ÖNLERİNDE TEK ENGEL VARDI...
Bizler göreve başladığımızda, hayal etmediğimiz bir ortamla karşılaşmıştık. Özellikle biz teknik personel: gece yarılarına kadar süren mesailer, nöbetler, haftalar bazen aylar süren intikaller ve zor çalışma koşullarıyla karşılaşmıştık. 1970 yılında çıkarılan Personel Kanunuyla elimizde kalan haklarımız da gasp edilmişti. Uğradığımız hak ihlallerinin düzeltilmesi için birlik komutanlarına ve Başbakan Süleyman Demirel’e iletilen dilekçelerden sonuç alınamıyordu. Assubayların sokağa dökülmeleri büyük suç oluşturduğundan, il merkezlerinde eşlerinin yürümesi yönünde alınan kararın üst makamlardan gelen komutanlarca tehditlerle bastırılması istenince alınan karar hemen devreye sokuldu. İlki Malatya’da başlamak üzere birçok ilden yürüyüşler başladı. Assubay eşlerinin yürüyüşleri devam ederken sorunlarımıza çözüm beklediğimiz dönemin Hava Kuvvetleri Komutanı Musin Batur, yayınladığı emirde Assubayları: “Karılarının arkasına saklanan Mao’nun askerleri” olarak yaftalıyordu. Giderek huzursuzluk artıyordu. Başlangıçta verilen disiplin cezaları ilerleyen günlerde mahkemeler tarafından hapis cezalarına dönüştürümüştü. Fakat tüm baskılara rağmen iş yavaşlamış, tüm birliklerde uçaklar uçamıyordu.
O sırada bir açık kapı bulunmuştu: birlikler arasında geçişlerin yapılabileceği tespit edilmişti. Bu haberi öğrenen Hava Kuvvetlerindeki teknik personel geçmek istediği Kuvvet Komutanlığına dilekçelerle baş vurmaya başladılar. İlk müracaat edenlerden 73 kişi derhal Kara, Deniz ve Jandarma Komutanlıklarına geçiş yaptı. Fakat dilekçelerin ardı arkası kesilmeyince dilekçe verenler ceza evlerine, ardından da kış ortasında en uzak birliklere sürgün olarak gönderildiler. Özellikle Doğu(Şark) birliklerinde eksilen Teknik personel nedeniyle iş gücü askari seviyelere düştü.
1971 yılına girdiğimizde doğu birliklerinin takviyesi, batı birliklerinden yapılan atamalarla takviye edilmeye çalışıldı. O yıl Balıkesir’den benimle birlikte birçok arkadaşım ve Bandırma’dan birçok arkadaşımızla birlikte Merzifon Üssüne tayin olduk. Yazıma konu olan arkadaşım da o yıl Bandırma’dan benimle birlikte Merzifon’a tayin edilmişti. Birliğe katıldığımızda biz uçuş hatlarında, o Merkezi Bakımda görevlendirildik.
Merkezi Bakım: tüm branşların atölyeleri, Bakım Kontrol ve Bakım Komutanlığı karargahının burada bulunması nedeniyle burada görev yapanların sayısı biz Uçuş Hattında çalışan personelden bir hayli fazlaydı. Uçuş Hattında küçük çaplı bir kantin olmasına karşın, Merkezi Bakım da daha büyük bir kantin ve gazino bulunuyordu. Burada çay ve meşrubattın yanında sabah kahvaltısı ve öğlen yemekleri de hazırlanıyordu. Bu arkadaşımız göreve başladıktan kısa süre sonra Birlik Komutanının emriyle burada görevlendirildi. Kantin iyi kazanç getiriyordu, burada görevli arkadaş her akşam birlik komutanıyla birlikte içkili mekanlarda yiyip içerek elde edilen kazancı tüketiyorlardı. Herkes bu arkadaşın arkasından ulu orta konuşmasına karşın yüzüne bir şey söylüyemiyordu.
Bizler bir birlikten bir başka birliğe intikal ediyor, dönüşte biriken nöbetlerimizi tutuyor ve gece yarılarına kadar çalışıyorduk. Yıllar bu akış içinde geçerken 1974 yılında Kıbrıs ta başlayan huzursuzluk nedeniyle gittiğimiz intikaller sırasında başlayan Kıbrıs Harekatları sonrasında üç buçuk ay sonra birliğimize dönebildik. Kıbrıs Harekatları sırasında gecemizi gündüzümüze katarak, aylarca çoluk çocuğumuzdan ayrı kalmanın faturası elimizde kalan haklarımızın da gasp edilmesiyle sonuçlanmıştı. Yine dilekçelerle hak arayışlarına baş vurduk, sonuç alamayınca eşlerimiz haklarımız için sokaklara döküldüler. Ama sahipsiz bir sınıftık, basından haklarımızı dile getiren bir iki gazeteci, yazar da darp edilerek susturulmuştu. Ancak kendi yaramıza kendimiz merhem olabilecektik. 1975 ocak ayında her riski göze alarak eylem kararı aldık, eyleme teknik personelin %80’ katılmıştı. Eylem sonrası acı bedeller ödedik. Yaklaşık 70’in üzerinde arkadaşımızın sicilleri birlik komutanları tarafından bozularak ihraç edildiler. Bizler tutuklanarak askeri cezaevlerine ve eşlerimiz askeri mahkemelerde yargılanarak altı aya mahkûm edildik.
Diyarbakır Kuvvet Komutanlığı mahkemesinde yargılanarak tutuklandığımda o arkadaş ta ilk tutuklananlar arasındaydı. Tutukluluğumuz sırasında Güneydoğu bölgemizde bulunan Kara birliklerindeki assubay arkadaşlarımızın toplayıp gönderdikleri paralarla Diyarbakır Barosundan avukatlar tutuldu. Askeri Mahkeme avukatları konuşturmuyordu, avukatların tek başarıları birlik komutanlarının hakkımızdaki beyanlarıydı. O arkadaş hakkında yazılan:
“Sürekli içki içer, güvenilmez biridir” deniyordu. O bu beyana kızmıştı:
“Yedikse birlikte yedik, içtikse birlikte içtik. İnsan bunu yazarken utanır” diyordu. Benim hakkımda yazılan ise:
“Teknik Kontrol olduğu için tüm arkadaşları o yönlendirmiştir. Olayların liderlerinden biridir, eşi de yürüyüşe katılmıştır” diye yazılmıştı.
Tutukluluğumuz süresince birlikte yattık o arkadaşla, hapisten çıkıp birliğimize döndükten kısa süre sonra tayinlerimiz çıktığında ikimiz de aynı birliğe tayin olmuştuk.
Geçmişte Merzifon da kantinden kazandıklarıyla harcama yaptığından şimdi maaşı yetmiyordu. Sürekli ayın ortalarında bana gelip borç alıyor, ay başında maaşını alınca iade ediyordu. Bu idare şekli onun daha fazla açılmasına neden olmuştu. Ben, Uçuş Hattında şef olduktan bir buçuk yıl sonra bir akşam yanıma gelip birkaç gün izin istediğinde ben:
“Hayırdır, bir sorunun mu var?” dediğimde o:
“Bir miras meselesi için memlekete gitmem lazım.”
“Memlekette malım, mülküm yok diyordun.”
“Miras bırakacak kimsem yok ama kız kardeşim telefon etti ve gelmemi istedi.”
“Öyleyse git,” dedim.
Gitti ve üç dört gün sonra döndüğünde fabrika çıkışlı bir Murat 131 araçla geldi. Kendisine mirasın kimden kaldığını sorduğumda:
“Çok uzak ve tanımadığım bir akrabamdan; bu akrabamızın kimsesi olmayınca miras bize intikal etmiş.”
“Araba aldığına göre 100 bin liranın üzerinde bir mirasa konmuşsun.”
“Daha fazlası, her birimize bir buçuk milyonun üzerinde para kaldı. Ben parayı alınca bu para havadan geldi dedim ve hemen gidip kendime bir araba aldım. Aracın piyasa değeri 80-85 bin liraydı, ama araç bulunmadığı için karaborsadan 225 bin liraya aldım, ucundan ihtiyaçlarımı temin ettikten sonra kalanı bankaya yatırdım.”
“Çok sıkıntı çektin paranın kıymetini bil” dedim. O:
“Kız kardeşim en iyi yatırım emlak da dedi ama benim öyle bir niyetim yok.”
O, kısa süre sonra kendisine yanaşan dost bildiği kişilerle içkili mekanlarda kendini ispat etmeye çalıştı. İki yıl sonra Hava Kuvvetlerinden gelen bir emirle Almanya’da karşılıklı eğitim programının düzenleneceği haberi gelince Almanya’ya gitmek için baykuşlar ortaya çıkmaya başladılar. Bunların çoğu onun içki arkadaşlarıydılar, birlik komutanlarını da yanlarına alarak her akşam lüks otellerde eğlenmeye başladılar. Önlerinde tek engel vardı benim Uçuş Hattında şef olmam. Ben o görevde kaldıkça onların Almanya’ya gitmeleri mümkün olmayacaktı. Aylarca benim oradan alınmam için onun sırtından yiyip içip eğlendiler. Almanya'ya gitmeye kısa bir süre kala emellerine ulaşmışlardı, ani bir kararla benim görev yerim değiştirilmiş, yerime o ve onun arkadaşları getirilmişti. Kısa süre sonra Almanya’ya gidip on günden fazla kaldılar, döndüklerinde onun elinde avucunda bir şey kalmamıştı. Sonraki yıllarda öğrendiğim kadarıyla onun kız kardeşinin deniz kıyısında aldığı araziler değerlenmiş, milyarlarca liralık servete dönüşmüştü, o ise bir mirasyedi olarak elindeki serveti kısa sürede tüketerek elleri boş kalmıştı.