LÖKÜS LAMMASI
Nimri köyümüzün düğünlerinin olmazsa olmazı, ama her evde bulunmayan keyfe keder bir ihtiyaç. Adı üstünde LÖKÜS LAMMASI.
Biz Nimri'li olarak her ne kadar Löküs Lamması desek de, şehir hayatı gören yaşayan köylülerimizden adının, '''Lüks Lambası''' olduğunu öğrendik. Yinede köylümüzün diline düşmemek için Löküs derdik. Orası kolay yani Lüks demek hiç zor değildi, ama gelin görün ki köylümüzün birinden gurban sende mi şeherli olmuşsun sözünü duymak mümkündü.
Köyümüzde bir evin düğünü olacağı zaman, zengin fakir hiç fark etmez. Düğün sahibinin evinde Lüks Lambası varsa eğer mesele yok, mümkünse bir tane daha yedek bulmaya çalışırdı. Evinde Lüks Lambası olmayan düğün sahibi de, hiç olmazsa bir tane bulurdu. Köylülerimiz özellikle böyle hayır işlerinde ellerinden gelen azami yardımı yaparlardı zaten. Amaç akşam olduğu zaman düğün evindeki misafirleri ağırladıkları odanın daha aydınlık olması. Genelde köyümüzdeki evler yakıtı gaz olan fitilli ve üzerine şişe şeklinde takılan lamba ile aydınlatılırdı. Bazı köylülerimiz kalabalık değillerse eğer, ismine çıra dediğimiz idare lambası kullanırlardı. Tabii ki bu anlattığım tarih 1960 lı yıllar. O yıllarda paranın adı vardı ama, herkesin kesesinde ya hiç yoktu ya da az vardı. Sadece akşam saatlerinde iki saat lamba yakmak için evde olan gaz yağına bağlıydı.
Yine 1960 lı yıllarda Lüküs üzerine yaşanmış bir anı. Bu anıyı da Nevzat ALTAÇ ağabeyim anlatmıştı. Aynı zamanda anının en önemli kahramanı ise öz amcası Süleyman ALTAÇ. Babamın müsahibi olduğu için bütün kardeşlerim babalık derdik.
Köyümüzün aklı başında, lafı dolandırmayan gerekeni direk söyleyen mümtaz bir şahsiyetti. Ben kıt kanaat hatırlıyorum, ama benden biraz büyüklerimiz anlatırlar. Köyümüzün asabi yapılı insanlarından biri olduğu için, Süleyman ALTAÇ'ın ismi geçtiği zaman illa ki bir anısı anlatılmadan geçilmezdi. Nimri köyümüz göç vermeden önce, her hanenin içi cıvıl cıvıl insan sesleriyle çınlardı. Ayrıca şu anda ki orta kuşağın nineleri ve dedeleri, her biri bir efsane kadar anlatılmakla bitmez ayrı ayrı birer duruşlara sahiplerdi. Ben konuyu daha fazla dağıtmadan Nevzat ağabeyin anlattığı anıya döneyim, yoksa o yıllarda köyümüz insanlarının, hele hele yaşça büyüklerimizi anlatmaya, ne kalem yeter nede sayfalar yeter.
Süleyman ALTAÇ bir gün evinin yine bir yerlerini tamir ederken, komşularından yaşça büyük bir teyzemiz elinde Lüks Lambasıyla gelir. Derki Süleymen gaga (gaga Nimri Köyümüzde abi anlamına gelirdi), falan oğlum bu Löküs Lammasını İstanbul'dan alıp yollamış ama bir türlü yağamadım. Süleyman ALTAÇ evin tamiratını yapıyor zaten meşgul. Fakat ne yapsın komşusu yardım istiyor, mecburen elindeki işi bırakıp Lüksü eline alıp yardımcı olmaya karar verir. Bizim meşhur Löküs Lammasına henüz elini atmak üzereymiş ki, komşu teyzemiz oğlan şu kadar da para vermiş lafını ağzından çıkarıverir. İşte bu sözler, Keban Ağın Arapgir bölgesinde ne kadar cin varsa, Süleyman ALTAÇ'ın başına da toplanır. Kısaca sinirinden içten içe kendi kendini yer, ama ne yapsın bir kere yardımcı olmaya da karar vermiş. Asabiyetinin dumanı başından bukle bukle çıksa da serde Anadolu saygısının önemi ağır basar. Neyse sonunda Lüks Lambasını eline alır, ama komşu teyzemize iki laf söylemeden de kendine gelemez.
Süleyman ALTAÇ derki kıymetli komşum, oğlun madem buna o kadar para vermiş, satın aldığı yerden nasıl çalışır diye neden öğrenmemiş. Yüreğinde biriken lafı söyleyip rahatladıktan sonra, bizim Nimri köyünün olmazsa olmazı Löküs Lammasının nasıl yakılıp kullanılacağını komşusu teyzemize imkanı ölçüsünde tarif eder.
Bu anı içinde adı geçen ve aramızdan ayrılan büyüklerimize Allah rahmet eylesin, hayatta olanlara Allah sağlık ve huzur dolu nice yıllar dilerim…
Selahattin Yalçıner