YİTEN KENT DOKUSUYLA ELAZIĞ
Dünya üzerinde geleneklerine bağlı toplumların sayısı hiç de az değil. Yaz tatilini geçirdiğim Fransa ve İsviçre’de korunan doğayı, eski yapıları, yolları, toplumun çevresine ve geçmişine saygılı tutumunu görünce ne denli imrendiğimi anlatamam.
Uzak Doğu’da da Japonlar, Japon gibi yaşama sanatının en güzel örneğini verirler. Fransa’da bir kitapçıya girersiniz ve yapı yüz yıldan fazladır hiç değişmediği gibi, dükkanı da aynı aile bireyleri işletirler.
St. Germain’de yemek yediğiniz lokantada, Fransız devriminin beyannamesinin yazılmış olduğunu bilirsiniz. Cafe Deux Magot’da Verlaine, Rimbaud kahve içmiştir. *
Montreux’de Montreux Sözleşmesinin yapıldığı bina, Lozan’da Lozan Barış Antlaşması için toplanılan tarihsel mekanlar bugün de hiç değişmemiştir.
Elazığ ise -ülkemizdeki birçok kent gibi bilinçsizce (belki de bilinçli) tarihsel ve kültürel belleği yitirtilmeye çalışılan bir kente dönüştü.
Eski mahalleler, eski evler, eski yapılar, bahçeler, çeşmeler, kahvehaneler, çay bahçeleri, hamamlar yok edildi, üzerlerine yüksek katlı binaları gururla diktik. En son Çatalçeşme mezarlığındaki mezarların, yüzlerce yıllık mezar taşlarının paramparça edilmiş durumu içimi sızlattı.
Çok eski de değil bir zamanlar Elazığ’ın mahallelerinde, toprak damlı ya da iki üç katlı evler, köşkler, konaklar, çeşmeler, camiler, mezarlıklar iç içe geçmiş durumda ve birbirleriyle uyum içindeydi.
Elazığ’ın iki, üç katlı, ahşap, toprak, yapılarının elli yıl öncesine değin varlığını koruduğunu, doğa ve kent ile bir bütünlük içerdiğini görmekteydik...
Bugün o yapılardan pek bir şey kalmadı. Elâzığ son 50 yılda iyice tanınmaz hale geldi. Çocukluğumda akrabalarımın oturduğu Nailbey Mahallesi’nin sokakları; Bayır Sokak, Akın Sokak, Bağlar Sokak, Tuncay Sokak, Köprü Sokak, Yenice Sokak'takiler gibi tüm mahalleye yayılmış iki katlı evlerin yerinde bugün yüksek beton yapılar var.
Eskiye ilişkin bir şey kalmasın diye olacak ki son 50 yılın muhafazakar partilerden seçilmiş yerel yöneticileri, sokak adlarına bile kıydılar... Pek çok sokağın adı da değişti...
Geleneklerimizin, geçmişimizin çoğunu yitirdik. Gün geçtikçe hafızasız bir topluma dönüşüyoruz.
Oysa kurumları, kent mimarisini, kentin yapı geleneklerini korumak, topluma, dolayısıya insana bir güven duygusu ve yerleşiklik bilinci kazandırır. Çok sıradan görünen bir mekân, bir kapı kolu, bir kapı, bir pencere, bir mezar taşı, anılarla değer kazanır ve anlam bulur.
Kentlerin de insanlar gibi uygarlığa erişebilmesi, kendi kültürümüzü, tarihimizi, doğamızı korumakla olasıyken betonla, taklitlerle geliştiğimize uygarlaştığımıza inandırılıyoruz.
Yeni cumhuriyet ilk zamanlarda ülkede ve kentimizde kültür açısından pek çok şeyi başarsa da doğu insanına özgü -döneminin siyasal tercihlerine bağlanma, sorgulamaktan uzaklaşma- eksiklikleri aşamamış; ne yazık ki olan bizim özgün kentimize ve insanımıza olmuştur...
*Orta Zekalılar Cenneti, Zülfü Livaneli, 88-96, Doğan Kitap Yay. 2010.