bu işi ne zamandan beri yapıyorsun?” Mehmet yüzünden terler akar halde şaşkın şaşkın masanın başında oturan genç adama baktı ve:

“Hangi işi?”

“Kaçakçılık?” Mehmet şaşkın bir halde ne söyleyeceğini bilemeden:

“Ben kaçakçı değilim,” diyebildi.

“Kaçakçılık yaparken yakalanmışsın, bu işi nasıl yapıyordun anlat bakayım!”

Mehmet bir süre Hakim’in yüzüne baktıktan sonra:

“Ben Kaban’dan aldığım öteberiyle köye yaya dönerken Bostanlı yokuşunu tırmandım, tam bizim köyle Karkit köyü yolunun kesiştiği yere vardığımda karşıdan iki jandarma ile karşılaştım. Biri bana: ‘Dayı sigaran var mı?’ diye sorunca çıkarıp tütün tabakamı uzattım. Jandarma sigarasını sardı yaktı, tabakayı cebine koydu. Ben de tabakamı istedim, tütün tabakamı alıp cebine koyan jandarma: ‘Bu tütün kaçak’ diyerek dipçiği dayadı göğsüme. Jandarmaya yalvardım: ‘Evde çoluk çocuk beni bekler, tütün tabakam sende kalsın bırak gideyim’ dedim, ama onlar alıp getirdiler attılar içeriye. Bir ayı geçkin zamandır yatıyorum burada, çocuklarım köyde perişan! Ben kaçakçı değilim, bana inanmıyorsanız çıkın köyleri dolaşın hakim bey... herkes aynı tütünden içiyor.”

“Neden devletin ürettiği tütünü içmiyorsunuz da kaçak tütün alıyorsunuz?

”Her zaman şehre yolumuz düşmüyor, şehre geldiğimizde de uzun süre yetecek tütün alacak paramız olmuyor. Ayrıca Devletin tütünü pahalı, ikide bir de zam geliyor, paramız olmasa da tütün getirenlerden yeteri kadar tütün alabiliyoruz Hakim bey.”

“Bu tütünü nereden aldın?”

“Köye belirli aralıklarla kaçak tütün satanlar gelir, herkes kendi imkanına göre birkaç aylık tütününü alır, tütünü getirenler parası olmayanların borçlarını deftere yazar ve bir sonraki gelişinde yine tütününü satar alacağını alır gider. Sadece bizim köyde değil, çevremizdeki köyler de aynı tütünden alırlar. Kimin evine gitseniz evinde yarım kilo, bir kilo tütün bulusunuz. O adamlar rahat rahat gezerken ben, bir tabaka tütün için hapsedildim!”

Genç hakim ne karar vereceğine karar vermek için uzun süre Mehmet'in yüzüne bakıp durdu, sonunda:

“Sen bu tabakadaki tütün için mi bu kadar süredir yatıyorsun?”

“Evet hakim bey...” Masa başındaki genç adam önündeki tabakayı açtı, içindeki tütünü karıştırdı ve kokladı. Ardından karşısında oturan subaya da aynı soruyu yöneltti.

“Komutan siz bu vatandaşı bu tabaka tütün için mi alıp getirdiniz? Yaptığınız işin hatalı olduğunu bile bile bu vatandaşı işinden ve çocuklarından koparmışsınız.” Subay oturduğu yerde kımıldamadan:

“Kaçak sigara kullanıyorsa, bir tabaka ile bir çuval fark etmez. Kaçakçılar hakkında aynı işlem yapılır. İlçede hâkim olsaydı daha önce mahkemeye çıkaracaktık, kararı mahkeme verecekti. Hakim olmayınca dosyayı bekletmek zorunda kaldık.”

“Komutan, şimdi köylerde iş güç zamanı siz bu vatandaşı bir ayı aşkın süre burada tutunca köydeki işleri aksadı, çoluk çocuğuna götüreceği erzakı çürüdü. Vatandaş kaçakçılar belirli aralıklarla köye gelir biz tütünümüzü alırız, köyde herkes aynı tütünden içer diyor. Bir tabaka tütünle mi kaçakçılığı önleyeceksiniz?”

Önündeki tütün tabakasını alarak kapatıp Mehmet'e uzattı:

“Kim seni getirdiyse işgüzarlık yapmış, getirenlerin başındaki komutan da hatalı karar vermiş al tabakanı hemen çık git evine...”

Mehmet oradan çıkınca hapis yattığı odaya gidip annesinin getirdiği şilte yatağı ve heybesinde sağlam kalan erzakları kaptığı gibi yaya düştü yola. Yol boyunca ve köye vardıktan sonra da her ortamda,

“O ite acıdım, iyilik yaptım; ama o beni el aleme rezil etti! Ulan hayvan oğlu hayvan köye git de sor, kaçak tütün içmeyen var mı?” deyip hapiste yattığı her geçen günü için ona ana avrat sövdüğünü söyleyip durdu.

 



Bu yazı 413 defa okunmuştur.

FACEBOOK YORUM
Yorum

YAZARIN DİĞER YAZILARI

YAZARLAR
ÇOK OKUNAN HABERLER
  • BUGÜN
  • BU HAFTA
  • BU AY
3706 Okunma
3358 Okunma
3202 Okunma
1567 Okunma
1144 Okunma
718 Okunma
640 Okunma
609 Okunma
570 Okunma
544 Okunma
508 Okunma
502 Okunma
484 Okunma
472 Okunma
470 Okunma
378 Okunma
377 Okunma
364 Okunma
341 Okunma
337 Okunma
336 Okunma
309 Okunma
295 Okunma
291 Okunma
4404 Okunma
4275 Okunma
3986 Okunma
3706 Okunma
3485 Okunma
3358 Okunma
3335 Okunma
3313 Okunma
3299 Okunma
3202 Okunma
3163 Okunma
3108 Okunma
2087 Okunma
1965 Okunma
1904 Okunma
1781 Okunma
1733 Okunma
1605 Okunma
1567 Okunma
1269 Okunma
1167 Okunma
1144 Okunma
1109 Okunma
1056 Okunma
SON YORUMLANANLAR
HABER ARŞİVİ

Web sitemize nasıl ulaştınız?


HABER ARA
YUKARI