Bugun...


YAZAR : ALİ OĞUZ

facebook-paylas
“EL ALEMLERE ÇALIŞTIK”
Tarih: 24-06-2025 12:16:00 Güncelleme: 24-06-2025 12:16:00


“EL ALEMLERE ÇALIŞTIK”

Yaşanmış gerçek bir hikaye...

Geçmişte Obe Gaze ve Obe Kacaran(1) olarak iki mahalleden oluşan köy, Taş mahalle çeşmesinin sağında ve solunda bulunan dağların yamaçlarında kurulmuştu. Tehcirden sonra ailelerin çoğu ovaya taşınınca eski köy evleri birer birer boşaltılıp yıkılmıştı. Ovaya taşınamayan on beş hane Obe Gaze’nin yamaçlarında yaptırdıkları damlarda yaşamlarını sürdürmeye çalıştılar. Bu aileler dağın yamaçlarına gelip yerleşmelerine rağmen arazi sert kayalardan oluştuğundan yaptırdıkları evlerinin en az bir bölümünü kayalara yaslayarak oturacak damlarını inşa etmişlerdi. Bu yerleşimden sonra köy birbirinden bağımsız üç mahalleye dönüşmüştü. ovaya taşınanlar: Aşağı mahalle ve Yukarı mahalleyi, kalanlar Taş mahalleyi oluşturdular.

Köyde her aile tarım ve hayvancılıkla uğraşıyordu. Köylülerin çoğu ovadaki Aşağı ve Yukarı mahallelerdeki Fılla(2) ev ve arazilerine taşımalarına rağmen yaşam koşulları değişmemişti. Onların da bir çoğu yıl boyu gece gündüz çalışıp didinmelerine rağmen geçim sıkıntısı çekiyorlardı.

Bizim evimiz Taş mahalledeydi. Bu mahallede oturan on beş hane arasında iyi komşuluk ilişkileri oluşmuştu. Herkes gece gündüz koşuşturup durmasına rağmen ailelerin çoğu fakirdi ve kıt kanaat geçinmeye çalışıyorlardı. Bu gün telefonla köyden görüştüğüm bir arkaşım ile sohbet ederken geçmiş anılara dalıp gittim. O yıllarda mahalle komşularımızdan biri olan Mustafa dayının zor koşullarda ektiği bir bostan anısına takılıp kaldım.

Mustafa dayının dedesi Mustafa vefat ettiğinde geride biri erkek olmak üzere altı çocuk bırakmıştı. Karısı Gule, karasabanla çift sürerek çocuklarını geçindirmeye çalıştı. Çocuklar büyüyüp birer birer evlendiler. Kızlar evlenince babadan kalan araziler evin tek oğlu İsmail’e kaldı. İsmail, askerde savaş alanında bir kolunu kaybederek döndü memleketine. Evlendi, peş peşe üçü erkek, ikisi kız olmak üzere doğan çocuklarını büyütmek için çabalayıp durdu. Soyadı kanunu çıktığında kendisine Çolak soyadı verildi. Babadan kalan arazileri kıraç tarlalardı, bu nedenle sürekli geçim sıkıntısı içinde bir yaşam sürdü. Çocuklarını büyütüp evlendirdikten sonra vefat ettiğinde, o yıllarda kız çocukları babalarından mal almadıklarından arazileri üç erkek çocuk arasında bölüşüldü. Erkek çocukların büyüğü olan Mustafa elindekilerle kıt kanaat geçinmeye çalışırken diğer iki kardeş, arazilerini ekip biçmenin yanında kendilerine başka alanlarda iş imkanları yaratmaya çalıştılar.

Mustafa’ya geçmişte zar zor geçindikleri atadan kalan arazilerin üçte bir bölümü kalmıştı; evlendikten sonra peş peşe doğan çocuklarının geçimini sağlayabilmek için kendi arazilerinin dışında komşuların veya köylülerin ekilmeyen arazilerini de bir süre ekerek ailesini geçindirmeye çalıştı. O yıllarda alınan yol vergisi tüm erkeklerin en büyük sıkıntısıydı, köylülerin çoğunda bu vergiyi ödeyecek para bulunmadığından götürülüp günlerce yol yapımında çalıştırılıyorlardı. Altı çocuğu olan erkekler yol vergisine tabi tutulmadıklarından evli erkeklerin çoğu altı çocuk sahibi olmaya çalışıyorlardı. Mustafa da yol vergisinden kurtulmak için altı çocuk sahibi olmuştu ama çocuklarını geçindirmekte bir hayli zorlanıyordu.

Mustafa, annemin dayısının oğluydu. Biz ona Mustafa dayı diye hitap ediyorduk. Aynı mahallede komşumuz olan Mustafa dayının eşi ve çocuklarıyla iç içe gibiydik, o yılllarda tüm komşular mutluluklarını da sıkıntılarına da bir arada yaşarlardı. Elbette birçok sıkıntıyı birlikte yaşadık, iyi kötü binlerce anımız oldu ama, onun hasta haliyle başkasının tarlasına ortak ektiği bostanının başkaları tarafından yağmalanışının hikayesi çok ilginç olduğu için siz sevgili okuyucularıma aktarmak istedim.

Köyde yaşıyorsanız ve bir geliriniz yoksa, üstüne üstlük ekip biçeceğiniz yeterli araziniz de yoksa o günün koşullarında ailenizi geçindirmek için çareler üretmek zorundasınız. Mustafa’da sekiz kişilik ailesini geçindirmek için: sınırlı sayıdaki arazilerini ekip biçiyor, komşuların ekilmeyen tarlalarını mal sahipleriyle anlaşarak ortak ekip biçiyordu; buna rağmen ailesini geçindirmekte, hayvanlarının yemini temin etmekte zorlanıyordu. Köyde iş imkanları kısıtlıydı; ev yaptıranlara yevmiye ile giderek küçük ücretlerle çalışıyor, hemen her yıl köylülerimizin ilkbahar ve sonbahar aylarında gittikleri Tunceli dağlarına ekip olarak gidip haftalarca çalışarak Gullik(3) toplayıp getirerek ailesine destek olmaya çalışıyordu. Bir işten diğerine koşuşturup dururken hastalanmıştı; o yıllarda doktor ve hastane pek bilinmediğinden kocakarı ilaçlarıyla tedavi olmaya çalışıyordu. O hasta haliyle ortak komşumuz Ali Dursun dayıyıyla anlaşarak Ğers/Xers(4) deresindeki tarlasına ortak bostan ekmeye karar verdi.

Ğers deresi köyden bir hayli uzaktaydı. Oraya gidebilmek için uzun bir yolu geçip, birkaç tepeye tırmanmak gerekiyordu. Dere bir vadiyi andırıyordu, tepeden yaklaşık 50 derece meyille aşağıya doğru indiğinizde dereye varıncaya kadar dut, badem ve ceviz ağaçlarından oluşan bir bahçe içinden geçerek derenin diğer yüzünde yine aynı oranda meyilli bir alan boydan boya tarlaydı. Mustafa derenin karşı yüzündeki tarlayı sürüp hazırladıktan sonra bu alana boydan boya karpuz ve kavun ekti. Bostan fideleri kısa sürede sürgün verince eşiyle birlikte çapaladı, bakımını yaptı ve ürün verecek duruma getirdi.

Mustafa’nın aylarca uğraşıp yetiştirmeye çalıştığı bostan tarlasındaki karpuz ve kavunlar nihayet olgunlaşmaya başlamıştı. Tarla, köyden uzak ve ıssız bir alanda bulunduğundan bin bir emekle yetiştirdiği ürünlerinin aşırılmaması için her gün çocuklarından birini veya ikisini sabah erkenden buraya göndererek bostanı korumaya çalışıyordu. Günlerden bir gün tarlaya gelerek gün boyu bostan tarlasındaki irileşip olgunlaşan karpuz ve kavunları teveklerinden(5) koparıp bir alanda topladı. Bu ürünler onun ve çocuklarının aylarca çalışıp döktükleri alın terinin eseriydi. Bostan tarlasında uğraşırken vaktin nasıl geçtiğinin farkına varmamıştı; güneş batmış, hava kararmak üzereydi. Eve gitmeden önce topladığı karpuz ve kavun yığınağına tekrar dönüp göz attıktan sonra evine doğru yollandı. Giderken de:

“Onları yarın gün doğmadan gelip eşeğime yükleyip Karşıgeçe köylerine(6) götürüp buğdayla değiş tokuş yapıp dönerim” diye söylendi.

Ertesi sabah gün ağarır ağarmaz eline bir lokma ekmek alarak eşeğine bindi, elindeki ekmeği yiyerek bostan tarlasının yolunu tuttu. Tarlaya vardığında gördüğü manzara karşısında hayal kırıklığına uğradı. Bir gün önceden topladığı karpuz ve kavunların yerlerinde yellerin estiğini görünce beyninden vurulmuşa döndü. Öfkelindi. Üzüntüden kahroldu. Bostan tarlasına girerek şaşkın şaşkın dolaşıp durdu. Delirmiş gibiydi; bir yandan bunu yapan veya yapanlara küfrediyor, bir yandan da “Hata benim, karpuz ve kavunları topladın da neden bostan tarlasını beklemedin?” diye öfkeyle söylenip duruyordu. Topladığı karpuz ve kavunları çalanlara, “Şerefsizler, alçaklar, namussuzlar... çoluk çocuğumun ekmeğine göz diken haydutlar...” diyerek küfürler ederken tarladaki ayak izlerinden bu namussuzluğu yapanları belirlemeye çalışıyordu.

Saatlerce bostan tarlasında dolaşıp durdu, küfürler etti ama karpuz ve kavunlarını kim veya kimlerin götürdüğünü belirleyemedi. Üzgün bir halde eve dönerken annemle birlikte yolda mahallenin çıkışındaki tepede karşılaştık. Annem onun perişan halini görünce hal hatır sordu o, dokunsanız ağlayacak bir haldeydi. Aylarca uğraşıp tam ürün alacakları dönemde birilerinin tarladaki ürünü iz bırakmadan toplayıp götürdüğünü söylüyordu. Annem bir yandan onu sakinleştirmeye çalışırken bir yandan da bunu yapanlara söylenip durdu. Bir süre sonra biz tarlamıza doğru giderken Mustafa da evine doğru yolumuza devam ettik.

Mustafa, sonraki günlerde daha dikkatli davranmaya, ürününün el alem tarafından heba edilmemesi için çok çaba harcadı. Gündüzleri çocukları, gecenin geç saatlerine kadar kendisi bostan tarlasını bekledi ama, ürününü dört dörtlük koruyamadı. Bostan tarlasını bekleyen çocuklar bir süre sonra oyuna dalıp gidince onları gözetleyenler karpuz ve kavunları aşırmaya, gecenin geç saatlerinde Mustafa eve döndükten sonra da asıl hırsızlar bostanı araklamaya başlıyorlardı.

Dolunayın çevreyi aydınlattığı bir gece tarlayı görecek bir tepeden tarlayı gözetirken oturduğu yerde dalıp gitmişti. Bir an toparlanarak bostan tarlasına baktığında, tarlanın içinde karpuz toplayan iki kişiyi fark edince tarlaya doğru koşmaya başladı. Tepeden bostan tarlasına doğru giderken tarladaki kişilerin bostana daha fazla zarar vermelerini engellemek için “Siz kimsiniz, utanıp sıkılmıyor musunuz?” diye bağırıyordu. Sesi duyanlar karpuz çuvallarını kaptığı gibi kaçarken, Mustafa tarlaya yetişmişti. Hırsızlardan biri karpuz koyduğu çuvalı tarlada bırakıp kaçarken ikincisi sırtladığı ağır çuvalla kaçamayacağını anlayınca kendini derenin kenarında bulunan böğürtlenlerin içine atarak saklanmaya çalışmıştı. Mustafa, kendini böğürtlenlerin içine atan kişiyi ay ışığında (........)’e(7) benzetti. O kişi saklandığı yerden çıkar diye böğütlenlerin çevresinde bir süre dolaştı, fakat o kişi Mustafa’yı gördüğü için orada harkeketsiz duruyordu. Mustafa bir an düşündü: “O, şimdi oradan çıksa ve kavgaya tutuşsak dayak yiyen ben olacağım. En iyisi defolup gitsin, olan olmuş burada durmamın bir anlamı yok, ben yavaşça buradan uzaklaşmalıyım” diye düşündü. Uzaklaşmadan ona: “Biliyorum, böğürtlenlerin içindesin. Şimdi böğürtlenlerin dikenleri her tarafını parçalayıp kanatmıştır, ben gidiyorum sen de defol git!” dedi. Yavaşça oradan ayrıldı, canı sıkkın bir halde evine doğru giderken tepeye tırmanıncaya kadar onun bögürtlenlerin içinden çıkıp çıkmadığını görmek için arkasına dönüp dönüp baktı ama orada bir hareketlilik yoktu. Böğürtlenlerin içindeki kişi muhtemelen Mustafa’nın eve gittiğinden emin olamamıştı. Mustafa, yol boyunca düşünüp durdu. “Bu hırsızlığı yapanlardan biri (......) ise diğeri kimdi? Bunlar benim halimi bildikleri halde sürekli bana bu kötülüğü neden yapıyorlardı?” diye söylendi fakat, sorduğu soruya cevap bulamıyordu.

Mustafa, eve vardığında yatağına uzandı ama bir türlü uyuyamadı. Sabah bir lokma ekmeğini yedikten sonra can sıkıntısıyla evin önünde bir süre dönüp dolaştı. Gördüğünü sandığı kişi kendisinden bir hayli gençti ve güçlü kuvvetliydi, taşı sıksa suyunu çıkaracak biriydi. Üfürdüğünde mangalda kül bırakmayan tiplerdendi.

Amaçsız dönüp dolaşırken birden kuşkuya düştü. Yanılmış, ay ışığında bir başkasını ona benzetmiş olabilir miydi? Düşündükçe kuşkuları arttı. Emin olmalıydı, bunu öğrenmek için de bir bahaneyle gidip onu görmeliydi. Bir hayli düşündü ama onun evine gitmek için mantıklı bir bahane bulamadı. Yolda bir bahane bulmak umuduyla karşı mahalleye doğru yürümeye başladı. Karşı mahalleye ulaştığında fikrinden vaz geçerek onun evinin önünden geçip gitmeyi düşünürken aniden burun buruna geldiler. (......) nin yüzü ve kolları böğürtlen dikenleri tarafından çizikler içindeydi. İkisi de ne yapacağını, birbirlerine nasıl davranacaklarını şaşırmış bir halde bakışıp durdular. Mustafa yanılmamıştı ama ona söyleyecek söz bulamıyordu. Mustafa, acele işi varmış gibi yoluna devam ederken o pişkince Mustafa’nın arkasından bakıp duruyordu.

Sonraki günlerde de kendince önlemler almaya çalıştı ama başarılı olamadı. Ğers deresi ıssız bir yerdi, hava kararır kararmaz çocukları korktukları için dönüp geliyorlardı eve. Kendisi gecenin geç saatlerine kadar tepeden tarlayı izlemeye çalışıyor, rahatsız olduğu için dönüp geliyordu evine. Ertesi gün bostan tarlasına gittiklerinde gecenin karanlığında karpuz ve kavunların toplandığını, bostanın teveklerinin ayaklar altında ezildiğini görüp kahroluyordu. Anlaşılan birileri onu gözetleyerek eve gitmesini bekliyorlardı. Bir gün ben annemle birlikte Mandere’ye giderken yine onunla yolda karşılaştık; o, bostan tarlasından eve dönüyordu. Annem onun üzgün olduğunu görünce hal hatır sordu ve bir süre ayak üstü sohbet ettik. Annem bostanın durumunu sorduğunda o: “Biz bu yıl çoluk çocuğumuzla birlikte el alemlere çalıştık! Ektiğimiz ekinden verim alamadık, bostan ektik soysuzlar yağmaladı ürün alamadık; bu gidişle biz de hayvanlarımız da bu kış perişan olacağız” diyerek üzüntüsünü belirtti. Bizimle ayaküstü yapılan kısa bir konuşmadan sonra başı önünde evine doğru yoluna devam etti. Eşi ve çocuklarıyla birlikte gece gündüz çalışıp didinmişlerdi ama emeklerinin karşılığını alamayarak hayal kırıklığına uğramışlardı.

Mustafa dayı, eşi Güllü abla ve çocukluk arkadaşlarım olan iki oğlu yıllar önce aramızdan ayrıldılar. Kendilerine Allahtan rahmetler diliyorum, nur içinde yatsınlar.            

(1)     Obe Gaze, Obe Kacaran : Köyün eski yerleşim alanında mahalle olarak nitelendirilen iki dağın yamaçlarındaki evlere verilen isim.

(2)     Fılla : Gavur, Gayrımüslim.

(3)     Gullik : Çiriş otu. Soğan büyüklüğündeki kökleri kurutulup öğütülerek tutkal sanayisinde kullanılır.

(4)     Ğers/Xers deresi : Köyün dışında bir dere ismi. Kelime anlamını bilmiyorum.

(5)     Tevek: Kavun, karpuz ve kabak bitkilerinin toprak üzerindeki sürgün veya dalına verilen isim.

(6)     Karşıgeçe köyleri: Murat Nehrinin öteki yüzündeki köyler.

(7)     (.......) İsmi bende saklı.

 



Bu yazı 1539 defa okunmuştur.

FACEBOOK YORUM
Yorum

YAZARIN DİĞER YAZILARI

HAVA DURUMU
YAZARLAR
ÇOK OKUNAN HABERLER
  • BUGÜN
  • BU HAFTA
  • BU AY
5282 Okunma
1451 Okunma
1327 Okunma
622 Okunma
617 Okunma
483 Okunma
438 Okunma
419 Okunma
402 Okunma
312 Okunma
300 Okunma
295 Okunma
279 Okunma
246 Okunma
242 Okunma
241 Okunma
5282 Okunma
4561 Okunma
4452 Okunma
4304 Okunma
4160 Okunma
3927 Okunma
3898 Okunma
3237 Okunma
3143 Okunma
3083 Okunma
3007 Okunma
1451 Okunma
1327 Okunma
1261 Okunma
1111 Okunma
1059 Okunma
922 Okunma
898 Okunma
846 Okunma
811 Okunma
795 Okunma
746 Okunma
721 Okunma
716 Okunma
SON YORUMLANANLAR
HABER ARŞİVİ

Web sitemize nasıl ulaştınız?


HABER ARA
YUKARI