Bugun...


YAZAR : SELAHATTİN YALÇINER

facebook-paylas
TOPRAĞIN BALKON SEVDASI
Tarih: 15-11-2025 14:22:00 Güncelleme: 15-11-2025 14:22:00


TOPRAĞIN BALKON SEVDASI

Köy hayatı yaşarken akşamları erkenden yatardık. Haliyle geceler uzun olunca kendimize göre hayallere dalar öyle uyurduk. Henüz emeklemeye başlayan bir bebeğin, yürüme hayalleri kurar gibi, bizde büyüklerimizden duyduğumuz şehir yaşamı hayallerimizi süslerdi. O zamanlar yani 1960 lı yıllar köylerimiz henüz göç vermemişti. Sadece erkekler ekmek parası kazanmak çoluk çocuğuna daha iyi bir gelecek hazırlamak için İstanbul'a giderlerdi. Durum böyle olunca ilkokulu bitiren her erkek çocuğu, İstanbul'a gideceği zamanı iple çeker olurdu. Çocuk aklı ama çocukta çok haklıydı. Çünkü köyümüzün çarkı öyle dönüyordu. İlk okulu bitiren erkek çocuğun babasının imkanı varsa eğer, okutmaya götürürdü İstanbul'a. Babanın veya ağabeylerinin imkanları az olanlar, çalışmak için giderdi. O yıllarda köylülerimizin İstanbul'a yerleşme gibi fazla bir düşüncesi pek yoktu. Sadece ilk göç edenler o da az sayıda aile, çocuklarının tahsili için yerleştiler şehre. Ben çocukluk hayallerime geri döneyim, bu kadar tanıtım yeterli sanırım.

Kış aylarında İstanbul'dan bir kaç aylığına gelen genç yaşta olan köylülerimiz, kendi aralarında ettikleri muhabbet biz çocuklara çok ilginç gelirdi. Çünkü onların anlattıkları konular arasında geçen yer mekan isimleri, hiç şehir yüzü görmeyen bizler için bir masal gibiydi. En çok bahsettikleri haliyle Kapalıçarşı olurdu. En ilginç olanların bazıları da, mesela köyde yaşayan annelerimiz ya Elazığ' veya Malatya'yı görmüşlerdir. Köydekiler aşçıya gittik derken, İstanbul'da yaşayanlar ise lokantaya gittiklerinden bahsederlerdi. Ara sıra Restaurant diyenlerde olurdu, ama biz onun ne olduğunu bilmezdik. Ayakkabıcıya gittim dediklerinde, köşkere gitmiş veya köşkerden ayakkabı almış anlardık. Bilmezdik ayakkabı satan dükkanların olduğunu. Kısaca gözü kör olsun gazoz ismini duyduk, ama ne içtik ne de gördük.

En ilgimi çeken bir konu da balkon sohbetleriydi, bizim İstanbul'da yaşayanlarımızın. Mesela anlatırdı biri, efendim ben evin balkonunda otururken, bozacı geçiyordu veya yoğurtçu geçiyordu gibi sözler. Hadi yoğurtçuyu anladık ta, bozacı nedir? Boza yenir mi içilir mi merak eder dururduk. Başka bir köylümüz, kadın evinin dördüncü katı veya son katının balkonundan seslendiğinde, ne isterse bakkal sepete koyar merdivenleri inip çıkmaz. Bu balkon muhabbeti benim aklımı başımdan alırdı. Kendi kendime içten içe vay be derdim, adam dördüncü katta oturuyor. Bu da yetmiyor bir de balkon sefası çekiyor, oh ne ala ki ne ala dercesine hayıflanırdım. Köyümüzde yüksek konaklar vardı, ama o konak sahiplerinin çoğu İstanbul'da yaşıyorlardı. Çünkü halleri vakitleri iyi olduğu için, köyden göçmüşlerdi. Yani anlayacağınız köyümüzün konaklarının yarısı boş sayılırdı. Demek istediğim köyümüz evlerinin geneli tek katlıydı. Hal böyle olunca biz köyde yaşayanlarımız değil ki balkon sefası çekmek, konakta oturmayı bile hayal edemezdik.

Burada asıl dile getirmek istediğim önemli nokta, biz köyde yaşayanlar yüksek katlı evler ve balkonlarını kıskanırdık. Kuşak değişince durum tam tersine döndü. Yeni kuşak daha eğitimli, ama beton yığınları içinde doğadan çok uzak yaşıyorlar. Hal böyle olunca şehirlinin köye ve toprağa olan özlemi kat be kat artmaya başladı. Şimdi ah şu beton yığınlarından kurtulsak ta, toprakla iç içe yaşasak hayalleri çığ gibi büyür oldu. Kendi köyüm Nimri'den örnek verecek olursam eğer, bu hayaller bir bir gerçek oluyor artık. Nimri köyümüz 1980 yılına kadar büyük şehirlere göç dalgasını tamamlayınca, 1990 dan itibaren rüzgar tam tersine esiyor desek yeridir. Demek ki 1980 ile 1990 arasında olan 10 yıl içerisinde, herkes şapkasını önüne atıp düşünmeye başlamış. Hani bir şarkı var, '''Tadı yok sensiz geçen ne baharın ne yazın''' işte böyle

tadı tuzu yok büyük şehirlerde yaşamanın. Hele hele dağların tepelerin ve derelerin doğa güzelliği yok şehir hayatında. Beton yığınlarının arasından gök yüzünün tamamını dahi görmeye imkanımız yok. Muhakkak ki yaşadığımız şehirlerin yakınlarında doğayla iç içe yerleri gidip görmek ve oralarda vakit geçirmek var, fakat buralara sadece gün içinde gidip geliniyor. Sanki şehrin diğer yakasında oturan akrabamıza veya eş dost ziyaretine gidiyoruz desek doğru olur. Ama köy hayatı öyle mi? Sabahın güneşiyle birlikte gözümüzü gönlümüzü doyuran doğa güzellikleriyle gün batımına kadar devam eden bir ortam. Sadece gün boyu hayatımızı süsleyen güzellikler akşam olunca bitmiyor.

Gecelerin dahi bir başka güzelliği yaşanıyordu. Gökyüzünü süsleyen yıldızlar tek tek insanlığa göz kırpar gibi merhaba derken, hele hele ay varsa eğer, insanların değme keyfine...

Selahattin YALÇINER

 



Bu yazı 172 defa okunmuştur.

FACEBOOK YORUM
Yorum

YAZARIN DİĞER YAZILARI

HAVA DURUMU
YAZARLAR
ÇOK OKUNAN HABERLER
  • BUGÜN
  • BU HAFTA
  • BU AY
4027 Okunma
3840 Okunma
3742 Okunma
3360 Okunma
2745 Okunma
992 Okunma
773 Okunma
733 Okunma
696 Okunma
679 Okunma
658 Okunma
619 Okunma
602 Okunma
596 Okunma
589 Okunma
577 Okunma
523 Okunma
519 Okunma
444 Okunma
441 Okunma
387 Okunma
348 Okunma
337 Okunma
325 Okunma
5152 Okunma
5058 Okunma
4791 Okunma
4763 Okunma
4677 Okunma
4268 Okunma
4075 Okunma
4027 Okunma
3925 Okunma
3885 Okunma
3840 Okunma
3742 Okunma
3638 Okunma
3605 Okunma
3567 Okunma
3557 Okunma
3466 Okunma
3360 Okunma
2817 Okunma
2796 Okunma
2745 Okunma
2219 Okunma
1949 Okunma
1654 Okunma
SON YORUMLANANLAR
HABER ARŞİVİ

Web sitemize nasıl ulaştınız?


HABER ARA
YUKARI