KİMSESİZ SOKAK
Bu kadar mı herşey üst üste gelir. Güne başlarken programda okuyacağın şiirlerin tespitine çalışırken, lise yıllarının defterlerini aramaya kadar gidiyorum. Lisedeki hatıra defteri, Ardından liseli dostlarımın yazdıklarını okumaya başlıyorum. Dağılmamak ne mümkün…Geçen zamana dönüp bakıyorsun, dünya derdi daha omuzlarına binmediği zamanlara... En güzel çağının, en güzel duygularını yoğun yaşadığın yılların kapılarını aralıyorsun yeniden.
Ardından dönüp telefonuma bakıyorum -aslında gece de bakmıştım- uykuya geçişim de zor olmuştu bu yüzden. Gece boyunca huzursuzluğum da ondandı.
Canım ablam Fethiye Atlı’dan gelen fotoğlardı müsebbibi. Sokağımızdan, baba evimizden fotoğraflar göndermişti. Aynı hüzün onda da hakimdi elbette.
Sabah kahvemi içerken tekrar döndüm fotoğraflara. O sokakta gelip geçen bütün sevdiklerimiz şimdi toprak. Toprak dediğime bakmayın, her bahar filizleniyorlar içimizde.
Daha önce sokağımıza yazdığım bir yazıma “Yorgun Sokak” ismini vermiştim. Bu karalamalarım da “Kimsesiz Sokak” ismini alacak galiba.
Parmaklarım tuşların üzerinde gezinirken çalan şarkı:
“Gurbette ömrüm geçecek bir daracık yerimde yok
Oturup derdim dökecek bir vefalı yarim de yok”
….
Devam edip gidiyor…
Gurbette ömür geçti zaten, özlemle, umutla, bekleyişle… Bazılarımız yitip gitti. Doyduğu şehrin bir köşesine gömüldü. Bazılarımız vasiyet ediyor ben gibi ”Dirim gidemedi ama ölü bedenimi toprağıma gömün.” diye.
Bir çiçeği kendi toprağından uzağa dikersen her bahar göverir mi sanıyorsunuz?
Ve tekrar dönüp bakıyorum kimsesiz sokağımıza. Bu ara elimde Kıbrıs'la ilgili bir kitap var. Kıbrıs’taki Maraş bölgesinin sessizliği, viran olmuş evleri, kimsesiz sokağımızla özdeşleşti zihnimde.
Öyle bir ıssızlık ki insanın içi ürperiyor.
Öyle miydi bu sokak? Nereye gitti o hayat dolu, şen şakrak adamlar?
Nereye gitti komşuluğun ne olduğunu,merhameti, sevgiyi, paylaşmayı kendilerinden öğrendiğimiz gül yüzlü insanlar?..
İnsan beklenildiği yere koşarak gidermiş. Babamı yitirince ayaklarımın gitmemesi ondanmış. Naz kapın kapanıyormuş. Kocaman bir sızı kalıyormuş yerinde.
İnsanı acı büyütüyormuş.
Balkondaki sandalyenin doluluğuymuş seni yola revan kılan.
Gittiler taş döşeli sokağımızda izlerini bırakarak… Hiç gelmemiş gibi, yalan oldular.
Oysa dün gibi şen şakrak kahkahaları, balkondan balkona seslenişleri, güne muhabbetle başlayışları…
Dün gibi sabahın erken saatlerinde bir yarış havasında temizliğe başlamaları. Karşı komşumuz Reyhan teyzemi hep cam silerken ve de en son balkonu yıkarken hatırlıyorum.
Miyese teyze bahçe işlerinden hoşlanırdı. Muhakkak bahçede bir meşguliyeti olurdu. Ekmek yapardı,dut silkelenir,pekmez vs yapardı.
Annem mi, kızlarına iş bölümü yapar, kendisi de evin ağır işlerinden alırdı.
Nazire teyzem hiç boş durmazdı. Hep uğraşacak bir işi vardı.
Eskiden öyle modern temizleme makineleri yoktu. Halılar dışarı çıkar silkelenirdi. Çok sık da yıkanırdı. Hepsi insan gücüyle yapılırdı. Evlerimiz mis kokardı. Bırakın evleri günlük herkes kendi evinin önünü yani sokağını süpürürdü. Bu işler öğlene kadar biterdi. Güne oldukça erken başlanırdı.
Gün bereketliydi o zamanlar. Art niyet, birbiri hakkında kötü düşünme yoktu. Kadın erkek ayrımı da. İlişkiler oldukça sıcaktı, iyi günde, kötü günde birlikteydiler.
Sonra her haneden önden gidenler oldu. Bizden annem karşı haneden Yakup amca, bitişiğimizden Kantar amca,İbrahim amca, Temur amca, Murtaza amca….
Neredeyse annemin öldüğü yaştayım. İnsan bu yaşa gelmedikçe anlayamıyormuş hayatın en güzel çağını yaşayamadan gittiklerini…
Haneler teke düştü. Bir ömrü birlikte geçiren bu komşulardan kalanlar da birbirlerine yaslanarak devam ettiler hayatlarına.
Babam çarşıya çıktığında yalnız kalan komşu kadınların ekmeğini de alırdı. Zor durumlarda desteklerdi birbirlerine.
Yemeklerini, ekmeklerini paylaşırlardı, tıpkı acılarını paylaştıkları gibi.
Sokak kadar yorgunlardı onlar da. Belleri bükülmüş, dizleri tutmaz olmuştu. Bir gözleri artık topraktaydı. En çok gözleri etkilerdi babamın, bidünya yaşanmışlığı, hüznü görebiliyordun.
Annemi 58 yaşında toprağa vermişti. Yaşarken çoluk çocuk, geçim derdiyle didişip durmuşlardı. İnsan kaybedince anlıyor değerini, lakin geç kalmışlığın kimseye faydası olmuyor. Uzun süre dilinden düşüremedi annemi. Ne çok sevdiğini ve içinde oluşan boşluğu anca anlıyordu, anlıyorduk.
Evlenmedi babam, evimizi bize el etmedi. Ve babalık görevine anneliği de ekleyerek devam etti. Hangimizin canı yanmışsa ona yetişmeye çalıştı. Duygusaldı oldukça, evlatlarının üstüne titreyip durdu. Nur olsun. Nur olsunlar…
İnsanın doğup büyüdüğü ev ana rahmi gibidir. Müthiş bir bağ vardır. Özünüz o evdedir. İyisiyle…Kötüsüyle…
Kötüsü de hep iyi hatırlanan…
…..
Bu yazıya başlayalı epey olmuş. Bitmesi için kimsesiz sokağa gelmek gerekiyormuş. O evdeyim ve babalar günü.
Onun varlığını hissederek rahmetle anıyorum. Balkondaki köşesinde düşlüyorum.
Sonra kahvaltı masasındaki köşesinde… “Canoo” diye yüzüne yayılan heyecan dolu sevinciyle kollarını açışını ve o baba kokusunu düşlüyorum.
Birazdan elini öpmeye gideceğim. Kokusunu hissetmeye, canıma can katmaya….
Nur ol babam, nur ol.
Günün Kutlu Olsun
…
Sündüs Arslan Akça