KENGER VE SAKIZI
Anadolu insanı işini aşını topraktan çıkardığı için, hemen hemen çoğunlukla köylerde yaşardı. Bölgesel iklim şartlarına göre tarım ve hayvancılık başlıca geçim kaynağıydı. Bu gelenek öyle bir kaç asır değil, dededen toruna asırlarca süregelen mecbur kalınan bir alışkanlıktı. Büyük savaşlar veya olağan üstü bir durum olmadıkça, herkes kendi köyünde ve kendi akrabalarıyla iç içe yaşamışlar. Aynı bölgede nesilden nesile yaşam devam ederken, o yörenin kendine has bitkilerinden de faydalanmışlar. Tabiat ana bölgesine göre her mevsim insanlığa nice faydalı yiyecekler sunmuş. Bunlardan bazıları deste deste kolayca topladığımız adeta dikensiz gül olmuş, bazılarına da elimizi dahi dokunmaya çekindiğimiz her yanı dikenle kaplı bitkilerdir. Konu dikenli bitkilere geldiğine göre, Kenker ve Kenger Sakızından bahsedeceğim.
Kara kışın bitmesiyle birlikte orta ölçekli dağlarda biriken karlar, eriyip toprağı iyice ıslatırken, güneşin ılıman halinin yardımıyla toprak doğal olarak kabarırdı. Tabiat ananın sır gibi sakladığı tohumlar bir bir filizlenip, güneşe merhaba dercesine ortaya çıkmaya başlardı. Karlar eriyip kaybolsa da, gündüzler yavaş yavaş ısınsa da, geceler yine serin bir hal sergilerdi. İşte bu günlerde Mart ayı geride kalırken, Nisan ayı, günleri ortalamış bahara merhaba diyen anları yaşıyordu.
Kenkerler bir bir ortaya çıkmaya başlamıştı artık. Kenger sert topraklarda veya taşlık arazilerde çok fazla büyümezdi. Fakat dağların yamaçları daha yumuşak topraklara sahip olduğu için, buralarda daha gelişir ve epey boy atardı. Hele taş yığınlarının arasında yetişen Kengerler, çok nazik ve hatta marul kadar kıtır kıtır olurdu. Kengerler susuz ortamda yetiştiği için çabuk kartlaşırlardı. Bu yüzden tadını seven köylülerimiz vakit buldukça, eline bir külbe bir torba alır çıkarmaya giderlerdi. Ee tabii ki Kenger çok dikenli hatta her yeri dikenli olduğundan illa ki bir makas götürmeyi de ihmal etmezlerdi. Bir kaç kök çıkardıkça, hemen makasla sağını solunu kesip torbaya istif ederlerdi. Bu öyle kilolarca değil, lazım olduğu kadarını toplarlardı. Genelde köylü kadınlarımız kenger toplarken, evdeki işlerini aksatmamak için çok zaman harcamazlardı. Hal böyle olunca doğanın dengesi de kendiliğinden korunmuş olurdu. Annemin Kengerden yaptığı yemekleri hatırladığım kadarıyla, yahni gibi sulusunu, taze fasülye kavurması gibi yumurtalısını yapardı. Ayrıca çiğ olarak yerdik, dikenlerini ayıklamak şartıyla tabii ki. Tadı biraz buruk olurdu ama, o burukluk çok farklı bir tat verirdi dilimize damağımıza. Yeşil salatanın farklı bir tat ı gibi. Fakat tamamen kendine has bir tadı vardır. Hatta çiğ olarak yerken tuz ektiğimizi de bilirim.
Başlıkta belirttiğim gibi, Kengeri sebze olarak yediğimizin dışında, Sakız'da elde ederdik. Gerek yöremizde gerek ülkemizde adına '''Kenger Sakızı''' dendiğinden, konusu geçen bir çok sayfada kendine her zaman yer bulmuştur.
Kenger Sakızı nasıl elde edilir, birazda onu anlatmaya çalışayım. Bu anlatım da oradan buradan duyduklarımla değil, 14 yaşına kadar doğma büyüme köy hayatım olduğu için, bizzat kendim elde ettiğim Kenger Sakız'ını anlatmaya çalışacağım.
Kenger baharın erken gelişine veya geç kalışına göre, en çok Mayıs sonuna kadar yenirdi. Daha sonraki günlerde kart olduğu için yenmezdi. Dağları yeşile büründüren diğer otlar gibi, Kenger'de sararmaya başlardı. Temmuz ayının ilk günlerinden itibaren, Kenger yeşilden sarıya dönmeden Sakız elde etmeye başlardım. Kengere zarar vermeden kökünü itina ile 15 cm falan kazardım. Eştiğim çukuru taştan çakıldan temizler, toprağını elimle bastırıp temiz bir zemin oluştururdum. Sonra 5, 6 cm sap kalacak şekilde keskin bir bıçakla kesip Kenger'i kenara atardım. Bıçakla verevine kestiğim çukurda kalan sapından, süt kadar beyaz kanı 5,,6 cm aşağıya yani dipteki toprağın üstüne sızmaya başlardı. Bazı insanlar akan sıvı beyaz Sakız'ı toprak zemine değil de, küçük bir taş üzerinde de toplarmış. Fakat ben büyüklerimden öyle gördüğüm için, genelde toprak üzerine sızmasından elde ederdim. Zaten biraz elimle yapışan toprakları temizler, sonrada suya tuttuğumda ter temiz olurdu. Yöremizde bu işlemin adına Kenger kanatma denirdi. Kısaca bir köylümüz yarın Kenger kanatmaya gideceğim derse eğer, yani Sakız çıkarmaya veya Sakız etmeye gideceğini söylemiş olurdu. Bu işlemlerin sonunda Kenger Sakızı elde edilirdi.
Kenger Sakızını çiğnerken damağa verdiği tat, o bildiğimiz fabrikasyon sakıza asla benzemez. İlk çiğnemeye başlandığında kendine has doğal bir sertliği hemen hissedilir. Durum böyle olunca, belli bir süre dikkatli çiğnemek lazım. Yani öyle çabuk çabuk çiğneyip yumuşatmak istendiğinde, belli zaman sonra çenelerimizin ağrıdığının farkında oluruz. İlk başlarda hoş bir tadı yayılır damağımıza, biraz buruk ve biraz da kendine has harika bir koku verir. Takriben bir gün sonra o sertlik hali yumuşamaya başlar. İşte o zaman Kenger Sakızı keyif alarak çiğnenir. Çünkü o zor çiğnenme hali yavaş yavaş kaybolmuştur. Üçüncü aşaması ise, orta yumuşaklıktan daha yumuşamış hale dönüşür. Bu haline Sakız çürümüş derdik. İlk başlarda dişlerimiz zor çiğnerken, son halinde çenemizi fazla bastırırsak eğer, dişlerimizin arasına takılır ve keyifte vermezdi zaten. En yumuşak haliyle dişlerimize takılmadan, biraz daha dikkatli çiğneyip atardık.
Konuyu toparlayacak olursak eğer, Kenger Sakızı kadın erkek çoluk çocuk köylünün bir nevi eğlencesiydi. Ayrıca ticari yönünden bakan bazı köylülerimiz, o mevsimde zaman buldukça Kenger Sakızı çıkarıp satarlarmış. Hatta bundan 5,, 6 sene önce sanırım Malatya İnönü Üniversitesinin, bir araştırmasını okumuştum, Kenger Sakızının çiğnenme halinde, insana verdiği faydalardan bahsediyordu...
Selahattin YALÇINER