KEBAN KÖYLERİ: (28) NİMRİ- 6
Neşe ÖNEN
‘Ege’de Son Söz’ köşe yazarı
ABD 28.12.2024
Orda bir köy var uzakta, o köy babamın köyü Nimri!
Babam Ali Önen, 1930'lu yılların sarp Anadolu topraklarında, Nimri köyünde bir mağarada dünyaya gözlerini açtı. Doğumunda, taşla kesilen göbek bağı, onu kaderine bağlayan mücadele dolu hayatının da sert ve zorlu geçeceğinin habercisiydi sanki…
Evleri toprak damlı bu küçük köyde, henüz sekiz yaşındayken; babası, onu, altı kardeşi ve annesiyle birlikte köyde bırakıp İstanbul’a güya ekmek parası kazanmaya gider. O yıllar, Türkiye’nin diğer Doğu bölgelerinden, büyük şehirlere, özellikle, taşı toprağı altın diyerek, daha iyi koşullarda geçim imkânı bulmak umuduyla yola koyulanların, İstanbul’a göç etmeye başladığı yıllardır. Dedemin köyden ayrılmasıyla, kendinden küçük altı kardeşi ve annesine bakmak sorumluluğuyla baş başa kalan babam; ilkokul ikinci sınıftayken, üstelik öğretmeninin çok zeki bulduğu iyi bir talebe iken, okulunu terk etmek zorunda kalarak, köyün çobanlığını yapmaya başlar. Öğrenim hayatını yarım bırakmanın ezikliğini ömür boyu bir yara gibi içinde saklayan babamın, yaşlılık günlerinde dahi, yarım kalan okuma özlemiyle yarasını açıp kanattığını, sonra da sessizce ağladığını hiçbir zaman unutamam…
Babamı, zaman zaman Nimri köyünün çocukluk günlerine götüren anılar arasında, neler yoktu ki! Koyunları, can yoldaşı çoban köpeği, Elazığ’ın meşhur üzümünden yapılan ve yöresel olarak “bastık” denilen pestilleri, dut ağaçları, geceleri kerpiç damda ve yıldızların altında ailece uyunan geceleri, “ev yılanı öldürmek uğursuzluk getirir” inanışı ile evlerde yaşamasına ses çıkarılmayan yılanları, dağlarda özgürce sıçrayan keklikleri…
Bir de yoksullukla, daha iyi bir hayat arayışı vardı tabii… Nimri köyünün 1980’lerin başında, neredeyse tamamen boşalmasına sebep olan; en az babam kadar Nimri’yi seven köylüleri, doğdukları topraklardan koparan; GabrielGarciaMarquez’in “Yüzyıllık Yalnızlık” romanındaki gibi, Nimri’nin bağrından çıkan evlatları, yüzyıllık bir yalnızlığa mahkûm eden şu ekmek ve yaşam kavgası…
Babamın hayatta en büyük dileği, bir gün köyüne dönüp orada huzura ermekti. Bu dileği, ne yazık ki gerçekleşmedi. Ancak ben, onun hayatının izlerini sürekli belleğimde taşıdım. Yazdığım satırlar, sadece bir evlat olarak gecikmiş bir vefa borcunun ifadesi değil; aynı zamanda babamın çocukluk anılarına, onun ruhunda derin izler bırakan Nimri köyünün hatırasını yaşatmaya bir nebze katkıda bulunma çabasıdır. Bu yazıdaki bilgiler bana ait gözlemler değil, çünkü ben babamın köyünü hiç görmedim. Bu nedenle bu yazıdaki bilgileri, bazı yakınlarım, hemşerilerim ya da araştırmacıların sağladığı kaynaklardan sağladım. Ancak, onları derleyip bu kurguyu kaleme alırken aldığım ilhamın; babamın benim de içime işleyen, yüz yıllık yalnızlık hüznüyle harmanlanan duygulardan esinlendiğini itiraf etmeliyim…
“Nimri (Pınarlar) Köyü 13. yüzyılda Oğuzlar’ın Bayat Boyu, Şeyh Hasan Aşireti oymağının kurduğu, bir Türkmen obasıdır.
İlk çağ dönemine kadar varan bir oturum bölgesi olduğu farklı medeniyetlere ait bazı buluntulardan anlaşılmaktadır.
Birçok efsane ve benzetme yapılmasına rağmen, Nimri veya Nimirli adının tam olarak hangi medeniyet dönemine dayandığını şu an için bilememekteyiz.
Yerleşim ve isim Asur medeniyetine dayanabilir.
Her durumda köyün ismi ya Türk boyunun gelip yerleşmesinden sonra ya da büyük ihtimalle çok daha eski yerleşik halkların verdiği bir isimdir.
Bu güzel ve tarihi Nimri adı, Nimrililer’e sorulmadan, köyün büyük su sıkıntısı çektiği 1970’li yıllarda "Pınarlar" olarak her nedense devlet tarafından değiştirilmiştir.
Nimri isminin yeniden alınması köylünün istekleri arasındadır. (Nimri ismi, bu yazıdan sonraki bir dönemde geri alındı)
Köyün Keban ilçesine uzaklığı 12 km., Elâzığ iline uzaklığı yaklaşık 60 km’dir. Nimri’nin doğuda Keban’dan başlayıp batıda (Malatya yönünde) Fırat nehri kıyısında bulunan Dummu’ya kadar uzanan geniş bir arazisi vardır. Fırat, köyün sınırını doğu ve güneyde bir yay biçiminde çizer. Kuzeyde ise Bayındır, Saracık, Denizli ve Yahyalı köyleri bulunur.
Köy halkı 1970 li yıllarda ekonomik nedenler ile yoğun olarak İstanbul’a göç etmiş, 1980’li yıllarda ise köy neredeyse boşalma noktasına gelmiştir. Son yıllarda köye özellikle yaz aylarında dönüşler yoğunlaşmaya başlamıştır.
Kendine has güzel bir mimariye sahip olan Nimri evleri, damlarının düz ve topraktan yapılmış olması nedeniyle, iklim şartları etkisiyle de önemli bir bölümü bakımsızlık ve tedbirsizlikten yıkılmıştır. Çatıları saç ile değiştirilerek kurtulan çok sayıda Nimri evinin iç mimarisi dikkate değer bir güzelliğe sahiptir. Diğer taraftan birçok evin damları yıkılmış olsa da eğer acilen şimdiden müdahale edilebilirse, halen kurtulabilecek durumdadır. Son senelerde köye ilgi artmaya başlamış ve köylülerin bazıları eski evlerini onararak, bazıları ise yeni evler inşa ederek yaz aylarında köye dönmeye başlamışlardır. Köyün yıkılmış eski evlerinin yerine veya köyün çevresine birkaç seneden beri yeni mimari özelliklere sahip evler yapılmaktadır. Yeni mimari yapılaşma eğer artarak devam ederse tarihi dokuyu olumsuz etkileyecek ve köyün estetik görünümü yok olacaktır. Bu nedenle inşa edecekleri yeni evlerinin eski mimari yapıya sadık kalınarak tasarlanması çok önem taşımaktadır. Mümkün olduğunca yıkılmayla karşı karşıya kalan evlerin sahiplerince onarılması durumunda köyün yıkıntı görünümü ortadan kalkacaktır. Eski ve yeni yapılarda şu andaki çatı sistemi yerine kiremit kullanılması, köye önemli bir estetik güzellik kazandıracaktır. Köyümüzden çok sayıda yetişmiş mimarın tarihi yapıyı koruma yönündeki önerileri ve çalışmaları bu alanda büyük önem taşımaktadır.
Köyde yakın zamana kadar, Ocak denilen Alevi inanç mekânı bulunmaktaydı. Bakımsızlıktan yıkılan bu Ocak'ın bir eşi köyün dedelerinin geldiği Bayat boyu beylerinden, Şeyh Hasan'ın mezarının bulunduğu, Arapkir'in Onar köyünde bulunmaktadır. Köyün dedeleri (pirleri), Onar'dan mürşitleri ise Arguvan’ın Mineyik köyünden gelmektedirler. İnanç temelindeki bir üst idari yapılanması bölgede Onar'a, yani Bayat beylerinden Şeyh Hasan'ın merkezine, Onar ise Mineyik'e, Mineyik’teki mürşitler ise ihtimalen Hacı Bektaşi Veli Dergâhına bağlıdırlar.
Köyümüzdeki “Ocak’ın” mimari yapısı, görünüm olarak Orta Asya halklarında gördüğümüz konar göçerlerin oturum için kullandıkları “Yurt” adlı yapının, sanki taş ve toprakla yapılmış bir benzeridir. Göçebelikten yerleşikliğe geçen halk, yurt yerine sanki Ocak'ı kurmuştur.
Yıkılan Ocak'ın tekrar eski biçimiyle inşa edilip köye kazandırılması, tarihin ve hatıranın devamlılığı açısından önemlidir.
Karasal iklim kuşağında olan Nimri’de kışın yaşayan kişi sayısı çok azdır ve nüfus yazın artmaktadır. Köyün kendi arazisinden çıkan içme suyu şebekesi vardır. Okul bulunmasına rağmen yeterli öğrenci olmadığından taşımalı eğitim yapılmaktadır. Sağlık ocağı, PTT acentesi, kanalizasyon yoktur. Köye ulaşan yol asfalt olup, elektrik ve telefon mevcuttur.”
(Not: Yazı devam edecektir…)