BİR DİLİN HİKAYESİ
Çok eskiden kebanda, dam boyu kar yağardı,
Her evde birer inek, nenemiz süt sağardı.
Sütü kordu ocağa, kaynatırdı tezekle,
Evimiz süt kokardı, yudumluyorduk zevkle.
Akşam olunca herkes, toplanırlardı evde,
En güzel eğlencemiz, sözlü hikayelerde.
Gelen komşuya nenem, buğday nohut haşlardı,
Gaz lambası altında, masal faslı başlardı.
Korkarak dinliyordum, cinden perilerdem dem,
Sezdirmezdim kimseye, can kulağıyla ben.
Gene bir gün komşular, toplandı bizim evde,
Konuyu bilmiyordum, hemen oturdum yerde,
Dinliyordum sessızce, anlatılan masalı,
Ruhuma batmaktaydı, sanki diken ve çalı.
Etkilemişti beni, gece yarısı oldu,
Hemen girdim yatağa, gözlerim yaşla doldu.
Sağa sola dönerdim, ağlıyordum sessizce,
Hayal kurup dururdum, sabah olmazdı gece.
Aradan yıllar geçti, her cümlesin aklımda,
İbret alıp dinleyin, sizde olun farkında.
Hikayeler ibrettir, insan alınca huşu,
Birde benden dinleyin, anlatılan olay şu.
Çok eski bir zamanda, büyükçe bir köy varmış,
Bu köyde karı koca, hırsızlıkla yaşarmış.
Zaman geçip giderken, bunların oğlu olmuş,
Ana baba çocuğu, hep yalanla yoğurmuş.
Küçücük elleriyle, çamurdan ev yaparmış,
Ana şefkat göstermez, sağa sola saparmış.
Beş yaşına kadar, mutsuz yaşamıs çocuk,
Güneş vurunca anlı, terlermiş boncuk boncuk.
Çocuk bilmeden bir gün, bir ahıra girmiş,
Bakmış etrafına, kümeste tavuk görmüş.
Hemen koşmuş kümese, almış bir tek yumurta,
Sevinçle eve koşmuş, eliyle tarta tarta.
Bunu gören anası, aferim oğlum demiş,
Haşlamış yumurtayı, oturup zevkle yemiş.
Yumurtalar az demiş, başlamış nasihate,
Masum olan çocuğu, düşürmüş müsibete.
Daha sonra sayısı, iki üç dört beşe,
Yumurtalar gelince, anayı sarmış neşe.
Çocuk büyüdükçe de, hem saygısız hem arsız,
Bulduğunu çalmakta, olmuştu büyük hırsız.
Küçücük çocuğunu, ana gafil avlamış,
Kalkarak kucaklayıp, sırtını sıvazlamış.
Oğlum göster kendini, yarında tavuk getir,
Hiç kimseden korkmadan, işini çabuk bitir.
Çocuk olmuştu hırsız, gördüğünü çalmakta.
Her gün evde bir tavuk, ana tüyü yolmakta.
Bir gün bir gece vakti, herkes tatlı uykuda,
Ana baba ve oğul, çalmak için pusuda.
Fırsat kolluyorlardı, ay buluta girince,
Soyguna hazırdılar, her yer olmuştu gece.
Niyetleri çalmaktı, komşunun keçisini,
Tüm hazırlık tamamdı, keçinin en iyisini.
Komşunun ahırına, gelirler birer birer,
Daracık pencereden, çocuk içeri girer.
İçerisi karanlık, bakınır sağa sola,
Ulaşınca keçiye, ipini bağlar kola.
Keçilerin sesine, ev sahibi uyanır,
İçerde kalan çocuk, pencereye dayanır.
Ana baba kaçınca, çocuk içerde kalır,
Toplanır tüm köylüler, kıskıvrak yakalanır.
Yakalarlar çocuğu, her şey orda netleşir,
KADI’nın kararıyla,idamı kesinleşir.
Vakti zamanı gelir, kurulur dar ağacı,
Saç yolmakta anası, ağlaşır acı acı.
İdamı kesinleşir, çıkarırlar sehpa’ya,
Son arzusu sorulur, demiş hasretim suya.
Hemen içerken suyu, anlamış hatasını,
Artık her şey bitmişti, çağırmış anasını.
Dinle anacığım dinle, ben artık gidiyorum,
Küpe olsun şu sözüm, şu sözü söylüyorum.
Söz başlamış çocuk, demiş ey anacığım,
Yumurtayla başladım, kuruldu dar ağacım.
Ayrılık vakti geldi, şöyle gel bir yanıma,
Şefkatli kollarını, sıkıca sar canıma.
Sırtımı sıvazladın, aslansın dedin bana,
Çaldığımı görmedin, hep inandım sana.
Komşunun ahırında, getirirdim yumurta,
Gözlerin hiç doymadı, yedirdin beni kurda.
Gece olunca beni, yatırmadın yatağa,
Korkmadın ki ALLAH’ tan, attın beni batağa.
Çok iyi biliyorum, artık ölümüm yakın,
Helallik istesem de, hiç üzülmeyin sakın.
Bari uzat dilini, son bir kez öpmem lazım,
Belki şahidim olur, gerçek alemde lazım.
Ağlamaktaydı ana, sağa sola bakmakta,
Yaptığına pişmandı, gözyaşları akmakta.
Bir şey ararmış gibi, çıkardı mendilini,
Salya akan ağzında, uzattı o dilini.
Yumarak gözlerini, al işte budur dilim,
Sertçe ısırır çocuk, koparırı dilim dilim.
Parçalanmıştı dili, kan içindeydi ağzı.
Birden hatırlamıştı, namazdaki her farzı.
Ağzındaki parçayı, hemen tükürür yere,
Boynundaki ilmiği, oynatır bile bile.
Dedi ki ah anacığım, kırılaydı o elin,
Yapma deseydin bana, kopmayacaktı dilin.
Sonra halka bağırdı, anamın kirli dili,
Ateşe attı beni, ölüme diri diri.
Boynundaydı yaftası, okuyanlar akladı,
Emir geldi cellada, ipi ondan sakladı.
Korku içinde çocuk, beti benzi sarardı,
Çektiler sandalyeyi, tüm dünyası karadı.
Ne yazık ki astılar, artık akşam olmuştu,
Sabahın ilk güneşi, mezarına doğmuştu.
ERGAN’ın sözü tamam, hak yerini bulmuştu,
Dar ağacında bir genç, fidan gibi solmuştu.
Mustafa ERGAN